2024 Türkiye yerel seçimleri yaklaşırken geride bıraktığımız beş yıl boyunca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) hem kültür hem de sanat alanında yaptıklarına ve bundan sonra yapmayı planladıklarına odaklanmak istedik ve İBB Kültür Daire Başkanı T. Volkan Aslan’ın kapısını çalarak merak ettiklerimizi sorduk. İlçe belediyeciliğinden büyükşehir belediyeciliğine, şehrin kültür sanat etkinliklerinden yeni festival projelerine, kültür politikalarından İBB Miras’a, kapalı tiyatrolardan sanat eğitimi için planladıkları modellere kadar birçok şeyi konuştuk.
Volkan Bey, sizin kişisel olarak yerel yönetimlerde çalışma süreciniz nasıl başladı?
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldum. Sonra, Beşik Halk Oyunları Derneğini kurdum. Müzik ve halkoyunları eğitmenliği yaptım. Yüksek lisansımı Türk müziği bölümünde yaptım. Folklor çalışmaları için köy köy dolaştım. Bu süreçte derlemelerle ilgili üç kitabım yayınlandı. Uzun yıllar boyunca eğitmenlik, müzisyenlik, sahneyle ilgili birçok işte çalıştım.
Ataşehir Belediyesi’yle yolum, 2009 yılında “Sanat Eğitimini Mahallenize Getiriyoruz” projesini yazmamla kesişti. Sanat koordinatörlüğü ile başlayan belediye hayatım kültür müdürü olarak devam etti. 2023 yılında da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geldim.
İlçe belediyesinden bakınca Büyükşehir belediyeciliğinin kültürel hayatı nasıl görünüyordu?
İlçe belediyesinden bakıp, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültürel hayatını eleştirmek oldukça kolaydı. Dışarıdan gözlemlediğim şeyler vardı; hızlı bir şekilde müdahale etmem gerektiğini düşündüğüm. Göreve geldiğimde gördüğüm şeyler de vardı. Biraz hazırlıklı, ödevime çalışarak geldim çünkü göreve geliş sürecim 3-4 ay sürdü. Çok klasik bir yönetim şeklim vardır; gelir gelmez var olan hiçbir taşı yerinden oynatmadan mekanizmayı anlamaya çalışırım. Bu şekilde de oldu. Kısa bir süre içerisinde yeni gelen arkadaşlar ve önceden burayı yöneten arkadaşlarla uyumlu bir süreç yaşadık ve şu anda çok iyi ve organize bir ekip olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İlk günlerde neleri gözlemlediniz ve planladınız?
İlk etapta, İstanbul’un kültür sanat hayatının içerisinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi nerede duruyor ve İstanbulluların burayla kültür-sanat anlamında temas odakları ve noktalarını gözlemledik. İlk toplantımızda aldığımız ilk kararımız da yeni dönemde kültür merkezlerinin yeniden İstanbullularla buluşmasını sağlayacak yeni program içerikleri hazırlamak oldu.
Kültür merkezleri pandeminin de etkisiyle halk tarafından kullanılır ve takip edilir olmaktan çıkmıştı. Düzenli etkinlik programlarıyla, kültür merkezlerini yeniden takip edilebilir ve sürdürülebilir bir programa kavuşturmayı hedefledik. Bunun yanı sıra etkinliklere gösterilen özenle halkın da kullanımını arttırmayı amaçladık. Bunun yanı sıra kültür merkezlerimizde kurumsal kimliğimizi değiştirip özel çalışmalar yaptık, daha çekici hale getirmek için… İstanbul Senin gibi bir uygulamayı devreye sokup, tanınırlığını bilinirliğini, bilet alma sistemini kolaylaştırdık. Bunun yanı sıra kültür merkezlerimizde çay kahve ikramlarımızla sıcak ortamlar yaratmaya çalıştık. En nihayetinde de sanat eğitimleriyle sadece etkinlik yeri değil aynı zamanda bir sanat okulu olarak da kültür merkezlerini kurgusunu tamamen değiştirmiş olduk. Bugün kültür merkezlerimizde sanat eğitimlerine 7-14 yaş çocuklarımız ulaşabilirken, aynı zamanda sanatın farklı disiplinlerinde etkinliklerle haftanın 7 günü güzel vakit geçirebilir duruma getirdiğimizi düşünüyorum.
