Mickey 7’den Mickey 17’ye, Edebiyattan Beyazperdeye - ArtDog Istanbul
Robert Pattinson, Mickey 17 filminden. Fotoğraf: Warner Bros

Mickey 7’den Mickey 17’ye, Edebiyattan Beyazperdeye

“Parazit” filmiyle Oscar alan Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho yeni filmi “Mickey 17”, Edward Ashton’un bizde İthaki Yayınları’ndan çıkan “Mickey 7” adlı bilim kurgu romanının uyarlaması. Temelinde sınıfsal bir taşlama olan film / kitap, yeni bir gelecek kurmak isteyen insanlık için toplumsal katmanda en aşağıdaki 'harcanabilir’den bir kurtarıcı çıkarıyor. 

/

Mickey 7 romanı “Bu gelmiş geçmiş en aptal ölüm olacak” cümlesiyle başlıyor. Yazar Edward Ashton’ın kitabın ilk cümlesinde, ölüme odaklanması boşuna değil. Çünkü kitabın kahramanı Mickey Barnes defalarca ölse bile hiçbirimizin bilemediği ölümsüzlüğün tadına varan biri. Zaten Ashton’un kurduğu dünyadaki kimi insanlar da Mickey’e sürekli bunu soruyor: Ölmek nasıl bir duygu? 

Gelecekte dünyanın canına daha fazla okunduğu bir zamandayız. Yeni gezegenler keşfetmek için bir koloni gemisi kalkacak. Gidişi olan ama dönüşü olmayan tek yönlü bir yolculuk bu. Gemiye sınırlı sayıda, alanlarında uzman kişiler alınacak. Başvuru açılıyor. Lakin Harcanabilir adlı bir kategori var ki kimse başvurmuyor. Tabii ki Mickey Barnes dışında. 

Ölümden Kaçıp Ölümsüz Olmak

Bu kategori için uygun olmasına uygun biri Mickey, çünkü bu kategori için bir vasıf aranmıyor, ki onun da bir vasfı yok zaten. Ama işi sürekli ölmeyi gerektiriyor. Nedir onun olası görevi derseniz? Yolculuk sırasında karşılaşılan bilinmezliklerde denek olarak kullanılması. Bazen radyasyona bazen bir virüse maruz kalmak, ilaç deneylerinde kullanılmak vs… Tahmin edeceğiniz üzere hep ölümle bitecek denemeler. Ama ne gam üç boyutlu yazıcının daha gelişmişine benzer bir aletten yeni bir Mickey yazılıyor, sonra da hafızası yükleniyor ve yeni Mickey yeni görevlere hazır! Onun için Harcanabilir deniyor kendisine. Peki Mickey böyle bir göreve neden razı oluyor derseniz. Dünyada onu acı çeke çeke öldürecek insanlar var. Tek derdi onlardan kaçmak.

Biz Mickey ile yine bir görev sırasında ölmek üzereyken tanışıyoruz okur olarak. Yazının başındaki cümleyi de bu vesileyle sarfediyor. Koloni gemisi yeni bir gezegen bulmuş, Niflheim. Bu buz gezegenin keşfi sırasında düştüğü bir çukurda ölümü bekliyor Mickey. Daha önce altı kere ölmüş. Mickey 7 yedinci defa ölecek. Ama ölmüyor üsse geri dönüyor. Ondan umut kesildiği için Mickey 8 hemen yazıcıda üretilmiş. Büyük sorun böylece başlıyor. Ortada bir kişilik /ruh var ama onu taşıyan iki beden… 

Mickey 7’den Mickey 17’ye Ölüm Hep Ona Düşer

Parazit filmiyle Oscar alan Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun yeni filmi Edward Ashton’ın kitabının uyarlaması. Yönetmene Mickey’nin ölümleri az gelmiş olmalı ki filmin adı Mickey 17. Çünkü filme göre Mickey 16 defa ölmüş. 

