Beyoğlu’nun ara sokaklarında yürürken, Cihangir ile Çukurcuma arasında, Simbart Projects’in cephesindeki büyük camda bir leylek figürü karşılıyor yoldan geçenleri. Sanatçı Medine İrak’ın çizdiği bu zarif kuş, içerideki sergiye sessizce işaret ediyor; göçün, yönsüzlüğün ve hafızanın izini süren bir yolculuğa davet ediyor. Sınırların Ötesinde, İrak’ın galerideki ikinci kişisel sergisi. 1 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek bu sergi, kuş figürü üzerinden göç, aidiyet, mekân ve belleği sorguluyor.
Yönü Yok Ama Yolu Var
Sergiye adım attığınızda, yan yana yerleştirilmiş iki yağlı boya eser karşılıyor; hemen yakınlarında ise farklı türlerden onlarca kuş figürü yan yana dizilmiş. Sanatçı, toplam 45 parçalık üretiminde 39 farklı kuş figürüne yer verdiğini söylüyor. Bu kuşlar yalnızca doğanın parçaları değil; aynı zamanda yerinden edilmenin, yönsüz ama yol bulan hareketlerin, bireysel ve toplumsal hafızanın ve insan eliyle çizilmiş sınırların sessiz tanıkları… Sanatçı mekâna yerleştirdiği iki kuş yuvasıyla da doğanın ihtiyaca dayalı sadeliğini görünür kılıyor. Bu yuvalar, gösterişli kuş saraylarının karşısında, doğaya içkin zekânın ve işlevselliğin simgesi haline geliyor. Medine İrak şöyle diyor:
“Kuş sarayları insan elinden çıkan bir tasarım ürünü. İşçilik ve entelektüel birikimin birleşimi. Ama doğaya baktığında, kuş da kendi yuvasını içgüdüsel olarak yapıyor. Ona kimse öğretmedi.”

Sergideki işler, bu iki uç yapı arasında bir geçiş alanı kuruyor. Sanatçının çizimleri ve resimleri, doğanın sadeliği ile insanın müdahaleci ve çoğu zaman estetikle sarılmış iktidar arzusunu yan yana getiriyor. Göç, aidiyet, yönsüzlük ve sezgisel bilgi sergide, kuşların taşıyıcısı olduğu katmanlı bir anlatıya dönüşüyor.
“Kuş, özgürlüğün simgesi: yönü yok ama yolu var. Ne sınıra uyar, ne duvar tanır.” diyor İrak. Bu özgürlük hali, izleyiciyi de alışıldık bakış açısının dışına çıkmaya, kuşun gözünden düşünmeye davet ediyor. Hem doğaya hem insana, hem geçmişe hem bugüne yukarıdan ve biraz da içeriden bakan bir yolculuk…
Sınırların Ötesinde sergisi, Medine İrak’la konuştuk.
“Sınırların Ötesinde” başlığı senin için ne ifade ediyor? Kuş figürüyle bu tema arasında nasıl bir bağ kurdun?
“Sınırların Ötesinde” benim için şöyle bir şey ifade ediyor: Sınır, aslında basit bir çizgiyle başlar. Mesela iki kişi arasında bir sınır koymak istediğimizde bunu fiziksel bir çizgiyle gösterebiliriz. Ama sınırı tanımlamak için illa fiziksel bir çizgiye gerek yok. Tarih boyunca sınırlar çoğunlukla fiziksel mekânlar üzerinden tanımlanmıştır. Özellikle surlar gibi… Bunlar güvenliği temsil eden yapılar. İnsan uzaklaştığında, bu fiziksel sınırlar sadece bir çizgi gibi görünmeye başlar.
Yani ben burada “sınırların ötesi” derken, bireysel ya da mekânsal sınırları aşmayı kastediyorum. Bu da insanda sürekli bir özlem yaratıyor. Ancak bunu gerçekleştirme süremiz, bizden farklı bir varlıkla—örneğin bir kuşla—kıyaslandığında çok daha uzun. Bu yüzden kuş figürü sergide bir metafor olarak yer alıyor. Kuş, sınırı aşmayı temsil ediyor. Onun gözünden bakmak, farklı bir perspektif getirmek, öteye geçmek; yani mekânın dışına çıkmak anlamına geliyor. Bu, hem kişisel hem de toplumsal yaşanmışlıkların bir sonucu.
Bir de sergiye eşlik eden kuş yuvaları var. Sen onlara “kuş sarayları” da diyorsun…
Aslında bu benim kullandığım bir ifade değil. Osmanlı döneminde yapılan ve cami, hamam ya da konakların dış cephelerine yerleştirilen kuş evlerine “kuş sarayı” deniyor. Bu yapılarda şöyle bir anlayış var: “Ben bir mekân inşa ediyorum ama bu mekânı doğayla paylaşıyorum.” İnsan kendi mülkünü inşa ederken bile, dış cephesini kuşlarla paylaşmayı gözetmiş. Onlara da “ev” değil “saray” yapmış. Buradaki desenler de bu anlayıştan esinleniyor. Dolayısıyla bu kuş sarayları strüktürüne dayalı olarak şekillendi. Ben onları strafordan yaptım. Daha önce de heykel denemelerim olmuştu ama daha çok kil (çamur) kullanmıştım. Ama o şekilde üretmek için ayrı bir atölye gerekiyor. Çünkü çamurla çalışmak başka bir düzen istiyor. Ben daha küçük boyutlu işler yapıyorum ve bu mekânın koşullarına göre üretim şekilleniyor. Bu sergideki işler, mekâna özel üretildi. Eğer dış mekâna yapsaydım, taş gibi daha kalıcı malzemeler tercih ederdim. Ama bu bir galeri sergisi. Yani geçici bir mekânda sergilenen işler. Bu nedenle hafif ve taş görünümünde ama strafordan ürettim. Bu üretim sürecinde bir sanatçının fikrinden yararlandım ama formu ve yüzeyi ben kendim geliştirdim. Taş görünümü, renk ve dokuya da ayrıca özen gösterdim.
