Mimarlık Neyi İnşa Etmeli? - ArtDog Istanbul
Demir Tatil Köyü silueti, Venedik Bienali için hazırlanan çizim, Emine Öğün, 1982

Mimarlık Neyi İnşa Etmeli?

Mimarlık yalnızca estetik biçimlerin değil, toplumsal ilişkilerin, hafızanın ve ortak yaşamın da zemini olabilir mi? Ev ve Şehir Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Emine Öğün, mimarlığı bir yaşam kurgusu olarak ele alıyor; apartmanlaşma ile kaybolan sosyal bağlardan, kentsel dönüşümün görünmeyen etkilerine, Turgut Cansever’in şehir felsefesinden iklim krizine uzanan söyleşimizde, bugünün mimarlığını yeniden düşünmeye davet ediyor.

Mimarlık bugün neyin aracı: yalnızca biçimin ve estetiğin mi, yoksa kamusal yaşamın, sosyal adaletin ve insan ilişkilerinin mi? Yani aslında temel sorumuz, bugün mimarlık neyi inşa ediyor? Yalnızca estetik biçimleri ve gösterişli cepheleri mi, yoksa toplumsal yaşamın zeminini, adaletin mekânsal karşılığını ve insan ilişkilerinin dokusunu mu? Türkiye’nin dört bir yanında yükselen birbirine benzer apartman blokları, hızla yayılan yık-yap kültürü ve yerinden edilmiş şehir dokuları; mimarlığın artık kamusal bir sorumluluk taşıyıp taşımadığı sorusunu yeniden gündeme getiriyor.

Yaşam Kurgusu Olarak Mimarlık

Ev ve Şehir Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Emine Öğün, ArtDog Istanbul için yaptığı kapsamlı değerlendirmede, mimariyi yalnızca yapı üretimi değil; aynı zamanda şehirlerin hafızasını, insan ilişkilerini ve doğayla kurulan bağı kapsayan bir yaşam kurgusu olarak ele alıyor. Türkiye’deki konut üretiminin bugünkü açmazlarından Turgut Cansever’in şehir felsefesine, yeni yerleşim arayışlarından iklim krizine uzanan bu düşünsel çerçeve, birlikte yaşamanın mekânsal ve etik koşullarına odaklanıyor. Ev ve Şehir Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Emine Öğün’le tüm bunları konuştuk. 

Mimarlık bugün hâlâ toplumsal bir sorumluluk alanı mı? Yoksa sadece teknik bir uygulamaya mı indirgenmiş durumda mı?

Şehir planlama, mimarlık, peyzaj ve iç mimarlık son yüzyılda büyük orandan birbirinden koparıldı. Özellikle mimari tasarım kişisel bir gösteri alanına dönüştü. Tasarımlar sadece kendileri için var olan objeler – heykeller- gibi ele alınıyor ve ticari yatırımların pazarlama araçlarına dönüşüyor. Mimarların yer, çevre ve mevcut yapılarla ilişki kuran tasarımlar vücuda getirme kaygısı artık gündemde değil. Her tasarımcının kendi gösterisini yapması olağanlaşınca, şehir de az sayıda çekici olmak peşindeki “özel tasarımla, çoğunluğu oluşturan sıradan yapıların, bütünlüğü gözetilmemiş bir karmaşasına dönüşüyor. Oysa mimari, geniş insan topluluklarının barınabildikleri, sosyal faaliyetlerini sürdürdükleri mekanlar bütünlüğünü kurmaya odaklanmalı, kapalı mekanlar kadar yapılar arasındaki ilişkileri kuran meydanları, sokakları, park ve bahçeleri de tasarımın ayrılmaz parçası olarak ele almalıdır. Günümüzde üst ölçekten alt ölçeğe bütünlüklü bir tasarım anlayışına rastlamamız oldukça zor.

Borusan Mid
Borusan Mid Mobil

Ev ve Şehir Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Emine Öğün.

Vakfınızda “ev” kavramını yalnızca barınma değil, insan ilişkilerinin kurulduğu bir zemin olarak tanımlıyorsunuz. Bugün Türkiye’de konut üretimi bu anlamda hangi yönlerden sorunlu?

Barınma ihtiyacı, insan hareketini düşey sirkülasyon aksı üstünde, dairelerin kapılarından girerek içinde saklandığımız, zeminden ve birbirinden kopuk mekânların oluşturduğu apartman çözümü ile ele alındığında, insanlar arası ilişkinin gelişmesine imkan kalmıyor. Ev dışarıdan kaçıp, sığındığımız soyut bir mekâna dönüşüyor. Apartman örgütlenişi bizleri fark etmeden diğerlerinden kaçmaya koşullandırıyor. Halbuki, kapısından çıkar çıkmaz komşularınızla, sokakla, kamusal alanla temas edebildiğiniz birkaç katlı sıra ya da bahçeli evler, yaşadığınız yerle iletişiminiz için güçlü ipuçları sağlıyor. İnsan, yalnızlığını aşarak “diğerlerine” dair farkındalığını arttırıyor, bireyin sosyal ilişki geliştirme imkânı böylece çoğalıyor.

