Kaldırım Şairi “Ememem” Ankara'da - ArtDog Istanbul

Kaldırım Şairi “Ememem” Ankara’da

Fransız sokak sanatçısı Ememem, “flacking” adını verdiği mozaik enstalasyonları şimdilerde Ankara’nın sokaklarını süslüyor.

/

Kent sokaklarındaki çatlakları renkli mozaiklerle onaran ve bu pratiğe “flacking” adını veren Fransız sanatçı Ememem, dünyaca tanınan ama kimliğini gizli tutan bir kent şairi. Kaldırımlardaki bozulmaları güzelliğe dönüştürdüğü eserleriyle Paris’ten Chicago’ya uzanan Ememem, geçtiğimiz günlerde Ankara’nın çatlaklarını iyileştirmek için şehri ziyaret etti. Çankaya Belediyesi ve Institut français Ankara’nın ortaklığında gerçekleşen projede, sanatçı Kuğulu Park çevresinde toplam beş adet mozaik enstalasyon bıraktı.

Onun için bu sadece bir onarım değil; geçmişin izlerini taşıyan çatlaklara, kent hafızasına yapılan şiirsel bir müdahale. Sanatın şehirle kurduğu bu sessiz bağı görünür kılan Ememem’le, 23–30 Haziran tarihleri arasında Ankara’daki üretim sürecini konuştuk.

Kendinizi bir “kaldırım şairi” olarak tanımlıyorsunuz. Flacking’e sizi ne yöneltti? Ememem ismiyle ortaya koyduğunuz sanatı ve kimliği nasıl tarif edersiniz?

Lyon’da bir misafir sanatçı programındaydım, mozaik konusunda zaten iyi bir pratiğim vardı ve bunu mümkün olduğunca çok insana sunmanın, sokaktan geçenlere bir hediye etmenin bir yolunu arıyordum. Bir yaz günü, Lyon’da bir sokakta bir çatlak görmüştüm, biraz boş ve hayalperest bir anımdı. Ve işte o anda bir yara gibi görünen bu çatlağı bir mozaikle iyileştirme fikri aklıma geldi. Hemen ertesi gün yerel basın bunu haber yaptı ve flacking doğdu. Flacking’i ben bulmadım, o beni buldu. Kaldırımdaki boşluk, sessizlik için renkli bir cümle kurmak istedim. Gerisi geldi.

‘Flacking’ terimini 2016 yılında Lyon şehri için gerçekleştirdiğim ‘artistic mending’ projemde kullandım. Fransızca su birikintisi anlamına gelen ‘flaque’ kelimesinden türetildi, çünkü yaratılan işler renk birikintilerini andırıyor. Atıl malzemeleri kullanan ‘düşük teknolojili’ bir uygulama, bu nedenle bu uygulamada malzemelerin aslında ileri dönüşümünü vurgulayan çevresel bir mesaj da var.

Ememem mahlası, kimliğim hakkında size düşündürebileceğinden daha fazlasını söylüyor. Kökenimi birkaç harfle özetliyor, ancak kim olduğumu bilmek önemli değil. Ememem bir çizgidir, gülümsemeye dönüştürdüğünüz bir yara. Aslında bir isim değil, bir ses, bir ritim, bir gezinti. Ben bandaj bırakan bir yolcuyum. Benim itici gücüm sanat yoluyla paylaşmak, güzellik üretmeye çalışmak ve bu hiç kolay değil. Çünkü güzelliğin tanımı esrarengiz kalıyor, bu bir arayış. Bir kadını güzel bulabilirsiniz, bir heykelin ya da bir tablonun güzelliği karşısında büyülenebilirsiniz ama bu örneklerde ortak olan öz bir gizem ve bu beni büyülüyor.

Flacking hem onarma hem de anlatı içeriyor. Ankara sokaklarında ne tür hikâyeler keşfettiniz? Şehirle nasıl bir bağ kurdunuz?

Her bir flacking, yerel halk tarafından spontane olarak getirilen kırık kullanılmış karolar kullanılarak oluşturuluyor. Bu şekilde, yerel halkla, onların zevkleri ve duyarlılıklarıyla zaten bir etkileşim var, çünkü fayanslar aynı zamanda onların iç mekanlarının ve samimiyetlerinin bir yansıması. O zaman bana da her biri kendine özgü bir kimliğe sahip eserler üreterek onların hikayesini anlatmak düşüyor. Ankara’yı eski bir duvarı okur gibi keşfettim: katman katman. Beni ilgilendiren, çatlakları, küçük ihmalleri, gizli yaraları. Bunlar üzerine yazabilirim. Yürüdüm, kaldırımları dinledim, bir süre kayboldum. Ve şehir bana izin verdiğinde, hikâyelerimi onunkilerin içine yerleştirdim. Flacking sessiz bir diyalogdur. Ankara’da 5 tane ürettim, hepsi birbirinden farklı ama kesin bir planı takip etmiyorum, büyük ölçüde ilham ve doğaçlamaya bırakıyorum. Örneğin Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Fransız ressam Delaunay’a renkli bir selam niteliğindeyken, Kuğulu Park’taki art deco bir havaya sahip.

