Mimarlıkta 30 Yılın Hikayesi: Zaman Cetveli - ArtDog Istanbul
Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar, Zaman Cetveli serginden

Mimarlıkta 30 Yılın Hikayesi: Zaman Cetveli

Erginoğlu & Çalışlar’ın 30 yıllık mimarlık üretimini, dönem hafızasıyla paralel olarak ele alan "Zaman Cetveli" sergisi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde kapılarını açtı. 31 Mayıs'a kadar açık olan sergi, mimarlık pratiğinin evrimini gözler önüne sererken, genç mimarlar ve öğrenciler için ilham kaynağı olmayı hedefliyor.

Erginoğlu&Çalışlar’ın 30 yıllık mimarlık üretimini dönem hafızasıyla paralel olarak incelemeye sunan Zaman Cetveli sergisi MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu’nda, 3 Mayıs’ta ziyarete açıldı. 31 Mayıs’a kadar görülebilecek sergi ile ilgili küratör Meriç Öner ile, Erginoğlu&Çalışlar’ın kurucu ortakları Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar ile konuştuk.

KEREM ERGİNOĞLU VE HASAN ÇALIŞLAR

30 yıllık mimarlık üretiminizi özetlemenizi istesem aklınıza ilk hangi kelimeler gelir?

Meslek aşkı, güven, mücadele

Sergideki proje masalarından birinde gördüğüm bir disketle zaman yolculuğuna çıktım adeta… Bu 30 yıl içinde neler değişti? Mesleki pratiğiniz açısından kilometre taşı diyebileceğiniz anlar nelerdi?

Aslında tam da bu sizin hissettiğiniz şeyi yaşatmayı amaçlamıştık. Sergimizin küratörü Meriç’le 30 yılı tüm projeler üzerinden konuşup arşivlerimizi tararken mesleğin çalışma ve üretme biçimlerindeki değişimin de sergide izlenmesi gerektiğini düşündük. 30 yılda sadece mimaride değil, tüm dünyada çok şey değişti. Elle rapidolarla çizerek başladığımız iş hayatımızda bugün yapay zekadan söz ediyoruz. Teknolojinin ilerlemesi ile mimarlığın temsil biçimleri, sunum biçimleri, proje çizme standartları, tasarlama ve üretim biçimleri büyük bir hızla değişti. Hatta 30 yıl önceye gitmeye bile gerek yok neredeyse her yıl bir değişim yaşanıyor ve bizler de bu değişime ayak uydurmaya ve mesleki pratiğimizi hep daha iyi bir yere taşımaya gayret ediyoruz. Bu 30 yıl içinde işverenlerin beklentisinin artması da bir başka önemli konu. Beklentisi yüksek işveren mimarı zorladığı için mimar daha çok çalışıyor, daha çok temsil aracı kullanıyor, daha farklı malzeme ve teknolojilerle işvereni memnun edecek projeyi ortaya çıkarmaya çalışıyor, ki bu da aslında bir gelişim yaratıyor.

Hasan Çalışlar ve Kerem Erginoğlu

Kilometre taşı diyebileceğimiz projelerden bahsedebiliriz. Örneğin sergide de ilk proje olarak gördüğünüz Brav Butik, ilk yapımız olan Uğur Koleji ve koruma dalında ilk ulusal mimarlık ödülünü aldığımız Tuncel Evi restorasyonu ofisin ilk işleri olarak bize çok heyecan veren projeler oldu. Google’ın henüz olmadığı yıllarda TBWA reklam ajansının ofisini tasarlamıştık. Sonradan ‘google tarzı ofis’ olarak adlandırılan bir tasarımı, biz Maslak’ın koşulları yeterli olmadığı için tasarlamışız aslında. O yıllarda Maslak’ta kafe-restoran ya da sosyalleşebilecek bir yer bulmak mümkün değildi. Mecburen her şeyi ofisin içinde çözmüştük. Pendorya AVM ilk büyük metrekareye sahip proje olarak bizi farklı bir kategoriye taşıdı. Anadır Kültür Merkezi ise yurtdışında gerçekleştirdiğimiz ilk yapı olarak uluslararası arenada proje üretimimizin önünü açtı.

Sergide mimarlık üretimi üzerinden tarihsel bir anlatımla çok katmanlı bir okuma yapmak mümkün. Geleceğe dair düşünürken ve çeşitli öngörüler yaparken, kapsamlı bir birikim üzerinden okuma yapmak neden önemli? Geleceğe hazırlarken geçmişi bilmek nasıl bir fark yaratır?

