Mekânsallaşan Bedenler - ArtDog Istanbul

Mekânsallaşan Bedenler

Nefeli Papadimouli’nin T H E P I L L'de gerçekleşen "Skinscapes" başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel 1 Şubat'ta sona eriyor. Sergi, sanatçının çarpıcı mimari kostümlerinden bir seçkinin yanı sıra bir dizi fotoğraf ve grafik notasyonlar sunuyor. Papadimouli ile mimari, heykel ve performans arasında hareket eden çok yönlü pratiğine vurgu yapan sergisini konuştuk.

/

Atina doğumlu ve Paris’te yaşayan sanatçı Nefeli Papadimouli’nin Skinscapes başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisi T H E P I L L’de izleyiciyle buluştu. Yarı dairesel bir formda düzenlenmiş giyilebilir heykellerin dikkat çektiği, bedenler ve onları çevreleyen ortam arasındaki ayrışma ve bireyselleşme kavramlarına odaklanan sergiyi sanatçı ile konuştuk.

01-IST
01 IST M

Serginizin başlığı Skinscapes, cilt (skin) ve manzara (landscape) kavramlarını ilgi çekici bir şekilde bir araya getiriyor. Bu başlığın kavramsal çerçevesini açıklayabilir misiniz? Çalışmalarınızda beden ile çevre arasındaki geleneksel sınırları nasıl yansıtıyor ya da sorguluyor?

Skinscapes hem serginin hem de galeri mekânında izleyiciyi karşılayan eser serisinin başlığı. Bu başlığı sergide bulunan farklı eserler için kavramsal bir rehber olması üzere kullanmaya karar verdik. Cildimiz, bizi dış dünyadan koruyan ve aynı zamanda ona bağlayan en büyük yaşayan organımızdır. Nefes alan bir organizma olması sebebiyle hem bir sınır, hem de bir geçittir. Çevremizdeki her şeyle olan fiziksel bağlantımızdır, bir yüzeydir de. Sergideki tüm eserler, birinden diğerine veya bireyden kolektife ve tersine geçişleri başlatarak, bağlantıları ele alıyor.

Çalışmalarımda sıklıkla bedenlerin ve manzaraların birbirine karıştıklarını görebilirsiniz. Bunlar “ilişkisel manzaralar” diye adlandırdığım geçici hibrit toplulukların görüntülerini sunuyorlar. Bu yeni oluşumların, bu yeni kolektif derilerin, mekânı işaret eden, dönüştüren ve hatta yaratan sistemler haline geldiğine inanıyorum.

Bu temayla olan ilişkinizi şekillendiren belirli deneyimler, felsefeler veya kültürel anlatılar var mı?

Sanatsal araştırmalarımın temelini kesinlikle kişisel deneyimlerimin ve sosyo-politik bağlama olan tutkumun birleşimi olduğunu düşünüyorum. Eğitim yolculuğuma Atina’da, ekonomik ve sosyal krizin hüküm sürdüğü bir dönemde mimarlık okuyarak başladım. Bunun düşünme ve analiz etme biçimimi etkilediğini düşünüyorum. Yunan halkı için özellikle istikrarsız olan bu dönemde, mekân ve toplumun birbirini nasıl karşılıklı olarak şekillendirdiğini anlamaya ve güvensiz bedenlerimizi barındırabilecek alanlar hayal etmeye çalışıyordum.

Bu uzun ve bir bakıma rasyonel araştırma sürecinde fark ettim ki, insanlık tarihi boyunca kurgu, fikirleri ve ideolojileri hem icat etmenin hem de aktarmanın en güçlü aracı olmuş. Daha psikanalitik yaklaşımlar üzerine araştırmalar yapmaya, edebiyat okumaya başladım ve geçici ütopyalar yaratabilmek adına daha şiirsel ve sanatsal stratejiler geliştirdim. Şimdi önerdiğim projelerin, bedenlerin tek bir deri altında birleşmiş hissedebileceği, radikal bir kapsayıcılık ile hareket eden mekânlar olarak işlev görmesini amaçladığını düşünüyorum.