Peki kuşu bir metafor olarak kullandığını söyledin. Hafıza ve toplumsal bilinç açısından bu sembolü kurarken hangi kaynaklardan beslendin?
Toplumsal bilinç üzerine düşünürken en çok etkilendiğim isimlerden biri Carl Jung oldu. Onun toplumsal bilinçaltı ve mitlerle kurduğu bağlantı, benim de kuş figürüne yüklediğim anlamlara yön verdi. Bu kavramların, bireyin reflekslerine ve otomatik davranışlarına nasıl yansıdığını önemsiyorum. Aynı zamanda John Berger’in Görme Biçimleri kitabı da bakış açımı çok etkiledi. Görmenin sadece fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda kültürel ve tarihsel olarak şekillenmiş bir algı biçimi olduğunu anladıkça, bu sergideki anlatımım da netleşti. Farklı disiplinlerden ve düşünce kaynaklarından beslenerek, kuş figürünü hem doğanın bir parçası hem de kolektif hafızanın taşıyıcısı olarak kurguladım.
Sergide toplam kaç kuş figürü var?
Başlangıçta 50 kuş figürüyle yola çıktım. Ancak mekâna yerleştirme sürecinde bu sayı değişti. Atölyede yerde ya da duvarda iyi duran bir düzen, sergi mekânında aynı etkiyi vermeyebiliyor. Mekânın atmosferi ve yerleştirme dinamiğiyle bazılarını elemek gerekti. Sonuç olarak, sergide yaklaşık 39 kuş figürü yer aldı.
Galerinin camına çizdiğin leylek figürü serginin önemli bir parçası. Bu figürün dışarıya bakıyor olması senin için ne ifade ediyor?
Galerinin dış cephesindeki camdan sokağa bakan leylek figürü serginin kavramsal çerçevesi ile doğrudan bir bağ kuruyor. Cam hem geçiciliği ve kırılganlığı temsil ediyor; sınır koyan ama gözle aşılabilen bir yüzey. Duvar gibi kapatıcı değil, karşıya bakmayı sağlıyor. Böylelikle sınırı hem koyan hem de geçirgen kılan bir malzeme hâline geliyor. İşin bir diğer yönü ise malzeme‑ritüel kesişmesi: kuş sarayları insan eliyle yapılmış tasarım ürünleri — işçilik ve entelektüel birikimin sonucu. Ama doğaya bakıyorsun, kuş da içgüdüyle kendi yuvasını yapıyor. Bu bir ritüel gibi. Bu hissi yakalamak için cama bu kuşu çizdim, süreci videoya da kaydettik. Cam, bu bağlamda hem sergi mekânına açılan pencere hem de bir fikir olarak devreye giriyor.
Sergideki Leylek heykeli göç temasına da gönderme yapıyor, değil mi?
Evet, daha önce göçle ilgili çeşitli işler yaptım. Özellikle mübadele dönemi üzerine çokça doküman izledim ve araştırma yaptım. Suriye göçü ya da Filistin’deki savaş da önemli çıkış noktaları olabilir. Ancak aslında tüm göçler aynı temel duruma dayanıyor: yersiz-yurtsuz kalma, yani yerinden edilme hali.
O dönemdeki işlerim göç temasını daha doğrudan ele alıyordu, şimdi ise bu tema daha sembolik bir boyuta taşındı. Kuşlar göç ederken hafızayı da beraberinde taşır. Bazıları kuş hafızasını unutkanlıkla ilişkilendirir ama aslında durum böyle değil. Sergideki teller ve bitki motifleri de sınırları, hem fiziksel hem sembolik olanları, temsil ediyor. Yani sergide sınır kavramı farklı katmanlarda ele alınıyor.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Kuşun bakışı — yukarıdan ve özgürce — günümüz kentleşmiş, sınırlarla çevrili dünyasında nasıl bir anlam taşıyor?
Kentleşme dediğimizde, serginin girişinde yer alan iki büyük işim özellikle Yedikule Surları’na gönderme yapıyor. Bu, doğadaki yuva yapma haliyle de bağlantılı. İnsanlık tarihi, ilk tasarımlarını tarım devrimiyle yaptı; barınma, yemek, güvenlik gibi temel ihtiyaçları karşılamak için. Surlar hem güvenliği temsil eder hem de bir tasarım ürünüdür. Bugün geldiğimiz noktada artık duvar örmemize gerek kalmadığı düşünülebilir ama hâlâ sınırlar örülüyor; örneğin Meksika sınırına çekilen duvar gibi. Teknoloji bu kadar ilerlemişken (yapay zekâ vb.), insan hâlâ sınır çizme alışkanlığını sürdürüyor.
İşte bu yüzden kuşun bakışına ihtiyaç var. İnsan üç boyutlu olarak gördüğü bu sınırları kuş yukarıdan baktığında düzleşiyor; sınırlar çizgiye dönüşüyor, engel olmaktan çıkıyor.