Biz bu serginin özellikle öğrenciler ve genç meslektaşlarımız için ilham verici olmasını çok önemsedik. Kendi öğrencilik yıllarımızda bizden önceki kuşağın mimarlarının işlerini inceleyebilmek, onların katıldığı bir etkinlikte onlarla yüz yüze gelebilmek, onları dinlemek ya da nasıl çalıştıklarını görebilmek bizim için pek kolay değildi. Bunları yaşayabildiğimiz birkaç küçük anekdot hala hafızamızda. Bu sergiyi yapma cesaretini veren de belki hafızamızdaki o anlardan aldığımız güç.

Geçmişi bilmek anlamayı ve düşünmeyi sağlıyor. Geçmişi bilmeyen biri de pekala tasarım yapabilir, üretebilir ancak geçmişi bilmek ve kendi birikiminizden geçirerek geçmişten doğru referanslar almak size farklı bir alan yaratır, yaptığınız iş her ne olursa olsun onu derinleştirir.

Bir de bulunduğumuz coğrafyaya ilişkin bir durum var ki bu da bizim bu sergi için itici gücümüz oldu diyebiliriz. Türkiye’de maalesef yapılar yok ediliyor. Mimarlık üzerinden bir toplumsal hafıza yaratabilmek ve yaşatabilmek çok zor. Bundan 15 yıl önce yaptığımız ve ödüller kazanan bir yapı tamamen rant uğruna yok edildi mesela. Daha geçtiğimiz günlerde Sedad Hakkı Eldem’in yaptığı Sirer Yalısı’nın nasıl hoyratça tahrip edildiğini gördük. Biz de kendi hafızamızı arşivlerimiz üzerinden bu şekilde sergilemek istedik.

Zaman Cetveli sergisi

Serginin girişinde bizi karşılayan kalabalık bir ekip listesi ve fotoğrafı var. Bu 30 yılda ekip, çalışanlar, öğrenciler üretiminize neler kattı?

Bu sergiyi yaparken yolu bizim ofisimizden geçmiş tüm arkadaşlarımızın isimlerinin girişteki ana panoda yer almasını istedik. Bugünlere gelmemizde kesinlikle ekibimizin çok büyük bir payı var. Biz ofiste sürekli ekibin içinde oluruz. Her an her projede ekip arkadaşlarımızla omuz omuza çalışırız. Bir de kendi ortaklığımızın bir izdüşümü olarak ofiste demokratik bir ortam yaratmaya her zaman özen gösterdik. Temel bir metodolojiyi öğrettikten sonra arkadaşlarımızı özgür bıraktık. Ama her zaman bize danışacaklarını, bizimle tartışacaklarını bilirler. Genç arkadaşlarımız meraklı, yenilikleri ve teknolojik gelişmeleri takip eden çok açık fikirli insanlar. Onların dinamizmi ve enerjisi elbette ofisimizin başarısına çok olumlu katkılar sağlıyor.

Sergiyi gören genç mimarlar, öğrenciler zaman ne kadar değişirse değişsin malzemeyi tanımanın, ellemenin, elle çalışmanın önemli olduğu üzerine düşünür sanırım. Sizce de öyle mi? 

Sergiyi seçili nesneler üzerinden ele alma konusunda Meriç’in kararının ne kadar doğru olduğunu gelen olumlu yorumlardan bir kez daha anlıyoruz. Mimarlık gibi çok boyutlu ve katmanlı bir işin sergisinin de bu hissiyatı yakalaması gerekiyordu. Bu yüzden sergide sadece fotoğraflar değil, eskiz defterleri, maketler, o yıllara ait sunum tekniklerinden parçalar hatta bir projenin tüm yazışmalarının ve faturalarının durduğu bir klasör bile incelemeye açıldı. Bunun yanında 90’lı yıllarda kullandığımız bir seramik numunesi, 1:1 cephe paneli ve yapı blokları da sergileniyor. Biz de her zaman malzemeye dokunmanın önemli olduğunu düşünürüz. Çalışma metodolojimizde de örneğin mutlaka maketler üzerinden çalışırız. Hatta sergide gördüğünüz maketlerin çoğu bizim çalışma maketlerimizdir.

Sergi içinde bir “biriciğiniz” var mı?

Projelerimiz arasında çok ayrım yapmayı sevmesek de Sedad Hakkı Eldem’in tasarımına başladığı ancak maalesef bitiremediği Haraççı Köşkü’nün bizim için çok anlamlı bir yapı olduğunu söyleyebiliriz. Uzun yıllar yarım kalan bu yapı için işverenler bize geldiğinde çok heyecanlandık. Sedad Bey’in başladığı bir yapıyı bitirmek, onun üslubuna uygun bir dil oluşturmak ve bunu çağdaş yapı malzemeleri ile gerçekleştirmek zor, öğretici ve keyifli bir yolculuk oldu bizim için.