Robert Pattinson’un Mickey’i canlandırdığı film bu hafta vizyona girdi. Girmesiyle birlikte Edward Ashton’ın üç yıl önce yayımlanan kitabı da gündeme geldi. Bizde İthaki Yayınları’ndan Burcu Denizci çeviriyle çıkan kitap, yaşadığımız şu tuhaf zamanlardaki düzen karmaşasının uzaya taşındığı bir alagori aslında. Hani şu kurulamayan yeni dünya düzeni karmaşasından bahsediyorum. Bu karmaşayı ele alırken yazar toplumsal bir hiyerarşi kurmuş romanın dünyasında. Büyük laflar eden hırslı ve az biraz aptal yöneticiler, narsizmle kendinden geçmiş insanlar, benim çıkarım benim karakterim diyen kanun ve kural tanımazlar, vicdanının sesini çoktan kaybetmiş uzmanlar ve bütün bunlar karşısında hayatta kalmak için ölüme bile razı olan sıradan biri, yani Mickey. Sistemin en altındaki biri o. Rahatlıkla ‘harcanabilir’ ve bu kimsenin umrunda da değil. Ama yazar Edward Ashton ona öyle bir misyon yüklüyor ki o insanlığı kurtarmak için sürekli ölmek zorunda. Yani bir kurtarıcı… 

Edward Ashton romanı, içinde bulunduğumuz düzen karmaşasına mizahla bakan sürükleyici bir bilim kurgu romanı. Yönetmen Bong Joon-ho’nun da bu hoşuna gitmiş olmalı. Çünkü o da Ashton’ın kurduğu dünyayı filmde görselleştirirken benzer bir tonu tutturarak filmi kotarıyor. Hatta yer yer bu mizah tonunu artırıyor. Tabii olay örgüsünde kimi farklılaşma eğilimleri yok değil. 

Mickey 7 romanının yazarı Edward Ashton. Fotoğraf: WetsideNews

Mickey 7’de İstila, Sömürgecilik ve Soykırım

Ama ölüm / ölümsüzlük ekseninde Mickey’nin yaşadığı ahlaki ve kimlik karmaşasını takip ederken hem kitap hem de filmin arkasındaki mesele istila, sömürgecilik ve soykırım… 

Nihayetinde insanlık yeni bir gezegen buluyor ve yeni bir düzen inşa edilecek ama buranın sakinleri var: Sürüngenler. Geminin yönetici için Sürüngenler toplu halde yok edilmeli ve insanlık burayı ele geçirmeli. Düzeni kurmanın başka çaresi yok. Bu yöneticinin içindeki hırs ve kararlarını eyleme geçirme pratiği, şovları da çok tanıdık. Mesela hemen aklınıza Trump ve onun gibi yönetici elite dahil insanlar gelebilir. Mickey içinse Sürüngenlerle birlikte bir dünya kurmak mümkün. Yani yeni dünya düzeni arayışında yönetici elitin ve en aşağıdakilerin yaklaşımları kitabın da filmin de tartışmaya açtığı bir konu. Ki hikayede kurtarıcı gibi görünenle aslında kurtarıcı olan arasındaki bu yaklaşım farkı da kitabın / filmin çatışma alanlarından biri. Ki çatışıyorlar da zaten. 

Mickey 17 filminden. Fotoğraf: Warner Bros

Mickey 17’e Sınıfsal Bakış

Bong Joon-ho hatırlanırsa Parazit’le en alttakiler ve en üsttekiler arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir şekilde anlatmıştı. Mickey 17‘de yazar Ashton’ın romanındaki sınıfsal çatışma hicvini ziyadesiyle kullanıyor. Onun için belki de en alttaki ve en üsttekini romana göre biraz daha fazla çatışmanın içinde bırakıyor. Bu çatışmadan kimin galip çıktığını söylemeyeyim. Ama tahmini zor değil. 

Harcanabilirden bir kurtarıcı yaratmak! Bu kurtarıcının ırksal ve türsel farklılığa açık olması. Vicdanının sesini dinlemesi. Hayatında sevginin bir yer kaplaması. Ölümsüz olsa da ölüm konusundaki hassasiyeti. Yeni bir dünya kurulur, idealistler de yerini alır denilebilir. Romantik bir bakış mı? İçinde yaşadığımız küresel düzen karmaşasını düşününce, karar vericilerin irrasyonel yaklaşımlarını gözümüzün önüne getirince romantik denilebilir. Ama Edward Ashton ve Bong Joon-ho için hiç de romantik değil bu bakış açısı. Hatta konuyu sınıfsal bir taşlama ile anlatsalar bile en alttakilere sağlam bir selam gönderme ve saygı duyma halini kıvrak bir zekâyla sezdiriyorlar. 

Previous Story

Akbank Kısa Film Festivali Başlıyor

0 0,00