Çağdaş Sanat Merkezi’nde ise şekiller ve renkler, deneyimlediğim kadarıyla Ankara şehrinin binalarını ve neon ışıklı tabelalarını anımsatıyor. Şehirle bağlantı kurmak benim için önemli çünkü sanat bazen sosyal bir gösterge olarak kullanılıyor. Bourdieu, sanatın tehlikeli bir şekilde toplumun üst sınıflarının farklılıklarını göstermelerinin, çalışan sınıflar üzerindeki üstünlüklerini iddia etmelerinin bir yolu haline gelebileceğini söyledi. Sokaklara sanat yerleştirerek, şehirde sizi karşılayan herkese küçük bir sanat sunarak, bu sosyal sınırı siliyorsunuz.

“Ayakkabı Tabanları İçin Şiirler Sunuyorum”

Mozaikleriniz, görünmeyeni görünür kılıyor. Ankara’daki işlerinizin kent sakinlerinde nasıl duygular uyandırmasını istersiniz?

Nietzsche “gerçeklerden ölmemek için sanatımız var” demiş ve ben de sanatın saldırgan bir gerçekliğe alternatif olması fikrini seviyorum. Pazar günü, Kuğulu Park’ta bir sanatçı arkadaşımı beklerken, yoldan geçenlerin durup orada yaptığım şeyin fotoğrafını çektiklerini gördüm. Çok fazla bir şey değil, sadece halka sunulan küçük bir çalışma parçası, ama gri, betonlaşmış bir dünyadaki bu renk sıçraması bir ışık halesi, güven verici bir güzellik kaynağı gibi görünüyordu. Çocukluktan beri benimsedigim bir fikir var, güzellik zaten bir mutluluk vaadidir, hiçbir şeye sahip olamazsınız ama güzelliğin tadına varırsınız ve bakmayı bilirseniz, her yerde, karanlıklarda bile güzelliği bulursunuz, bu sizin için bir tatmin kaynağı olur. Benim için sanatın bir amacı yok, tek amacı kendisi ve bu yüzden sanat çok değerli. Bizi verimlilik kısıtlamalarından özgürleştiriyor ve ben de kent sakinlerinde bu duyguyu uyandırmak istiyorum. Sizi bir anlığına gülümsetmelerini istiyorum. İnsanların ayakkabılarından başlarını kaldırıp bir çatlağın bile güzel olabileceğini görmelerini istiyorum. Eğer biri durup “Bunu kim yaptı?” ya da “Neden?” diye sorarsa, o zaman kazanmışsınız demektir. Şaşkınlık parçaları, ayakkabı tabanları için şiirler sunuyorum.

Güzel sanatlar öğrencilerini ve yerel sanatçıları atölyenizde ağırladınız. Bu etkileşim sizi nasıl besliyor?

Bu bir üretim atölyesi değil, bir paylaşım anıydı. Tanıştık, konuştuk, şehri, toprağı, çatlakları görme biçimlerimizi paylaştık. Bu anlar doğrudan benim işimi beslemiyor ama görünmez bir şeyi besliyor: orada olmanın, orayı farklı bir şekilde dinlemenin bir yolunu. Çok insani, değerli anlardı. Birbirinizden bir şeyler öğrenmek için araç gerece ihtiyacınız yok. Diyalog ve paylaşım benim için temel bir ilke; sizi kasabalarına kabul edenlere ve başkalarına saygı duymayı ilke ediniyorum ve bu anlamda eylemlerim başkalarına kendileri için, insanlıkları için saygı duymalı. Bu benim için yoğun bir mutluluk kaynağı. Latince “bonum augurium”, yani “iyi alamet”, tek seferlik basit bir zevkten farklı, kalıcı bir memnuniyet. Ben ayrıldıktan sonra da bu memnuniyeti devam ettiren, bu karşılaşmaların anılarıdır.

Kimliğinizi gizli tutuyorsunuz; Ememem bir kişiden çok bir fikir mi sizin için? Ankara’daki üretiminizde bu anonimlik nasıl bir rol oynayacak?

Ememem, bir yüz değil, bir dil. Ben önemli değilim, gevezelik önemli. Başka yerlerde olduğu gibi Ankara’da da konuşan sokaktır. Benim anonimliğim, yerin benden daha yüksek sesle konuşması için kenara çekilmenin bir yolu. Bu aynı zamanda özgür kalmanın da bir yolu. Biraz bulanık. Renkli bir gölge gibi. Kimliğimi gizleyerek, her şeyden önce özgür hissetmeye, özgür irademi kullanmaya çalışıyorum, bu özgür irade bir yanılsama olsa bile, çünkü çevremizden, sosyal ve politik kısıtlamalardan etkileniyoruz. Dolayısıyla yapay bir kimliğin arkasına saklanabilirim, ancak bir sanatçı olarak seçimlerim bazen farkında olmadan maruz kaldığım bir nedenselliğin sonucudur.

Previous Story

Seyyit Bozdoğan’dan Düşsel ve Düşünsel Bir Yolculuk 

Next Story

İş Sanat Sergileri Anadolu’yu Dolaşıyor

0 0,00