Mimarlık ve Apartman Kültürü Üzerine Bir Değerlendirme

Bir apartman dairesinde tabiata uzaktan ya da yüksekten bakarken, zemine yakın yapılarda dışarıyla ve tabiatla kurulan doğrudan ilişki insanın fiziki çevreye, yere bağlılığını güçlendiriyor. Son elli seneye kadar özellikle Anadolu’da az katlı yapı kültürü devam ederken, büyük şehirlerde başlayan apartmanlaşma eğilimi, onu model alan sosyal konut üretiminde de aynı çözümün uygulanmasıyla yaygınlık kazanarak tüm ülkeye hâkim oldu. Halbuki az katlı yapılar da kolaylıkla apartmanların cazibesini arttıran donatılarla üretilebilir.

Ülkemizdeki şehir büyüklükleri Batı ile karşılaştırıldığında, küçük, 25-50 bin nüfuslu yerleşmelerin ne kadar az olduğu ortada. Doğru arazi kullanım politikaları ile az katlı, doğa ve kamusal alanla ilişki kuran yatay yoğun konut alanlarının geliştirilmesi mümkün, Batı Avrupa ülkelerinde bu tip uygulamalara rastlamak çok kolay, mesela İngiltere’de yapı stoğunun %80 civarı az katlı sıra, teras veya bahçeli evler…

Turgut Cansever’in “şehir, bir süreçtir” anlayışı, vakfın projelerine nasıl yansıyor?

Toplumsal yapının ve sosyal olayların çok katmanlı, çok bileşenli ve dinamik olduğunu düşünüyoruz. Cansever’in vakıf olarak önem verdiğimiz bir şehir tanımı var, şöyle diyor “Şehir, insanlar arası mesafenin en aza indiği ve dolayısıyla bu yoğun yaşama ortamında insanlar arası çelişkileri, çatışmaları önleyecek ahlaki, hukuki ve idari sistemlerin tam bir bütünlük içinde işlemesini sağlayacak bir üst bilgiye ihtiyaç duyar.” Özellikle iklim krizi, göç, küresel ekonomik kriz ve savaşların dünya üzerinde geçmişte hayal edemeyeceğimiz hızda bir insan hareketine neden olduğu günümüzde, şehirde yaşayan veya şehre göçen farklı coğrafyalardan insanlar arasında bu düzenin kurulmasına katkı sağlamak ve farklı çözüm önerilerinin değerlendirilmesine, denenmesine ve geliştirilmesine kucak açan bir platform olmayı hedefliyoruz.

Bu bağlamda yeni yerleşimlere yönelik tasarım projelerinin, gelişmeye ve katılıma izin veren, zaman içinde değişen şartlara uyum sağlayacak şekilde açık uçlu bir tasarım anlayışı ile ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Kentsel Dönüşümün Unuttuğu Hafıza

Son yıllarda yaygınlaşan yık-yap kültürü, tarihi doku ve sosyal ilişkiler açısından neyi kaybetmemize neden oldu?

Özellikle İstanbul’da beklenen yıkıcı deprem nedeni ile kentsel dönüşüm denenmekte. Yerinde kentsel dönüşümün zorlukları ve yol açtığı bazı sorunlar artık oldukça görünür. Bu süreçte eskilerin yerine inşa edilen yapıların kullanıcıları değişiyor, eski kullanıcılar bazen bu yeni yapılarda yaşamlarını ekonomik veya sosyal sebeplerle sürdüremeyip yer değiştirmek zorunluluğu ile karşılaşabiliyorlar. Dolayısıyla bu dönüşümün etkisi sadece yapı stoğundaki dönüşüm ile sınırlı kalmıyor, şehrin kültürel dokusu ve hafızası üzerinde de geniş bir değişime sebep olabiliyor.

