Murat Uyurkulak’ın son romanı “Delibo” Can Yayınları’ndan çıktı. “Tol”, “Har”, “Merhume” kitaplarını okurla buluşturan, eserleri tiyatroya uyarlanarak sahnelenen yazar, geçtiğimiz günlerde merakla beklenen son romanı “Delibo”yu sundu. Gazete Duvar’dan Anıl Mert Özsoy’a konuşan yazar, İzmir’e dönen Yusuf’un hikayesini merkeze alan eserini anlattı.
Romanlarına eşlik eden duyguları, ruh hallerini paylaşan yazar “Her metin kendine has duygusuyla, atmosferiyle geliyor. Tol’a genel olarak öfke eşlik ediyordu. Har’ı daha ferah bir duyguyla yazdım diyebilirim. Merhume’de ise utanç ve hesaplaşma duygusu, affedilme isteği baskındı. Delibo bir tür yitirilen gençliğe ağıt, yaşanan yoksulluğa isyan arzusuyla teşekkül etti” diyor. Ve eserlerinin yazım sürecinde şekillendiğini, dışarıdaki hayatın eserlere sızabildiğini belirtiyor: “…Hiç ummadığın bazı olaylar, taşıdığı fikirler ve duygularla gelip metnin ortasına yerleşiveriyor. Aklında o kadar da güçlü yer etmemiş bir imge, bir hikâye kendini dayatıveriyor.”
“Delibo”nun odağında bir de baba-oğul ilişkisi yer alıyor. Murat Uyurkulak röportajında bu ilişkinin hikaye yansımasına da değiniyor: “Şu hikâyenin milyonlarca benzerini bulabilirsiniz: Çocuk babanın sultasına isyan eder, başkaldırır, kaçar gider, orada film kopar. Yıllarca birbirlerine selam bile vermezler. Sonra yaşlar ilerleyince bir büyük kavuşma, barışma ânı yaşanır. O arada isyankâr çocuk çoktan ‘yeni baba’, yani muktedir olmuştur, eski baba ise iyice ihtiyarlayıp bir iktidar figürü olmaktan çıkmıştır artık. Delibo’ya da bu hikâyenin bir versiyonu denebilir aslında. Ama içinde hayata, dünyaya, dünyanın değişeceği umuduna dair anlatıların da olduğu, bir çeşit ‘iyiliğe’ dönüş hikâyesi… En önemlisi de, bu dönüş minvalinde, oğulun muktedir olmayı tercih etmediği, babanın ise gardiyanlıktan çoktan istifa ettiği bir hikâye.”
“Delibo”nun yazarın diğer romanları “Tol”, “Har” ve “Merhume” ile paylaştığı bir yolda olma ve arayış haline yer vermesi… “Yolculuk ve arayış hayatın, yaşıyor olmanın, dirimin en güçlü işaretlerindedir. Bir yerde çakılıp kalmamak, hareket halinde olmak ve etrafındakilerle, ulaşabildiklerinle yetinmeyip durmadan yeni olanı, görünmeyeni, bilinmeyeni aramak…” şeklinde özetlerken “Delibo”da yer verdiği yapıtların kişisel önemini de açıklıyor: “…Sadece Yusuf’un değil, benim de büyümeme eşlik ettiler onlar. Dar gelirli iki öğretmenin çocuğuydum. Eğlenceye ulaşmak kolay değildi. İşte, televizyon, arada bir sinemaya gitmek ve en çok da kitaplar tabii. Babam Türkçe-Edebiyat öğretmeniydi, sıkı bir kütüphanesi vardı. Sovyetler Birliği’ni seven bir komünist olduğundan Rus klasiklerinin neredeyse hepsi mevcuttu evde. O yoksulluğun ortasında yapılabilecek en iyi şeydi, kitapların dünyasına girmek, orada eğlenip oyalanmak. Öte yandan Delibo’daki hikâye gerçektir. İlkokulu bitirip Anadolu lisesini kazanmam şerefine babam bana Can Yayınları’nın 25 kitaplık Gençlik Serisi’ni armağan etmişti. Delibo’da saydığım kitaplar vardı o seride. Abartı gibi algılanmamasını isterim, ama yıllar yıllar sonra yazmaya cüret ettiysem ve naçizane biraz da becerebildiysem, en başta o seriye borçluyumdur.”
Yaklaşık on yıldır dizi ve film senaryoları yazdığını paylaşan Uyurkulak’ın ‘sinemanın tadını bir kez alınca kopamadığını’ itiraf ettiği söyleşide, kişinin yazdığı bir metnin; konuşturduğu karakterlerin, kurduğun mekânların ve sokakların perdede/televizyonda görüntülü tezahürünü izlemesinin tarifsiz bir haz olduğunu belirtiyor.