İBB Kültür Dairesi Başkanlığı ile Kültür AŞ’nin nasıl bir bağı var?
İBB Kültür Dairesi Başkanlığı bu işin ana yüklenicisi, bu projelerin çıkış noktası. Kültür AŞ bizim yol arkadaşımız, aynı zamanda bir içerik üreticisi, uygulayıcısı ve İstanbul Kitapçıları, Yerebatan Sarnıcı, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Miniatürk, Panorama 1453 Tarih Müzesi, Festival Park ve Şerefiye Sarnıcı’nın yürütücüsü.
İBB Kültür Dairesi Başkanlığı kültürel etkinliklerden ibaret bir alan da değil. Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü, Turizm Müdürlüğü, Şehir Tiyatroları ve Orkestralar Müdürlüğü olarak dört ayrı müdürlüğü bünyesinde barındırıyor. Sözünü ettiğim bütün müdürlüklerle tek tek ilgilenmeye başladım. Çatıyı İBB Kültür olarak belirledik. İBB Kültür+Turizm Müdürlüğü dedik. 3 + 1 yaptık, 3 müdürlüğü ayırdık. Ayrı ayrı marka çalışmak için onları ayırdık. Şu anda İBB Kültür ve Visit İstanbul markasıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İBB Miras, İBB Kültür’e 17 Mekân Devretti
İBB Miras’ın restorasyonu bitirip size devrettiği toplam kaç yer var?
İBB Miras’ın restorasyonunu tamamlayıp İBB Kültür’e devrettiği toplam 17 mekân var: Artİstanbul Feshane, Müze Gazhane, Yedikule Gazhanesi, Beyoğlu Sineması, Metrohan, Casa Botter, Anadolu Hisarı, Taş Mektep, Cendere, Sanat Müzesi, Bebek Sarnıcı, Gülhane Sarnıcı, Tarihi Moda İskelesi, Beşiktaş İskelesi, Kadıköy İskelesi, Haliç Sanat, Baruthane, İstanbul Tasarım Müzesi.
Restorasyonu süren ve yakında kentle buluşacak yerler var mı?
Çalışmalarımızın devam ettiği kapsamlı restorasyon alanları arasında; Rumeli Hisarı, Çubuklu Silolar, Haliç Tersanesi, Bulgur Palas, Kara Surları Belgradkapı, Anemas Zindanları, Taksim Maksemi, Ali Paşa Sarayı, Haldun Taner Sahnesi, Muammer Karaca Sahnesi, Kuyumcu Han, Bukoleon Sarayı, St. Pierre Han, Helva-i Yakup Tekkesi, Milion Taşı Arkeolojik Alanı, Saraçhane Kazı Evi (Aziz Polyeuktos Kilisesi) ve Eyüpsultan Mezarlığı’nı sayabilirim. Ayrıca Botter Apartmanı, Metrohan ve Yedikule Gazhanesi’nde ikinci etap restorasyon çalışmalarımız devam ediyor.
Şehir Tiyatroları ile ilgili neler yaptınız peki?
Şehir Tiyatroları’nın elini rahatlatmak gibi bir derdimiz vardı. Yılların birikmiş özlük sorunlarıyla ilgilenmeye çalıştık. Mevcut sahnelerin tadilatları da önemliydi. Şehir Tiyatroları’nda Genel Sanat Yönetmenimiz Ayşegül İşsever’le uyumlu bir çalışma süreci yürütüyoruz. İki senelik “İstanbul Klasikler İle Buluşuyor” repertuarı oldukça ilgi çekiyor ve devamlılığını sağlamaya çalışıyoruz. Bir taraftan 100 yıl projeleriyle çok güzel işlere imza attık hep beraber. Sahnelediğimiz 100. yıl oyunumuz ve bugünlerde devam etmekte olan “Cumhuriyetin 100. Yılında Tiyatroyu Geleceğe Taşıyan Sorular ve Öneriler” üst başlığıyla hazırlanan “100 Yıllık Ayna” tiyatro çalıştayımız oldukça önemli çalışmalar. Dünyanın en önemli tiyatro yönetmenlerinden Aleksandar Popovski ile “Savaş ve Barış” oyununun mükemmel bir prodüksiyon ile sahnelenmesi muazzam bir başarı…
Bir de Orkestralar Müdürlüğü var…
Orkestralar Müdürlüğümüz için ayrı bir planlama yaptık. İBB’nin orkestralarının marka değerinin yükselmesi gerektiğini düşündük. Hep de öyle düşünüyordum çünkü çok iyi orkestralar ama İBB Orkestrası deyince insanların aklına ya bando ya mehteran geliyordu. Bu algıyı değiştirmek için birlikte projelendirdiğimiz özel program serileri yapmaya başladık. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı için özel bir proje hazırlamamız istendi.
