Mike Berg, Blue Square, Yün, keçi kılı, 152 x 137 cm, 2020

Mike Berg’le “Buraya Nasıl Geldik?”

Mike Berg YUNT’ta. Berg ile “göçmen” sanatçı olma hali, kişisel yolculuğu ve bu yolculuğun önemli duraklarından biri olan Türkiye ve İstanbul’un kendisine ilham verdikleri üzerine konuştuk.

//

Sanatçı Mike Berg’ün “Buraya Nasıl Geldik?” başlıklı sergisi Sultanbeyli YUNT’ta açıldı. Berg’ün sanatsal bakışının farklı zamanlarda tutulmuş kayıtlarından oluşan sergide özel üretilen “Piramit” isimli heykelin yanı sıra sanatçısının kendi tasarladığı kilimler yer alıyor. Sanatçının sergi kapsamında galerinin dış mekânına yerleştirilen “Kafes” isimli heykeli  de geçirgen yapısı ve sunduğu giriş-çıkış imkânıyla izleyiciye eserle etkileşim olanağı tanıyor. 25 Ağustos’a kadar görülebilecek sergi vesilesiyle, Berg ile “göçmen” sanatçı olma hali, kişisel yolculuğu ve bu yolculuğun önemli duraklarından biri olan Türkiye ve İstanbul’un kendisine ilham verdikleri üzerine konuştuk.

Serginin başlığı Buraya Nasıl Geldik? Bunu sorarak başlamak istiyorum; buraya nasıl geldik?

Politik, ekonomik ve çevresel olarak çok zor, stresli zamanlardan geçiyoruz. Şu anda Gazze’de devam eden savaş korkunç. Ve çok az istisna dışında, politikacıların pozisyonu -en kibar tabirle- büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Tam bu noktada, bu sergi için Sergen (Şehitoğlu) ve Muratcan (Sabuncu) beni davet ettiğinde, ben en mutlu eden şeyler biri, serginin yer alacağı mekanın olduğu bölgenin çok hızlı gelişen, ancak galeri ve benzeri kültürel mekânların çok sınırlı olduğu bir yer olmasıydı. Onlarla birlikte çalışıp, sanat ile sürekli iç içe olmayan insanlarla bunu tanıştırma fikri çok hoşuma gitti. Bu güzel bir misyon ve içinde olmaktan mutluyum. Buraya böyle geldik.

Mike Berg, Piramid

Çeşitli coğrafyalarda yaşayan ve üreten biri olarak, gelişen kültürler ve değişen sosyo-ekonomik koşullar üzerinden, bugüne kadarki yaratıcı yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız?

Bu enteresan bir soru… Bana üniversite yıllarımı hatırlattı. Siyaset bilimi bölümünden mezun oldum ve bu orada aldığım derslerden birinin sınav sorusu gibi. Öncelikle tüm bunlardan uzak hissettiğimi söylemem gerekiyor. Kendimi her zaman “yeraltı” sanatına ait bir sanatçı olarak gördüm. Bu biraz da göçebe olmakla ilgili. Amerika’nın batısında küçük bir kasabada büyüdüm. Hayatımın çok büyük bir kısmı doğada geçti. Üniversiteyi bitirdikten sonra kendimi New York’ta buldum ve sanatçı olarak kendimi geliştirmeye başladım. Ama kendi başıma… Yani bir sanat okuluna gitmedim. Müzelerden, galerilerden öğrendim ve böyle geliştim.  50 yıldır sanatçıyım ve sanırım kendi dünyamda seyahat ediyorum.

Peki, kültürler, mimari, coğrafya, ekonomi ve yaşam rutinleri gibi farklı çevresel faktörler sanatsal söyleminizi nasıl şekillendiriyor?