Sergide, “mimari kostümler” olarak tanımladığınız bir eser grubu sunuyorsunuz. Görsel etkilerinin ötesinde, bu giyilebilir heykeller hangi rolleri üstleniyor? Performans için bir araç, bir yorum ya da her ikisinin kesişimi olarak mı tasarlandılar?

Sergide sunulan eserlerin çoğu çift yönlü bir statüye sahip. Bir yandan bir sanat eseri olarak heykel niteliğinde var olabilirken, aynı zamanda kamusal alanlarda kolektif ritüellerde etkinleştirilmek üzere tasarlanmış performans aksesuarları olarak işlev görüyorlar.

Bu “mimari kostümlerin” (heykel olarak) veya “bedensel maskelerin” (protez olarak) aynı anda hem geçmiş performansların arşivi olarak mevcut olana dair bir yorum sunduğunu hem de gelecekteki performanslar için bir davet niteliği taşıdığını düşünüyorum.

Bu giyilebilir heykellerin “grevde” olmaları, güçlü bir metafor. Onlar neye karşı grev yapıyor ya da neye direniyor? Bu kavram, daha geniş sosyo-politik ya da kültürel anlatılarla nasıl ilişkilendirilebilir?

Sanatın toplumdan ve onun kodlarından ayrı olmadığına ve olmaması gerektiğine inanıyorum; sanat, bunların bir parçasıdır. Son birkaç yıldır pratiğimi geliştirirken, eserlerimi hiçbir zaman tamamlanmayan, sürekli varlıklarını sürdüren ve bu şekilde direnen yapılar olarak kurgulamanın yollarını arıyorum—çünkü hayatta kalmak, aynı zamanda direnmek demektir.

Bu performatif eserler, etkinleştirilmek üzere tasarlansa da bazen gönüllü olarak edilgen kalmayı seçiyor. Bu, bir geri çekilme biçimi ya da belki de sürekli olarak yeni ve arzu edilen içerik üretme baskısına karşı bir protesto niteliği taşıyor. Sosyal mücadelelerin kodlarını ve dilini kullanmanın, sanat emeğiyle ilgili çeşitli soruları gündeme getirdiğini ve nihayetinde genel olarak emek kavramı üzerine de düşündürdüğünü umuyorum.

Yaratıcı sürecinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Resim, heykel, tiyatro, dans, moda ve mimariden öğeleri nasıl birleştirip uyumlu yaratımlar haline getiriyorsunuz?

Bence çalışmalarımın çoğundaki ortak nokta, hem bir sanat eseri olarak var olabilmeleri hem de kolektif performansların gerçekleşmesi için temel unsurlar olarak işlev görmeleridir. Eserlerin bu içkin kimlik karmaşıklığı, onları bir kategoriden diğerine geçmeye teşvik ediyor. Her proje, farklı referanslardan besleniyor ve performatif eylemlerin gerçekleşmesi için geliştirilen farklı aşamalar, birbirini tamamlayan ve etkileyen çeşitli malzemeler aracılığıyla şekilleniyor. Örneğin, bir çizim koreografik bir senaryo olarak işlev görebilir ve bu şekilde yorumlanabilir; bir tablo, giyilebilir bir heykelin parçası olabilir ve bu heykel, kolektif bir performansın aksesuarı olarak kullanılabilir; koreografi sayesinde ise yeni bir mekânsal yapı ortaya çıkabilir.

Önceki bir röportajınızda, eserlerinizin “sanat tarihinin disiplinlerarası doğasından beslenen melez yaratımlar” olduğunu belirtmiştiniz. Bu melezlik, çalışmalarınızda nasıl bir hikâye anlatımı ya da eleştiri aracı olarak işlev görüyor?

