Biz tatil deyince yolunu mutlaka memlekete, Türkiye’ye düşüren yurt dışında yaşayan Türklerdeniz. Önce İstanbul, sonra diğer memleket topraklarını bütçemiz elverdiğince, ayrım gözetmeden ziyaret edip tanımaya çalışır, insanımız ve toprağımızla sevgi bağımızı tazeleriz. Bu yaz da öyle oldu… Deniz tatili yapmadan önce belli başlı müzelerimizi gezdik, kavurucu sıcaklara rağmen tarihi semtlerinde, sokaklarında dolanıp, artık her milletten oluşan kalabalıklarına karıştık. Gözlerimiz Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet’in ilk yılları demeden şehrin tarihini ele veren tüm güzellikleri yakalayıp belleğimize hapsetmeye çalıştı. “Yorulmadınız mı?” diye sorarsanız, “E, yorulmadık”. Biz İtalya’dan antrenmanlıyız. Hangi kentinde yaşıyor olursanız olun taş ustalarının dantel gibi nakış nakış işledikleri binaları, heykellerle süslü sokaklarını, meydanlarını görüp tanımaya ömür yetmez. Gönül isterdi ki Lidyalıları, Hititleri, Frigleri, Truva’yı, Doğu Roma’yı, Selçukluları ve daha nicelerini bağrında saklayan Türkiyemiz’de de durum aynı olsun, ama öyle değil.
Hep daha kötüye gidiyor. Gün geçmiyor ki, memleketin talan edilen doğal ve tarihi güzellikleriyle ilgili üzüntü verici bir haber duymayalım. Maden ocakları için yok edilen ormanlar, kurutulan nehirler, rant için yakılıp yıkılan tarihi yapılar, müstehcen diye sırra kadem basan, ‘içine tükürülen’, yerlerine dinozor maketleri konulan heykeller…
Korumada İtalyan Yöntemi
Dedim ya, biz İtalya’dan gelenler sokakları, meydanları gezerken gözlerimiz ister istemez özenle korunmuş tarihi eserler, usta sanatçıların ellerinden çıkma heykeller arar. Bu konuda, Türkiye’de bir hayli zorlandığımızı itiraf edeyim. Çevre ve kent dokusunu korumada, 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya hazırlanırken bir arpa boyu bile ilerleyememişiz, özellikle de kamuya yerleştirilen idareciler ile devlet kurumlarındaki politikacılar nezdinde. Ağacı kestirmemek, tarihi binayı yıktırmamak için mücadele veren insanımız olağanken, devlet katında aynı özenin gösterilmediğine, koruma kollama içerikli yasaların uygulatılmadığına tanık oluyoruz. Oysa ki, önce yasalarla korunmalı tarihi ve doğal zenginliklerimiz, kültür-sanat eserlerimiz. “İtalya nasıl böyle korunmuş?” sorusunun cevabıdır aslında bu.
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
Tadilat yapmak kolay mı?
Yaşadıklarımdan yola çıkarak anlatmaya çalışayım… Emilia-Romagna Bölgesi’nin Romagna’sında yaşıyoruz. Yeni evimizin restore edilmesi gerekiyordu. Aydınlık ev severim, pencereler daha büyük olsun istiyorum, öyle ki mümkünse tüm gün ışığı güneşle birlikte içeri dolsun. Mimar “Olmaz”, diyor. Evin metrekaresine göre, yapıda kaç pencere bulunabileceği, tabandan ne kadar yükseklikte olacakları ve büyüklükleri yasada belirtilmiş, farklı sayıda ve büyüklükte olmaları mümkün değil, yoksa evde oturma izni alamazmışız. Bu durumda, yapılacak bir şey yok, boynumuz kıldan ince. Evin önünde bir bahçemiz var, içinde nar, hünnap, fındık, erik… Üç de upuzun fıstık çamı. Yıllar içinde uzamışlar da uzamışlar; yaşlı ağaçlar artık meyve vermiyor. Damar damar kökleri ahtapotun kolları gibi sarıp yardıkları toprağın üzerinde ve bahçe duvarını delerek, evin önündeki yolun asfaltını birkaç yerden patlatmışlar. Yoğun