Önce 100. yıl ofisini kurduk, sonra 100. yıl logosunu hazırladık. 100. yılda 100 etkinlik şiarı ile işe koyulduk. Orkestralarımız 100. yılın lokomotiflerinden biri oldu. “Cumhuriyet Âşıkları”, “Yüzyılın Yüzleri” gibi önemli projelere imza attılar. Yine Orkestralar Müdürlüğü’nde de yılların birikmiş problemlerini ve sorunlarını çözmek için hem idari anlamda tutarlı işler yapmaya çalışıyoruz, arkadaşlarımızla beraber. Hem de geleceğe yönelik çok önemli İstanbul’un kültür ve sanat hayatını direkt etkileyecek yeni projeler hazırlıyoruz. Bunlar da çok yakın zamanda Ekrem başkanımız tarafından açıklanacaktır.
Turizm Müdürlüğü için neler yapıldı?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Turizm Müdürlüğümüze ivme kazandırmamız gerekiyordu. Genel Sekreter yardımcımız ve ekiple uyumlu bir çalışma dönemi geçirdik. Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu, Mahir Polat, Oktay Özel ve ben sürekli yeni şeyler üretme düşüncesiyle 7/24 saat çalışan kişileriz. Çalışmalarımızda Ekrem Başkanımızın desteği, Mahir Bey’in desteği yönlendirmesi ile uyumlu birliktelikle hızlı bir çalışma içerisine girdik. İçimizdeki çalışma, üretme isteği hiç azalmadı. Bu çalışmalardan sonra ortaya çıkan sonuç bütün yorgunluğumuzu alıyordu. Dur durak bilmeyen bir şekilde koşuyoruz, arkamızdan kovalayan mı var diye soruyorum bazen kendi kendime ama gerçekten arkamızdan kovalayan var.
Çünkü çok eksik görüyorsunuz, öyle mi?
Alanda halen örülmesi gereken çok ağ, yapmamız gereken çok iş var. İBB Kültür Dairesi Başkanlığı temsil ettiği ölçekle uğraşmıyor şu anda, temsil ettiği ölçeğe çıkması lazım. Bir ilçe belediyesi refleksi gösteriyor hala. Paydaşlarla beraber organize olmayı ve üst ölçekli çözümler üretme noktasına getirmemiz gerekiyor. Burada politika meselesinden bahsetmek istiyorum: Biz bu yeni dönemi biraz kültürleme sezonu gibi düşündük. Her yerde etkinlikler düzenledik ama daha da önemlisi herkesin ulaşabileceği etkinliklerdi bunlar. Kültürün, bizim tabirimizle halkın hakkı olarak tekrar gündeme getirilmesi, kültürün demokratikleştirerek her yere yayılması mottosuyla hareket ettik. Kültür Dairesi Başkanlığı’nın etkinlik yapıyor olması bir fonksiyon; bu güzel, bunu cebe koyduk. Bunu yapmaya devam etmeli. Şehir Tiyatroları’nın özerklik meselesinde bambaşka yeni şeylere de ihtiyaçları var. Onlara çalışıyoruz. Bir tarafıyla yeni bir yönetmelik, yeni bir çalışma prensibi belki de… Orkestralar bir taraftan marka değeri üretiyor bir taraftan yeni bir yapılanmaya gidiyor ama asıl olarak biz kültür politikaları birimi diye bir birimi gündemleştirdik.
Amacı ne “kültür politikaları”nın?