İlginizi çekebilir:  Andersen’e Masal Gibi Bir Müze

Serginin kapsamı, mesleki ve kişisel yolculuğunuzun iç içe geçtiği bir anlatı gibi hissettim. 30 yıl da böyle mi geçti?

Evet çok doğru bir tespit. Açıkçası serginin en havalı işlerimizin fotoğraflarından oluşan ve ne kadar çok iş yaptığımızı gösteren bir portfolyo sergisi olmasından kaçındık. Bunda Meriç’in doğru yönlendirmesi etkili oldu. Daha ziyade geriye dönük bir hafıza taraması yapmasına, projelerin bağlamları ve dönemlerini yansıtan bir anımsama ve anımsatma sergisi olmasına karar verdik. 30 yılda Türkiye’de ve dünyada yaşanan değişimleri de her yıl kısa özetlerle vermeye çalıştık. Çünkü aslında bütün o olanlarla mimarideki ve bizim hayatlarımızdaki değişimin büyük bir bağı var. Bu ilişkiyi dönemdaşlarımız, bizlerle aynı yıllarda çalışmaya başlayanlar çok iyi anlayabiliyor. Genç meslektaşlarımız ise tamamen sıfırdan kurulan bir ofisin hayatta kalma çabasını okuyabilirler satır aralarında.

Meriç Öner

MERİÇ ÖNER

Erginoğlu&Çalışlar’ın 30 yıllık mimarlık üretimini dönem hafızasıyla paralel olarak incelemeye sunarken özellikle vurgulamak, altını çizmek istediğiniz bir konu / alan / mesele var mıydı?

Bir konuyu sergi ile incelemeye açmak üzere çalışırken özünde hep hayatla ilgileniyorum. Nihayetinde nesnelere bakıyoruz ancak hep onların etrafını, oluşum ortamını, arkalarındaki hikâyeleri merak ederek sordukça içeriği oluşturuyorum. “Zaman Cetveli” için de Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar’ın ortaklığı ile başlayan 30 yıllık süreçte farklı tecrübe düzeyinde onlarca mimarın bir arada var olduğu ortamı anlamak ve anlatmak başlıca meseleydi. Sözlü ve görsel olarak mimari yapıların ardındaki birlikteliği doğru ölçüde aktarabilmeyi önemsedim.

Sergi hazırlanırken neler özellikle gözetildi?

Erginoğlu&Çalışlar 1993’ten günümüze birbirinden farklı ölçek ve işleve yönelik çok sayıda tasarım üzerine çalışmış. Bir yapının inşası ile neticelendirdikleri tüm projeler, Türkiye güncel mimarlık pratiğini takip edenlere tanıdık olmalı. Üstelik ofis tüm işlerini özenle ve aksatmadan belgelediği için bunların çevrimiçi dünyada ulaşılabilecek kayıtları bol. Bu koşullar altında gözetilen en kritik nokta bildik kaynaklarda erişemeyeceğiniz bir başka türden bilgiyi derlemek ve onu bir seferlik kurulacak yeni bir mekânda sunmak oldu. Ofisin hikâyesi başlangıç noktasıysa, fiziksel ve dijital birikimi geçmiş anları bedenleştiren araçlar konumunda. Kronolojik bir kurguyu tercih etmemize sebep olan ise kısa mı, uzun mu olduğunu çeşitli perspektiflerden tartışabileceğimiz 30 yılın ekonomik, toplumsal ve teknolojik açıdan ayırt edici eşikler barındırmasıydı. Sergiler, ele aldıkları meseleyi kamuya açan ortamlar oldukları için yalnızca bir disiplinin şifrelerine sığınma lüksüne sahip değiller kanımca. Bu yüzden ofisin serüvenini yakın geçmişten notlarla anlatırken mimarlar haricindeki meraklılara da seslenmeyi önemsedik.

Bu sergi mimarlar, öğrenciler, kentte yaşayanlar için neler söylüyor? Gelenlerin nasıl bir okumayla sergiden ayrılmasını hayal ederdiniz?