kar yağışında, şiddetli bir rüzgârda devrilme tehlikeleri var. İçimiz burkularak, iki ağacı kestirme, üçüncüsünü ise kurtarma kararı alıyoruz. Çoluk çocuğun koşuşturup oynadığı parktaki ağaçları kestirmiyoruz ya, kendi bahçemizdeki iki ağacı kestireceğiz. Yılan hikâyesine döndü! Belediyeye durumu bildirdik, evraklar doldurup başvurumuzu yaparak, ağaçların neden kesilmesi gerektiğini anlattık. Uzmanlar gelip ağaçları kendi gözleriyle gördü, tehlikenin gerçek olup olmadığını kontrol ettiler. Belediyeden onay çıktıktan sonra, bu işlerde deneyimli bir şirketi çağırıp ağaçları kestirdik. Sonra o kesilen ağaçların yerine aynı sayıda benzer türde ağaçlar dikmekle yükümlü olduğumuz için, biz de İstanbulumuzu anımsatsın diye bir Erguvan ile bir Çin kavağı diktik. Bir süre sonra belediyeden yine görevliler gelip yeni ağaçları usulüne göre dikip dikmediğimizi kontrol ettiler. Bu işler olup biterken geçen süreyi, harcadığımız parayı ise hiç sormayın…
Evler ve yeşil alanlar böylesine korunurken, kültür-sanat eserleri kim bilir nasıl korunuyordur, düşüncesinin aklınıza gelmiş olması çok doğal. İtalya’da dolaşırken kolu, bacağı koparılmış heykeller, üzerine yazılar yazılmış, çöp dağına boğulmuş eserler görmeniz mümkün değil. Pek çok ülkeden her yıl milyonlarca turistin akın ettiği bu ülkede hiç mi nahoş olaylar olmuyor, oluyor tabii.
Bu yaz başında, televizyon ve gazetelere Roma’dan bir haber düştü. Genç bir İngiliz, kız arkadaşına olan aşkını tüm dünyaya ilan etmek için, anahtarla Kolezyum’daki mermere, “İvan, Hayley’ye âşık” yazısını kazırken görülmüştü. Tüm İtalya çalkalandı. Tarihi esere zarar veren saldırganın cezası 2 ila 5 yıl hapis, 5 bin avroya kadar para cezası… Haziranda 27 yaşındaki bu İngiliz’in yaptığına öfkelenen İtalyanlar, temmuzda 17 yaşındaki İsviçreli kıza sinirlendiler. Bir turist rehberi, bu genç kızın yine Kolezyum’daki duvara ismini kazırken videosunu kaydetmişti. Birkaç gün sonra ise yine 17’sinde bir Alman öğrenci aynı haltı yerken, carabiniere’lere yakalanmıştı. Gençlerdeki bu tarihi eserlere isim kazıma ısrarının nedeni bilinmez, ama aşklarını kalplerine yazmak yerine illa Kolezyum’a yazıp İtalyanları çıldırtmak niyetinde oldukları kesin.
Türkiye ile karşılaştırıldığında bunlar devede kulak olaylar tabii. Öyle şehvetli diye balyozla heykellere saldırmak gibi olaylar yaşanmaz burada. Meydanlarda sergilenen eserlerin büyük kısmı çıplaktır. Bologna’daki meşhur Neptün Çeşmesi’nin tepesindeki çırılçıplak Tanrı Neptün’ün önünde her milletten insan, Almanı, İngilizi, Arabı, Türkü, mini eteklisi, türbanlısı da havalı fotoğraflar çekinip, ülkesine döndüğünde eşe dosta gösterir, sosyal medyada paylaşır. Heykeller ahlaksız, sanatları müstehcen diye İtalya’yı protesto edip turistik gezi yapmayan ya da bu ülkede yaşamama kararı alan İslamcılara daha rastlamadık. Müslüman göçmenlerin akın akın gittiği, milyonlarcasının yaşadığı topraklardır, çıplak heykellerin her köşe başında sergilendiği Avrupa. Ama ne hikmetse, İslamcı iktidarın 20 yıldan fazla süredir yönetiminde olduğu Türkiye’de televizyon kanallarında her türlü ahlaksızlık sürekli pompalanırken, meydanların süsü o tek tük heykeller, şehvetli, ahlaksız diye sırra kadem bastırılıyor ya da zarar verme amaçlı saldırıya uğratılıyor.