Buradaki temel amacımız şu: Biz hep devlet odaklı düşünüyoruz her şeyi. Bir yere, bir kültür merkezi açılıyor, “Biz İBB olarak gittik, kültür merkezi açtık içine de bunu uygun gördük” diyoruz ve bu kültür merkezinin içinde kendi koyduğumuz etkinlikler dışında bir şeyin yaşamasına da çok izin vermiyoruz.
Çünkü “Burası zaten benim alanım benim uygun gördüğüm etkinlikler olacak” zihniyeti…
Evet, mesela Cemal Reşit Rey’in kültür ve sanat sezonunu açıkladık. Genel Sanat Yönetmenimiz bir program hazırladı, çok güzel. Peki orada bağımsızlar ne kadar yaşayabiliyor? Bağımsız sanatçılar için CRR ne üretebiliyor konusunu yeniden tartışmak gerektiğini düşündük ve öyle bir kimliklendirme yaptık. Evet, CRR bizim konservatuvar öğrencilerinin gelip etkinlik izlediği bir yerse, o zaman fuaye alanı onların olsun. Orada öğrenci konserlerini versinler, hem konser versinler hem de bunun karşılığında aldıkları ücretle okul hayatlarına bir katkı sunalım düşüncesiyle müzisyen destek bursu başlattık. CRR’nin faydalanabilecek alanlarını biraz daha arttırmaya çalışıyoruz ama fiziki ortamı belli; yeni açılan kültür merkezlerini öyle programlamıyoruz artık. Planların ve projelerin içerisine şunları yerleştiriyoruz; paydaşlarla konuşup tartışıyoruz, nasıl bir mekân kurmalıyız, nasıl bir yer oluşturmalıyız? İçerisindeki fonksiyonları nasıl üretmeliyiz diye yeni bir terminoloji oluşturmaya çalışıyoruz. Mesela Ünalan Mahallesi’nde “kültür sanat odağı” diye bir projemiz var. Oraya dört tane prova sahnesi koyduk. Prova sahnesi literatürümüzde yoktu, Türkiye’de biz yaptık. Yönetmenin, oyuncuların dinlenebileceği 20 koltuğu da olan ses ve ışık sistemi de bulunan çok güzel bir prova sahnesi yaptık.
Sadece prova sahnesi değil mi?
Evet, o yüzden de az koltuk koyduk çünkü biz 150- 200 kişilik bir prova sahnesi yapsak, o bir süre sonra tekrar tiyatro sahnesi olur, genel kurullar için kullanılmaya başlanır, eninde sonunda salt prova sahnesi olmaktan çıkar. Derdimiz şuydu; “Anadolu yakasında prova sahnesi sorunun varsa, burada prova sahnesi var, gel provalarını burada yapabilirsin.”
Arkadaşlarımızla şunu da konuşuyoruz; prova sahnesini biz yönetmeyelim, yine tiyatrocular yönetsin. Kimin provasının saat kaçta olacağı, nasıl bir plan ve program yapacaklarına da kendilerini karar versin. İstediğimiz de kendilerinin yönetmesi. Yönetim kurulları kursunlar, mümkünse her yıl değişsin, kendi içinde demokratik olsun, orayı onlar yönetsin. Bunun dışında biz bütün mekânlarımızı zaten prova yapmak isteyen herkese açarız. Saatlerimizi tutturduğumuz sürece hiçbir problem yok. Sadece şöyle bir şey var, bizim kültür merkezlerimiz çok tercih edilmedi çünkü merkeze çok yakın değiller. Şimdi tiyatroların envanterini çalışıyoruz. Tespit ettiğimiz sahnesi olan 72 tiyatro var ama bunların hepsi aynı bölgelerde; Şişli, Kadıköy, bir kısım Fatih, çok az Kağıthane. Kadıköy’de ve yoğun olarak Beyoğlu… Bizim kültür merkezlerimiz ise Bakırköy, Sultanbeyli ve Sancaktepe’de… Doğal olarak prova yapmaya kimse bize gelmiyor. Şimdi bu da bir ihtiyaç aslında. Metroyla çabuk ulaşılabilir yerlerdeki kültür alanlarının sayısının artmasıyla çözülebilecek bir konu ve önümüzdeki dönem zaten bize çok güzel şeyler müjdeliyor. Kenter Tiyatrosu, Muammer Karaca Tiyatrosu bitecek. Pek çok alan çıkacak ve bu alanların çıkmasıyla beraber aslında tiyatro üreticilerinin ve tiyatro emekçilerinin bir kısım sorunlarını da buralarda çözebileceğimizi düşünüyoruz.