Küçük bir kasabada büyüdüğüm için zamanımın çok büyük bir bölümünü dağlarda ve doğa ile iç içe geçirdim. Bulunduğum yerde müzeler, sergiler gibi sanatsal çok fazla kaynak yoktu. Üniversiteye ise Seattle’da gittim ve doğayla ilişkimin yanı sıra kültüre ilgi duymaya başladım. Tam da bu nedenle mezuniyetimin hemen sonrasında kültürel bağlamda neler olup bittiğini görmek için hemen New York’a gitmek istedim. Çünkü hayatımı bu şekilde zenginleştirmem gerektiğini hissetmeye başlamıştım ve bunu küçük bir kasabada yapamazdım.

Ürettiğim işler politik değil ve bu anlamda kalıpları yok. Ancak farklı fiziksel ve kültürel coğrafyalarda bulunmak elbette çok şeyi değiştirdi. Türkiye’nin bende yarattığı heyecan da buranın farklı bir coğrafya olmasından kaynaklanıyor. Burası kültürel olarak büyüdüğüm yerden ve New York’tan çok farklı. Ve Türkiye’deki geleneksel sanat da beni buraya çekiyor.

“Göçmen (nomad)” olma halinizin ve bu kimliğinizin sanatınız üzerinde nasıl bir etkisi var?

Beni mutlu eden bir etki… New York ve İstanbul’da yaşamımı sürdürüyorum ve yılın 3-4 ayını da evi ve bahçeyi kendim yaptığım, komşularımın ineklerden oluştuğu bir yerde geçiriyorum. Burada Sultanahmet yakınlarında eski bir Osmanlı evinde oturuyorum. Camımdan Ayasofya görülüyor. Daha büyük bir kontrast olamaz…

Bu göçmen olma halini yaratan, çeşitli yerlerde yaşıyor ve çalışıyor olmam. Tüm bu çeşitli coğrafyalarda estetik, çevresel ve kültürel durum da tamamen birbirinden farklı. Bu bağlamda kontrast benim için gerçekten önemli ve geniş kapsamda çalışmalarım bununla ilgili. İşlerimdeki plastik unsurlar geniş bir yelpazeyi kapsıyor ama asıl  mesele kontrat ile ilgili olmaları.

Mike Berg In Living Color 2023 Wool, cotton, linen, goat hair 128 x 222 cm (1)

Peki tanımlarla, kalıplarla ve sınırlamalarla aranız nasıl? Çağdaş sanat ve yaratıcı alanlarda uzun bir süre belli tanımların peşinde koştuk diye düşünüyorum ve sonuçta bu kalıpların peşine düşme hali belki de yaratıcılığı daralttı. Dolayısıyla belli tanımları ve sınırları belirginsizleştirip, alanı genişletmemiz gerektiğini söyleyebiliriz. Siz bu konuda ne düşünürsünüz?

İlginizi çekebilir:  "SANDYMANSIONAL" Dirimart’ta

Kulağa aptalca gelsin istemem ama tanımların, sınırların benim için fazla bir önemi yok. Ben serbestçe akıyorum ve sınırlarla ilgili endişelenmeye zaman harcamıyorum. Bu da yine göçmen kimliğimle ve bu yaklaşımımla ilişkili. Oradan oraya gidiyorum ve yaşadığım 3 ayrı yerde de farklı durumlar var. Tutarlı olan tek şey, bir stüdyomun ve belirli bir çalışma yöntemimin olması. Sonuçta bu 3 farklı yerde de aynı şekilde çalışıyorum.

Sergiye dönersek; Buraya Nasıl Geldik? ne ile ilgili?

Sergen (Şehitoğlu) ve Muratcan (Sabuncu) beni davet ettiklerinde, işlerimin yayıldığı alan ve çeşitliliğin ilgilerini çektiğini düşündüm. Karalama tipi çizimlerden, daha belirgin geometrik formlara, soyut resimden, demir heykellere ve kilimlere kadar çok çeşitli form ve malzemelerle çalışıyorum. Onlar da beni sınırlamak istemediler ve bana olabildiğince geniş bir alan verdiler. Tutarlı olmakla ilgili bir kaygım olmadı. Bu benim için bir mesele değildi. O nedenle de sergide karalamalar, çizimler, modeller ve sonuca ulaşana kadar süreçte yer alan çeşitli şeyler olacak.