Kovulan Heykeller
Bu ziyaretimizde de iyice anladık ki, yeşili kovan Türkiye’nin meydanlarından heykeller de kovulmuş. Merak edip, yerinden edilen heykellerin izini sürüyoruz. Aklımıza hemen Mehmet Aksoy’un büyük ses getiren İnsanlık Anıtı geliyor. Anıt, Kars’ın Üçler Tepesi’ne yerleştirilmişti. Ancak bir süre sonra şehri ziyaret eden Başbakan Erdoğan heykeli ‘ucube’ olarak niteleyip yıkılmasını isteyince, eser 2011’de vinçle yıkıldı.
Ankara’da heykeltıraş Kuzgun Acar’ın yaptığı, topraklarımızın kuraklaşmasını işleyen Türkiye rölyefi de kaybolan eserler arasında. O zamanlar Ankara’nın en yüksek binası olan Gökdelen’inBulvar’a bakan cephesine 1966’da monte edilmişti. Rölyef, 1988’de binada yapılan tadilat sırasında Emekli Sandığı’nın deposuna konuldu. Daha sonra ise hurdaya satılmış olduğu öğrenildi.
Ankara’dan devam edelim… İtalya tarafından Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye hediye edilen Su Perileri heykeli Kızılay, Hacettepe parkı ve Tandoğan meydanına konulduktan sonra 1992’de kaldırıldı. Üç çıplak su perisinin ellerinden dökülen sularla oluşturduğu iki katlı havuzun yerine, bir tabak üzerinde duran çiniden yapılma büyük bir ibrik konuldu. Ankara Tandoğan Meydanı’ndan kaldırıldıktan sonra yaklaşık 18 yıldır depoda bekletilen ‘’Su Perileri’’ heykeli, Cer Modern’in bahçesinde konumlandırıldı.
Yok edilen heykeller konusunda başkent Ankara’nın sicili bir hayli kabarık. Bulvar ve Cinnah caddelerinin birleştiği meydandaki Balerin Kızlar heykeli de çıplak oldukları gerekçesiyle sapa bir köşeye sürüldü.
Türkiye gündemini uzun süre meşgul eden ağzı yok dili yok bir heykel krizi yine başkentte yaşanmıştı. Dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek 1994’te, Mehmet Aksoy’un Periler Ülkesinde adlı heykelini, “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyerek Altınpark’tan kaldırttı. Aksoy’un Şahmeran efsanesinden yola çıkarak yaptığı eser, kanatlı bir melek heykelidir. Sanatçının açtığı dava sonucunda Melih Gökçek, Aksoy’a tazminat ödemeye mahkûm edilmiş, eserin de eski yerine konulmasına karar verilmişti.
Başkentte özetle durum böyleyken İstanbul ve İzmir’in heykeller açısından daha özgür şehirler olduğunu düşünenler çok yanılır.
Heykel çalma sanatı!..
1972’de Cumhuriyet’in 50. yılı nedeniyle İstanbul Valiliği’nin oluşturduğu Cumhuriyet’in 50. Yılını Kutlama Komitesi, kamuya açık alanlara heykel yerleştirme kararı alır. Bu karar çerçevesinde, o tarihte park ve bahçelere yerleştirilen 20 heykelden çok azı günümüze kadar ulaşabildi, kimi tahrip edildi, kimi de park ve bahçelerin kuytu köşelerine sürgün edildi.
Sanatçı Metin Haseki’nin Negatif Form adlı heykeli Gümüşsuyu Parkı’na konulduğunun ertesi günü ortadan kayboldu. Beton kaideye çelik bir boruyla monte edilmiş olan heykel, çelik boru kesilerek çalınmış. Hakkı Karayiğitoğlu’nun İstanbul Belediye Sarayı’nın önüne yerleştirilen Bahar adlı heykeliyse adeta sürgün edildi. Birkaç yer değişikliği sonrasında Emirgan Korusu’ndaki Sarı Köşk’ün önüne yerleştirildi. Heykeltıraş Tamer Başoğlu’nun Yenikapı’ya yerleştirilen, tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit’e adanmış soyut heykeli Kompozisyon da 1986’da ansızın ortadan kayboldu.