Bizim üst ölçekte politikacı veya Kültür Dairesi politika birimi olarak çalışacağımız esas meseleler bunlar. Bunların içerisinde müzisyenler var, sinemacılar var. Hepsinin de ayrı ayrı alanları ayrı ayrı birimleri… Bir şeyi üretmekle ilgili kaygıları giderecek meselelerden söz ediyorum. Ben Yeditepe Üniversitesi’nde, son sınıf öğrencilerine, kültür politikaları dersi veriyorum. Öğrencilerimin, özellikle çağdaş sanatla uğraşanların hiçbirinin heykel ya da resim yapacakları bir atölyesi yok.
“En Önemli Payeyi Sanat Emekçilerine Vermek Zorundayız”
Nasıl bir imkân sunacaksınız?
Yeni açılacak kültür merkezleri ve kültür yapılarının bizim sivilleşme politikası dediğimiz düşüncenin başat noktası, bağımsız sanatçıyı düşünmek zorunda olması. Biz kültür hakkı deyip, herkesin kültürden faydalanmasından bahsederken bence en önemli payeyi de sanat emekçilerine vermek zorundayız. Biz onların faydalanabilme alanlarını, üretebilme potansiyellerini geliştirmek istiyoruz.
Daha çok üretim için daha çok mekân ve altyapı yani…
Mekânsal sıkıntıları çözmemiz lazım, ancak o zaman üretim gerçekleşir fakat modeller hep şöyle gelişiyor; Kültür Bakanlığı yardım yapsın, İBB Kültür konser satın alsın, oyun satın alsın. Bu böyle çözülmüyor. Üretimi ne kadar tetiklediği de tartışmalı bir konu. Altyapı hizmetlerini doğru sağlamak önemli. Kültür merkezini açıp bir yılda 500 tane tiyatro oyunu gösterdik demek yerine biz kültür merkezimizi açtık, bir yıl boyunca 500 tane tiyatroya da ev sahipliği yaptık, gişesini açtı, biletini sattı oradan kendi kendini devam ettirdi diyebileceğimiz bir yapıya geçebilmenin peşinde koşuyoruz. Keza müzisyenler için bu zaten çözülebilecek bir sorun değil. Türkiye’de o kadar çok müzisyen var ki konser vere vere bitiremezsiniz zaten ama müzik üretme alanlarının, prova sahnelerinin, kayıt stüdyolarının belli oranda kullanımını ve sayısını artırarak bu işin en azından bir yerinden tutabilirsiniz. Güzel bir projemiz var…
Nedir, ne zaman öğreneceğiz o projeyi?
Yakında Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu açıklayacağı için ben açıklayamam ama gelecek 5 yıl kültür yönetiminde yepyeni bir dönemi açacak bundan çok eminiz. Şunu çok net görüyoruz, miras alanları bitip alanlar arttıkça zaten bir merkezi yönetimin alıp dolduramayacağı kadar çok fazla alan açılacak İstanbul’a. Biz çağıracağız, buyurun, gelin, üretim yapın, sizin olsun mekânlar bizim olmasın. Bizim olduğunda biz bize göre davranıyoruz. Yani biz kimiz? Devlet, kamu…
Eee tabii o da sanatsal ve yaratıcılık üzerine çalışmıyor…
Kamunun aklı ve erki neyin üzerine kurulu? Sanatsal üretim üzerine değil, zaten biz sanatsal üretime mecbur da değiliz. Öyle bir akılla da çalışmaz devlet. Devlet kendince şeyler ister. Hep tartışma konusu oldu mesela film festivalleri… Belediyeler, film festivalleri yapmaya kalkıştığında genelde sonu hüsranla sonuçlanıyor çünkü ne yaparsan yap, sen devlet aklıyla ve devlet içgüdüsüyle hareket edersin. Sen alan sağla bırak festivali bilenler yapsın.