Burada nostaljik bir içgüdü ile hareket edip dönüşüm ihtiyacını topyekûn reddetmek ya da yalnızca koruma odaklı bir tutum edinmek doğru olmamakla beraber, şehrin üzerindeki nüfus ve ticari kazanç, spekülasyon, rant baskısını azaltmak üzere alınacak tedbirler, yani ülke ölçeğinde yeni çekim merkezleri geliştirilmesi, Turgut Cansever’in de önerdiği denemelerin yapılması ile kentsel dönüşümün şehir ve içinde yaşayanların üzerinde yarattığı etkiler azaltılabilir. Ancak yeni çekim merkezleri ve pilot şehirler şehrin karmaşık yapısı unutulmadan çok büyük dikkatle ve tüm kompleksitesi ile ele alınmalı. Hızla yapılacak uygulamaların başarısız sonuçlarının çok büyük kayıplara sebep olacağı unutulmamalıdır.

Kriz Çağında Mimarlığın Yeni Sorumluluğu

Deprem, iklim krizi, göç, gıda güvenliği… Bu devasa sorunlar karşısında mimarlığın etkili kalabilmesi için neleri yeniden düşünmemiz gerekiyor?

BM’nin Habitat 3 toplantısında yaptığı çağrı ve ilkelere uygun planlama ve mimari çözümler üretmek büyük önem taşıyor. Sosyal çeşitliliğe, farklı talep ve eğilimlere cevap verecek; gıdaya yerel ve aracısız ulaşımı kolaylaştıracak, iklim krizinin etkilerini dengeleyecek, yeşile tabiatla ilişkiyi önemseyen, konut ve iş yeri arasındaki yakın ilişkinin çözümlendiği yeni bir yaklaşım geliştirmemiz gerekiyor. Bu süreçte iktisatçılar, sosyologlar, iklim bilimciler, hukukçular, tarım ve hayvancılık alanında uzmanların iş birliğine kesinlikle ihtiyacımız var. İnsanların yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve bazı durumlarda can güvenliğini tehdit eden olaylar için tedbir almak ve çözüm üretmek çok önemli, tasarımın bireysel yapılarda bir gösteri mekanizmasına dönüştürülmesindense toplumu kucaklayan çözümler araması ihtiyacı aşikâr…

Mimaride Ev – Şehir İlişkisi

Ev ve Şehir Vakfı, bu büyük krizler çağında neyi inşa etmek istiyor: yalnızca yapılar mı, yoksa bir değerler sistemi mi?

Ev ve Şehir Vakfı olarak yeniden insana dair, insan odaklı tasarımı önceleyen bir anlayışı geliştirmek, güzel bir çevrede sağlıklı yaşama hakkını inşa etmenin kolay, ulaşılabilir olduğunu ve yerel koşullara ve değişen ihtiyaçlara göre dönüşebilen esnek çözümlerin geliştirilebileceğini hatırlatmak istiyoruz. Tasarımın talep ve yaşam biçimlerindeki farklılıkları kucaklayacak esneklikte olması, tasarımcının bireysel tercihlerini ön planda tutmadan çözüm aramasıyla mümkün. Doğru yapıları var edebilmek de aslında mevcut değerler sistemini sorgulamak, içinde bulunduğumuz çağa dair eleştirilerimizi yapıp olası imkanları da değerlendirerek yeni cevap ve çözümler üretmek ile mümkün hale geliyor. Ev ve Şehir Vakfı bu tür çabaları desteklemek, bu yönde çaba gösteren birey ve kurumları bir araya getirerek şehir-ev ilişkisini, nasıl yaşamalıyız sorusunu yeniden ele almayı amaçlıyor.

Önümüzdeki dönemde hayata geçirmeyi planladığınız projeler neler? Özellikle hangi bölgelerde yoğunlaşmayı düşünüyorsunuz?

Titizlikle ele alınması gereken, farklı yaklaşımları yapıcı bir eleştirellikle değerlendirdiğimiz geniş bir çalışma alanımız var.  Üniversiteler ve çeşitli alanlarda uzmanlarla zamana yayılı iş birlikleri yaparak yukarıda kısaca değindiğimiz sorulara cevaplar üretmek amacıyla farklı konular üzerine çalışıyoruz; mesela başta İstanbul olmak üzere Türkiye’deki büyük kentlerin zaman içerisinde geçirdiği dönüşümü araştıran bir projemiz var, Anadolu’da geleneksel yapı tipolojileri ve kamusal alanın biçim dilindeki tipolojileri anlamak için bir çalışma yapıyoruz. Kurucumuz Turgut Cansever’in yazılarından derlenmiş kitaplarının yeniden basımı için hazırlıklara başladık. Vakıf bünyesindeki araştırma ekibimiz de bir yandan şehir, planlama ve mimari tasarım alanında araştırmalarını sürdürüyorlar, amacımız bu konularda farklı bakış açılarını sentezleyip paylaşmak.

Previous Story

Venedik Mimarlık Bienali’nde Türkiye Pavyonu: Yerebasan

0 0,00