Sergideki önemli eserlerden biri yaklaşık 180 cm. Uzunluğundaki demir heykel. Bu işle ilgili heyecanlıyım. Yanı sıra, kilimler var. Kilimlerle ilgili süreç de benzer şekilde ilerledi. Önce çizimler ve renk çalışmaları yapıldı. Arkasından üretim için nasıl malzemeler gerektiğinin belirleyerek başladık.

Kilimler üzerinden, Türkiye’yle ve bu coğrafyayla kurduğunuz ilişkiyi nasıl anlatırsınız?

İstanbul çalışma yönteminin açısından iş yaptığım diğer yerlerden biraz ayrışıyor aslında. Çünkü diğer yerlerde işlerimin çoğunda üretimini de kendim yapıyorum. Ancak Istanbul’da ben tasarımcı ve işin yürütücüsü olarak varım. İşi üreten ben olmayabiliyorum. Örneğin sergide yer alacak olan Uşak kilimleri için, 23 yıl önce İstanbul’a ilk geldiğimde beni tanıştırdıkları bir kilim üreticisi ile olan Burak Aydoğan ile çalışıyorum. Dolayısıyla çoğu sanatçısının pek vakıf olmadığı bir sürece bağlıyım. Sergide yer alan kilimlerin yapımı için geleneksel üreticiler, zanaatkarlar ve profesyonel dokumacılarla birlikte ilerledik.

Bunun yanı sıra Türkiye’de keşfettiğim ve bana ilham veren başka şeyler de oldu. Bunlardan biri olan, soyut bir sanatçı olarak uzun zaman önce keşfettiğim, Van doğumlu, Ermeni asıllı Arshile Gorky (1904-1948) bu bağlamda önemli. Gorky’nin enteresan bir hayatı olmuş. Kendisi Van’da, sınıra yakın bir yerde büyümüş ve ailesi 1915’te burayı terk etmek zorunda kalmış. Serbest çalışmalarını, işlerini ve figüratif olmayan soyutlamalarını çok sevdim. Bir tür deha geliştirdiği varyasyonları gerçekten çok etkileyici. New York’ta ürettiği formlarda soyut dışavurumculuğun etkisi var ancak bana göre büyüdüğü yerde yaşadıklarının ve maruz kaldıklarının etkisinde kaldığı şüphesiz. Belki yanılıyorumdur ama bana göre gerçek olan bu.

Burada üretim araçlarıyla ilgili de bir hikâye var. Örneğin İstanbul’a ilk geldiğimde Selçuklu’dan çok etkilenmiştim. Selçuklu çinileri ve çeşitli geometrik formlardan ilham alarak resimler yaptım. Desenleri, renkleri, tasarımı kullanma şeklime ilham verdi. Bana ait olan batı tarzı soyut estetik ve anlatı, Orta Doğu ve Anadolu’nun geleneksel soyut sanatıyla buluştu.

Sergiyi görmeye gelenlerin buradan ne ile ayrılmalarını istersiniz?

Göreceklerinin ilgilerini çekmesini dilerim. Belki hoşlarına bile gider ve bu muhteşem olur. Sayısı çok fazla olmasa da eserleri benim için göz kamaştırıcı olan sanatçılar var ve dar dünyamızda bir sanatçı tarafından insanın gözünün kamaşması harika bir şey. Hiçbir şey olmasa dahi, insanlarda “amaç ne burada?” gibi soruları ortaya çıkaracak bir kıvılcım yakmasını dilerim. Sanırım bu da çok mütevazi bir beklenti…

ArtDog Istanbul 23. Sayı200,00Temmuz – Ağustos 2024

“GÜNEŞ, DENİZ, KUM VE SANAT” Sayısı

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Kapak Fotoğrafı: Sucuk & Bratwurst, Sand Ca(r)stle, fiberglas, 120x2x0.9 metre, 2024, Mercedes Benz ve PİLEVNELİ iş birliği

Başarılı

Previous Story

Bobo by The Stay

Next Story

Paris Olimpiyatları’ndan İlhamla

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.