“İstanbul’a Özgü Bir Festival Olsun İstiyoruz”
Seçim sonrası nasıl bir yeni dönem hayal ediyorsunuz?
Ekrem Başkanımızla beraber esas dert edindiğimiz şey; önümüzdeki dönemin kültür ve sanat emekçilerine daha faydalı bir dönem olması. Mekânsal problemlerle ilgili daha iyi bir süreç işlettiğimiz, sanat üretimlerini sergileyecekleri daha çok alanlar oluşturduğumuz, mevzuat çok uygun olmamasına rağmen fon projelerini üretebildiğimiz projeleri, prodüksiyonları; çıkma aşamasını destekleyebildiğimiz yapıları, çocukların her yerde her şekilde ulaşabildiği kültür ve sanat etkinlikleri ve eğitimleriyle bezediğimiz bir beş yıl hayal ediyoruz.
Bunun yanına da biz tabii ki hiç bitmeyecek olan etkinlik dizileri ve hakikaten İstanbul’a marka haline getirebilecek festivaller hayal ediyoruz. İstanbul 12 tane festival yapıyor, 22 tane de yapar. Bu sorun değil. Bunların hepsi olur ama iki tane büyük festival hedefimiz var, bunlara çalışıyoruz. O festivaller için dünyadan insanların bilet alıp gelebilmesini istiyoruz, onun için çabalıyoruz. Kültür diplomasisi ekibiyle beraber dünyadaki kültür yöneticilerini İstanbul’a çağırıyoruz, onlarla mekân geziyoruz ve İstanbul üzerine tartışıyoruz. Uluslararası iş birlikleriyle yeni festival içerikleri üretme gayesi içerisindeyiz. İstanbul’un parlayan bir yıldızı, İstanbul’a özgü bir festivali olsun istiyoruz.
Hangi alanda yeni festival düşünüyorsunuz?
Alan söylemeyeyim ama şöyle diyebilirim; İstanbul’un en önemli varlığı deniz… İnsanın aklına deniz deyince bunu tek başına sanatla sınırlamazsınız. Aklınıza sanat, spor, bir sürü şey gelir ve bu nimetten faydalanmamız lazım. Gerçekten faydalanamıyoruz bu durum kimsenin kabahati değil. Biz de böyle içerik üretme konusunda muazzam değiliz, işbirlikçi değiliz; Türkiye’den bahsediyoruz. Siz de dâhilsiniz. O yüzden herkes üstüne alınabilir. İşbirlikçi olma konusunda iyi değiliz, daha iyi olmaya çalışıyoruz. Ne kadar bilirsek bir bilene danışma noktasında daha yapıcı olmaya çalışıyoruz.
“Kültürün Demokratikleşmesi de Önemli”
2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yüzlerce proje, festival yapıldı. Çok büyük bir fırsattı, İstanbul Kültür Başkenti Ajansı vardı ama kötü yönetildi ve sürdürülebilir olmadı diye düşünüyorum ben. Sizin bu çerçevede sürdürülebilirlik adına düşünceleriniz nedir?
Ajans mantığını çok doğru buluyoruz. O zaman yanlış yürüdü ama mantık doğruydu. Biz de mesela Cumhuriyet’in 100. Yılı projeleri için 100. Yıl Ajansı kurduk. Buradaki amacımız 100. Yıl Ajansı sadece bizim ürettiğimiz projelerle değil, dışarıdan geleni de dinlesin, katılımcı olsun… Deprem olunca da 100. Yıl içine girdik. Adına kültür ajansı deyin, kültür politikası deyin, kültür fonu deyin biz bunu hayata geçirmek zorundayız. İnsanların proje de yazabildiği, gönderdiğinde fonlayabilen aynı zamanda İstanbul’a uluslararası etkinlik kazandırmak için bir sürü paydaşı dinleyebilen bambaşka bir mekanizmadan bahsediyoruz. Kültür politika birimi de böyle bir şey. Diyelim beş yıl boyunca çok güzel konser yaptım. Çok güzel oldu ama ne yaptın aslında, İstanbul’a ne kattın? Bu yüzden bir modelleme yapma zorunluluğu içerisinde çalışıyoruz. Kültürün demokratikleşmesi de önemli.