“İlişkisel haritalar” serisini üretmeye başladığımda—bazıları sergide de yer alıyor—amacım bir şekilde kendisinden kaçabilen eserler üretmekti. Sürekli bir oluş sürecinde olan, bu yüzden de her zaman “tamamlanmamış” kalan ve potansiyelini koruyan eserler yapmak istiyordum. Kısacası, eserlerimin her zaman canlı kalmasını istedim; önceden belirlenmiş kimlikleri ya da kategorileri aşan, melez yaratımlar olsun istedim. Başlangıçta yaklaşımım soyut ve felsefi bir araştırma olarak başladı, ancak zamanla bu, benim için bir çalışma ve üretim metodolojisine dönüştü. Geçtiğimiz yüzyılın farklı medya türleri arasındaki sınırları aşan sanat eserleri ve sanatçıları üzerine çalışmak benim için özgürleştirici bir deneyim oldu. Malevich’in Victory over the Sun eserini, Schlemmer’in Triadic Ballet’ini veya Lygia Clark’ın Paris’e geldikten sonra ürettiği işleri keşfetmek bana şunu gösterdi: canlı eserler yaratabilmek için hayata onlara müdahale etme şansı vermek, bilinmeyenle birlikte üretmek ve bunun getireceği tüm riskleri göze almak gerekir.

Bir serginin mekânsal kürasyonu, sanat eserlerinin nasıl algılandığını önemli ölçüde etkileyebilir. Eserleriniz ile sergi mekanı arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldınız? Fiziksel yerleşimin izleyicinin deneyimine nasıl katkı sağladığına dair bazı içgörüleri paylaşabilir misiniz?

Araştırmam, öncelikli olarak, maddi bedenleri mekânsallaşan ve mekânı şekillendiren varlıklar olarak ele aldığımızda ortaya çıkan farklı ekosistemlere ve bu bedenlerin çevreleriyle kurduğu ilişkilere odaklanıyor. Kişisel bir sergi tasarlarken, sergi mekânı ve mekânsal kürasyon, çalışmamın elbette temel unsurlarını oluşturuyor.

Sergide heykelleri mekânı yeniden yaratan yumuşak bir mimari olarak yerleştirmeye karar verdik. Amacımız, eserleri “yumuşak duvarlar” olarak sunmak ve izleyicileri galeri alanını yeni mekânsal rotalar aracılığıyla keşfetmeye davet etmekti. Açık bir yerleşim planı oluşturduk; burada eserler, koridorlar veya geniş geçişler tanımlayarak ziyaretçiyi farklı bakış açılarından eserleri keşfetmeye yönlendiriyor. Eserler ile boşluk arasındaki ilişki ve farklı eserlerin birbirleriyle kurabileceği görsel diyaloglar, bizim için büyük önem taşıyordu.

Bu eserler üzerinde düşündüğünüzde, izleyiciler arasında hangi diyalogları ya da soruları uyandırmayı umuyorsunuz? Skinscapes‘in bugün kültürel iklimde özellikle zamanında ya da anlamlı olan yönleri olduğunu düşündüğünüz bir şey var mı?

Skinscapes bir bakıma iyimser bir öneri. Sergideki yapıtlar iş birliğine, karşılıklı anlayışa ve birbirine değer vermeye birer övgü olarak görülebilir. Eserlerin, bedenlerimizle mekânı işgal etme şeklimizin, toplumsal dengeyi sağlamak için temel unsurlardan biri olduğunu ortaya koymaya çalıştığını hissediyorum.

Nefeli Papadimouli Hakkında

Atina doğumlu ve Paris’te yaşayan sanatçı Nefeli Papadimouli lisans eğitimini Atina Ulusal Politeknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde tamamladıktan sonra Ecole Nationale Supérieure de Beaux-Arts de Paris’te yüksek lisans ve Le Fresnoy-Studio National’da yüksek lisans yaptı. Papadimouli, Stavros Niarchos Vakfı Artworks Bursu (Yunanistan, 2018); Prix Dauphine pour l’Art contemporain (Fransa, 2019); Prix Matsutani (2022) ve heykel dalında Académie des Beaux Arts Prix Pierre Cardin (2023) ödüllerinin sahibidir.

Son kişisel sergileri arasında Étoiles Partielles, kür. Claire LeRestif, Le Crédac, Ivry sur Seine (Fransa, 2023); Relational Cartographies, kür. Keren Detton & Janny Devrient, Ter Posterie, Rosealare (Belçika, 2022) ve Build the World of the You – ACTE, Le Concept, École d’Art du Calasisis, Calais (Fransa, 2021) bulunmaktadır.

Previous Story

OrtakKat Sergileri “Pay, Payda, Küme” Temasıyla Başladı

0 0,00