Misafirlerin okumalarının hep benim hayalimin ötesinde çeşitlilik göstereceğini umarım. Gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı ilgi alanlarımız doğrultusunda değişken şekilde yorumluyoruz çünkü. Bir sergiden beklentim ise katmanlar içererek bağımsız yorumlamalara olanak tanıması. “Zaman Cetveli” için görünürdeki ilk katman onun bir mimarlık sergisi olduğu, kuşkusuz. Özellikle Erginoğlu&Çalışlar’ın önceliğinin sağlıklı, nitelikli bir yapı yapma eylemi olduğunu bilerek bunu vurguluyorum. İkinci katmanda seçki geliyor. Onun temeli ofis tarihindeki önemli anları görünür kılmaya dayansa da nesne olarak neyin, ne ile yan yana geldiği; her bir nesnenin nasıl bir prodüksiyon sürecinden geçtiği varlıklarını asıl anlamlı kılan nitelikler. Örneğin, çok dikkatli gözlerin dışında fark edilmesi zor olabilecek bir özellik, doğuştan dijital olan fotoğraflar dışında sergi için çizim, maket, video, fotoğraf üretiminin yapılmadığı. Yani gördükleriniz sergide ilk defa bu biçimde bir araya geldi, ancak Cemal Emden’in fotoğraflarından yapılan seçki hariç sergilenmek amacıyla üretilmedi. O fotoğrafları da sergi sonrasında hayatlarına devam edebilecek nitelikte ürettik. Ana metinde nesnelerin Erginoğlu&Çalışlar’dan ödünç alındığını söylememizin tercümesi aslında bu. Dikkatli bir misafir işlerin etiketlerini incelerken bunu algılayabilir. Zaman ayırarak gezenlere zaten dosyaların, videoların içerisinde ikinci katman detaylarıyla açılıyor. Üçüncü bir katman ise sunumun dışında, dışarıda, merak uyandıran bir konuyu bireysel olarak başka kaynaktan araştırdığınız yerde. “Zaman Cetveli” özelinde dia pozitifin nasıl bir medya olduğu, vaktiyle 5 Nisan kararlarının ekonomiyi ne derece etkilediği, ya da Palanga Keçi Korunağı’nın malzeme bileşiminin tam formülü eş düzeyde merak uyandırabilir. En azından sergide mimarlığın ilk konu olmasına karşın her şeyin üzerinde olduğu bir hiyerarşiyi körüklemediğimiz için böyle olmasını dilerim.

Sergi ve anlatı mekânla (Tophane-i Amire) nasıl bir ilişki kuruyor?

“Zaman Cetveli” yerleşiminde Tophane-i Amire’deki Tek Kubbe’yi hem olduğu gibi kabul edip kullandığımızı, hem de misafirleri içeriğe odaklayarak onun baskın tadını kırdığımızı umuyorum. Sergileme bakımından oldukça zorlayıcı bir mekânla kurulabilecek sağlıklı ilişki budur sanırım. Bunu tasarımın tüm unsurları bir arada mümkün kıldı. Erginoğlu&Çalışlar’la aldığımız yerleşim kararları, Ali Emre Doğramacı’nın mekândan yola çıkarak geliştirdiği sergi kimliği ve Erinç Tepetaş’ın sunduğu aydınlatma çözümleri Tek Kubbe ile ilişkimizin parçalarını oluşturuyor.

Mimarlık arşivi ve mimarlık üretimini tarihsel bir anlatı üzerinden, dönemsel hafıza kayıtlarıyla birlikte sunmak, paylaşmak neden önemli? 

Önemli olduğundan emin değilim. Yukarıda aktardıklarıma geri dönerek diyebilirim ki serginin gerçek nesneler sayesinde geçen zamanı anlatması, ilgili bir kişinin gözleminde yeni bir bilgiye dönüşmesi, didaktik biçimde bir pozisyon empoze etmemesi benim açımdan asıl önemli olan noktalar. Fiziksel veya dijital arşivlerin değeri büyük kuşkusuz. Ancak bir tarihselleştirme aracı olarak işletildiklerinde veya nostalji unsurları biçiminde kullanıldıklarında gerçek niteliklerinden soyutlanıyorlar. Özellikle mimarlık arşivlerinde bunu kırmak için kritik bir yoğunluğu önemsiyorum. Çeşitli boyutta, farklı motivasyonlarla, değişik metodolojilerle üreten çok sayıda ofisin arşivlerinin karşılıklı bir arada var olması önemli aslında. Hatta bunun yapılı çevreye dair başka kayıtlarla zenginleştirilmesi gerekliliğini savunuyorum. Erginoğlu&Çalışlar’ın 30 ylılına eşlik edeceğimiz bir sergi ise mikro ölçekte bir ofisin hayatını inceleme olanağı sunuyor. Arşiv de ofisin bünyesinden ödünç nesneler olarak tarif ediliyor demin vurguladığım gibi. Burada kovalayabildiğimiz doğrudanlık ve samimiyet tarihselleştirme, anıtsallaştırma çabalarından kurtularak günümüze daha çok yakışıyor kanımca. Sergi yaparken nesnelerin gerçek boyutlarına mümkün olduğunca sadakat göstermem bu tip alışkanlıklara yanıt.

@keremerginoglu @hasancalislar @mericoner

Previous Story

Antakya’da Başarmak Neden Hayal Olsun?

Next Story

Doğadan İlham Alan Pekin Şehir Kütüphanesi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.