Nasıl bir modelleme bu?
Kültür ve sanatın herkese ulaşması için aslında “kültür hakkı”ndan başlıyoruz. İşte sivilleşme politikası diyoruz. Sivilleşme politikası şu, bundan sonra bir yere kültür merkezi kuracaksan orayı kim kullanacaksa ona sor. İçeriğini planlarken de yine sanatçılara, üreticilere bu alandakilere sor ve onların da olabileceği yerler yap demek istiyoruz. Sanatsal altyapı modeli diyoruz. O nedir? Bir çocuğun Türkiye’de sanat eğitimi alabilmesi için iki ihtimal var. Bir tanesi paran olacak, çocuk eğitim alacak ya da paran yoksa sanat eğitimi alamayacak. Biz bunları ücretsiz yaptık. İsteyen herkes istediği yerde ulaşsın ve bir şekilde çocukların en azından 2 yıllık temel eğitimlerini alabileceği imkânları sağlamak için bir model atıyoruz ortaya.
Geri dönüşler nasıl oluyor?
İnanılmaz… Ben bu işi çok yaptım Ataşehir Belediyesi’nde. İlçede daha kolaydı, yılda altı bin çocuğa ulaşıyorduk, zehir gibi çocuklar gönderdik konservatuvara, bazıları yurtdışına gitti. Kültür ve sanat Türkiye’de sınıfsal olarak da bir umut bence. Yetenek ve çalışmayla hala yürünebilecek bir yol var sanatta ya da bana öyle geliyor. Şöyle düşünün, bunu da böyle dramatize etmek istemiyorum ama yoksul bir ailede yaşıyorsanız çok iyi bir üniversiteye gidemeyeceğiniz aşikâr ama yoksul bir çocuğun iyi bir müzisyen olma ihtimali var bence… Bir eğitim alabilirse enstrüman çalabilir, tiyatro, resim yapabilir. Sanat eğitimini pahalı ve lüks olmaktan çıkarabiliriz.
Muammer Karaca Tiyatrosu ve Kenter Tiyatrosu sahnelerindeki son duruma gelelim…
Muammer Karaca Tiyatrosu yeni sezona yetişir diye düşünüyoruz. 2021 yılında İBB Miras tarafından başlayan restorasyon çalışmaları devam eden yapı, tiyatro işlevi yanında sergi, konferans ve çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapacak çok amaçlı salon olarak tasarlanıyor. Kenter Tiyatrosu’nun restorasyonu ise 1,5 yıl sonra tamamlanacak.
İstanbul’un kültür sanat hayatının kalbinin attığı İBB Kültür Dairesi Başkanlığı günümüz kültür sanat gazeteciliğini nasıl değerlendiriyor, merak ediyorum…
Bir kere çok değerli ve çok emek harcadığınız bir alan. Biz dergilerde ve gazetelerde yer almayı çok istiyoruz. Bu durum özellikle entelektüel camiada çok çabuk karşılık buluyor. O yüzden de bizim orada olmaya ihtiyacımız var. Biz düzenli bülten gönderiyoruz. Röportaj isteklerinin hiçbirini geri çevirmiyoruz çünkü cevap veremeyeceğimiz hiçbir şey yok. Yanlış yapıyorsak da yapıyoruz. Bunun da eleştirisine tahammül edebileceğimizi düşünüyorum.
Bizi inanılmaz ilerletiyor. Örneğin bir süreli yayın var, biz orada hiç olmadık, o dergiye girmek için koşulları yerine getiremedik, yüksek sanat yapamadık galiba. Biz reklam verelim her yere o ayrı bir konu ama reklam değil de haber değeri taşıdığımızı bir hissetsek iyi olur. Zaten sayımız az, birbirimize destek olmak zorundayız. Bir tarafıyla da kıymetli hissettirmemiz, onu hiç atlamamamız gerekiyor. Davet etmek, birlikte hareket etmek, oturup fikir alışverişi yapmak bunlar çok önemli ve her iki tarafı da çok besleyen şeyler.
Hadi boşlukları doldurarak söyleşimizi; İstanbul’da yakında kültür sanat hayatında “.….” olacak?
Her şey çok daha güzel olacak!