Politik tartışmalara malzeme edilmiş bir başka heykel öyküsü de İstanbul’dan. Dönem, Milli Selamet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin koalisyonu dönemi. Krize dönüştürülen eser ise Gürdal Duyar’ın Yıldız Parkı’na yerleştirilen Güzel İstanbul adlı heykeli. Eser, denizden yeni çıkmış, başını geriye doğru atarak gökyüzüne bakan çıplak bir kadın figürü. Bu heykel nedeniyle CHP ile MSP arasında sert tartışmalar yaşandı. Heykel müstehcen olduğu gerekçesiyle MSPliler tarafından şiddetle eleştirildi. Sonunda Duyar’ın eseri, 18 Mart 1973’te yerinden kaldırılarak Kumkapı’da kumların üzerine atıldı, sonra buradan alınıp yeniden Yıldız Parkı’na, ancak bu sefer kimseler görmesin diye sapa bir köşeye bırakıldı.
Seyhun Topuz’un 4. Levent’teki Abstre adlı heykeli 1984’te yol genişletme çalışmaları sırasında ortadan kayboldu. Fındıklı Parkı’na yerleştirilen Füsun Onur’un Soyut Kompozisyon’u 1985’te yerinden kaldırıldı ve o da kayıplar listesine girdi.
Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun önünde yer alan Zerrin Bölükbaşı’nın Figür adlı heykeli de yerinden edilenlerden. Bu heykel 2009’da Harbiye Radyoevi’nin arka tarafına, bir beton kaide üzerine yerleştirildi. Heykel bugün oldukça yıpranmış durumda. Nusret Suman’ın Saraçhane Parkı’ndaki Mimar Sinan heykelinin akıbeti ise belli değil.
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
Cihangir Güzeli’nin Başına Gelenler
Kâmil Sonad’ınÇıplak adlı genç kız heykeli de birkaç kez yer değiştirdi. Eser ilk kez, Sarayburnu Parkı’nda sergilendi. Daha sonra Gülhane Parkı’nda sapa bir yere konuldu. 2002’de Gülhane Parkı’nın yeniden düzenlenmesi sırasında ise yerinden kaldırıldı. Heykelin bugün nerede olduğu bilinmiyor. Gülhane Parkı’ndan kaldırılan bir diğer heykel ise Kuzgun Acar’ın. Sanatçının Tavus adlı heykeli 1984’te yerinden edildi.
İnayet Türkoğlu’nun Cihangir Güzeli adlı eserinin başından geçenler ise tam filmlik. Heykel, Ağustos 2001’de Cihangir Parkı’ndayken sırra kadem bastı. Polis, mahallede otopark işleten A.Ç’nin arkadaşlarıyla birlikte heykeli kaidesinden sökerek otoparkta alıkoyduğunu ortaya çıkardı. Otopark işletmecisi heykeli çalma gerekçesini, “Bu heykel beni bile şehvete getiriyor. Çocuklar görünce kimbilir neler olur,” diye açıklamıştı. Otoparkta bulunan heykel yerine dikildi, ancak Cihangir Parkı katlı otopark olunca heykel yerine tekrar yerleştirilmedi.
Akdeniz Heykeli yerini buldu mu?
Bir diğer çokça tartışılan eser, İlhan Koman’ın ünlü Akdeniz heykeli. Heykelin sergilendiği yer uzun uzadıya tartışıldıysa da, henüz herkesi memnun edici bir sonuca ulaşılmış değil. Eserin hayat buluş öyküsü, Halk Sigorta 1978’de Koman’a bir heykel yapma teklifinde bulunduğunda başladı. Koman, 3 yıllık çalışmayla tamamladı Akdeniz heykelini. Kollarını yana açmış kadın, adeta tüm insanlığı kucaklıyor. 12 milimetre kalınlığında tam 112 metal levha bir araya gelmişti heykel için. Eser, 1980’de Halk Sigorta’nın Zincirlikuyu’daki binasının önüne yerleştirildi. Heykelin mülkiyeti, Halk Sigorta’nın adı 2000’de Yapı Kredi Sigorta A.Ş. olarak değiştirilince, Yapı Kredi Sigorta’ya geçti.
Tüm bu zaman zarfında heykelin doğru yerde sergilenip sergilenmediği konusu ise sık sık gündeme geldi. Heykelin yerinin uygun olmadığını dile getirenlerden Abidin Dino, 1981’de Milliyet Sanat Dergisi’ndeki yazısında şunları söylemişti: “Bu koca eser tepelik bir yerde kentin baş övüncü olmalıydı.”
Heykelin yerinin değiştirilmesi 1998’de yeniden gündeme geldi. Çetin Altan, heykelin Köyceğiz İztuzu Plajı’na taşınmasını önerdi. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın da desteğini alan bu öneriye, karşı çıkanlar oldu. Sanatçılar, ünlü heykelin kentle bütünleştiğini ve dolayısıyla İstanbul’da kalması gerektiğini söyledi. Heykel, Mayıs 2005’te İlhan Koman Retrospektif Sergisi kapsamında, Zincirlikuyu’dan alınıp Galatasaray Meydanı’na getirildi. Sanatçılar, yazarlar ve mimarlar heykelin Galatasaray Meydanı’nda kalması gerektiğini öne sürdü. O günlerde Zülfü Livaneli, Akdeniz heykelinin büyük boyutlarda bir kopyasının İstanbul’un sembolü olabileceğini belirterek, heykelin Sivri Ada’ya konmasını önerdi. Yine aynı dönemde Antalya Büyükşehir Belediyesi, heykeli satın almak istedi ama olmadı. Heykel, Haziran 2005’te Yapı Kredi Sigorta’nın Levent’teki Genel Müdürlük Binası’nın önüne, ağaçlar arasında gözlerden uzak bir köşeye konuldu. Günümüzdeyse İstiklal Caddesi’ndeki Yapı Kredi Kültür Sanat binasının üçüncü katında bulunuyor.
İstanbul’daki heykel kırımını kısaca anlattıktan sonra bir de İzmir’e bakalım. Yok edilen heykeller listesinin başında ilk gözümüze çarpan Çakabey büstü oldu. Çakabey Meydanı’na konulan büst, o meydandaki trafiğin yeniden düzenlenmesi sırasında ortadan kayboldu. Yıllar sonra bir öğretmen bu büste, Sasalı’daki Çakabey Koleji’nin bahçesinde rastladı.
Heykelden tüfek çalmak…
Kıbrısşehitleri Caddesi’nde sergilenen Mahmut Esat Bozkurt heykeline zarar verilince dönemin belediye başkanı tarafından tamir ettirilip Basmane Semt Merkezi’ne kaldırıldı. Cumhuriyet Meydanı’nda sergilenen, İtalyan heykeltıraş PietroCanonica’nın eseri Gazi Mustafa Kemal Atatürk heykelinin rölyefinde bulunan askerin iki eliyle havaya kaldırdığı tüfek sırra kadem bastı. Heykeltıraş Şadi Çalık’ın Lozan Kapısı girişinde yer alan 27 Mayıs Anıtı’nın parçalandığını öğrenmek de çok üzücü. Kültürpark’ta bulunan kadın heykellerinin de ayakları kırılmıştı. Usta heykeltıraşın, Yavuz Sultan Selim büstü, Fuar’daki Sümerbank pavyonu duvarında görülen Genç kız ve koçbaşı da İzmir’in kayıp heykelleri arasında yer alıyor.
Sadece Ankara, İstanbul, İzmir mi?.. Hangi şehri mercek altına alırsanız alın durum aynı, hatta belki daha da kötü. Ülkemizin yok edilen, tahrip edilen, sürgen edilen heykellerini say say bitmez. Park ve bahçeler, meydanlarımız çıplak, buralarda tek tük de olsa göz okşayıcı heykellere rastlamak neredeyse imkânsız. “Dış mekânlarımız sanattan özellikle koparılmış”, dersek hiç de yanlış olmaz.
O hep yolunu gözlediğimiz eğitimli yerli ve yabancı turistin; şimdiki gibi AVM, AVM dolaşıp liranın değer kaybı nedeniyle kendisi için sudan ucuz olan uluslararası giysi markalarını ziyaret edip, o markaların yabancı sahiplerini zengin etmediğini ne zaman öğreneceğiz acaba? Belki o zaman, sürgün edilen heykeller şehirlerde hak ettikleri yerlere geri dönerler.