Hiçbir şehre bir kedi kadar yakışan bir başka varlık daha yoktur, ama hiçbir şehir de İstanbul kadar kediyle anılmaz. Kimi zaman bir cami avlusunda güneşlenirken, kimi zaman bir esnafın sandalyesinde uyuklarken karşımıza çıkan bu kentsel varlıklar, sokakların sessiz ama çokça görünür tanıklarıdır. İstanbul’da kediler sadece hayvan değil; hafıza, aidiyet ve karşılıksız sevgiyle örülü bir yaşam biçiminin ta kendisidir. Burada her mahalle bir kediye ev sahipliği yapar, her apartman boşluğu bir yuvaya dönüşür, her lokma ikiye bölünür.
Bu çok katmanlı bağın günümüzdeki en ilham verici mekânlarından biri de Galata’da bulunan Cat Museum Istanbul. Sokak kedilerine sadece sevgiyle değil, sürdürülebilir bir destek modeliyle yaklaşan bu bağımsız girişim, hem bir sanat alanı hem de toplumsal bir dayanışma örneği sunuyor. Şimdi bu müze, Hollandalı fotoğrafçı Marcel Heijnen’in yeni kitabı City Cats of Istanbul’a ev sahipliği yapıyor. Sergi vesilesiyle bu özel buluşma; İstanbul’un kedileriyle kurduğu benzersiz ilişkiye hem bir saygı duruşu hem de yeni bir bakış sunuyor.

Heijnen, daha önce Shop Cats of Hong Kong ve Shop Cats of China adlı iki kitabında Asya şehirlerindeki kedilerin insanla kurduğu gündelik ortaklığı belgeleyerek dikkat çekmişti. Şimdi ise, İstanbul’un eşsiz ritmini ve kedilerle örülmüş yaşamını fotoğraflarla anlatıyor. Bu fotoğraflar yalnızca hayvanları değil; onların yaşadığı sokakları, oturduğu taşları, birlikte var olduğu insanları ve tüm bunlar arasında kurulmuş görünmez, hassas bağları da içeriyor. Kitabın şiirsel tonunu güçlendiren bir diğer unsur ise Ian Row’un kaleme aldığı haikular. Görsel ve sözel anlatımın bu zarif birlikteliği, hem kedilerin hem şehrin ruhuna bir adım daha yaklaşmamıza olanak tanıyor.

Marcel’in deyimiyle İstanbul kedileri “ne evcil ne başıboş, birer melez yurttaş.” Ne birine aitler, ne de yalnızlar. Toplumun kolektif şefkatiyle var olan bu hayvanlar, şehrin yalnızca sakinleri değil; aynı zamanda anlatıcıları.
Marcel Heijnen ile yaptığımız röportajda, hem İstanbul sokaklarına hem de kedilerin şehri dönüştürme biçimlerine dair derinlikli bir bakış bulacaksınız. Bu bakışta, sadece kedi severliğin ötesine geçen, bir şehrin ruhunu kediyle anlamaya çalışan bir göz var.

Fotoğraflarınız yalnızca kedileri değil; mahalleleri, dokuları ve zamanı da anlatıyor. İstanbul sokaklarında kameranızla ilk yürüyüşünüzde sizi en çok ne etkiledi?
İlk olarak şunu söylemeliyim: İstanbul gerçekten muazzam bir şehir. Mimarisi, insanları, denizi, yemekleri… Ama beni en çok etkileyen şey, kedilerin adeta her yerde olmasıydı. Elbette Kedi belgeselini izlemiş ve İstanbul’daki bazı sosyal medya hesaplarını takip ettiğim için bunu bir ölçüde bekliyordum.
Yine de kedi varlığının şehir yaşamına bu denli entegre olduğunu kendi gözlerimle görmek bambaşkaydı. İstanbul’da üç dakikadan fazla yürüyüp bir kediye rastlamamak neredeyse imkansız. Hatta çoğu zaman bir değil, iki ya da on kediyle karşılaşıyorsunuz.
Sizce İstanbul’daki insanlar ve sokak kedileri arasındaki ilişki, Hong Kong ya da Çin gibi şehirlerden nasıl farklılaşıyor?
Çin’de kamusal alandaki kediler genellikle dükkânların içinde yaşıyor. Bu yüzden Shop Cats of Hong Kong ve Shop Cats of China kitaplarını yapma fikri doğdu. Oradaki kediler, dükkân sahipleri tarafından özellikle tutuluyor, kimilerine göre ise aslında kediler dükkân sahiplerini “seçiyor”! Genellikle fare ya da sıçanları uzak tutmaları için bulunduruluyorlar. Bu kediler çoğunlukla belirli dükkân türlerinde, kuru gıda ya da geleneksel tıp ürünleri satan yerlerde bulunuyor ve yalnızca şehirlerin eski bölgelerinde görülüyor. İstanbul’daysa durum çok farklı; kediler sokakta, kafelerde, hatta bir diş kliniğinde bile karşınıza çıkabiliyor. Gerçekten her yerdeler.

Kedileri “melez vatandaşlar” olarak görüyorsunuz, ne evcil ne sokak hayvanı değiller, bu çok etkileyici bir yaklaşım. Bu fikir, kitabın görsel anlatısını nasıl şekillendirdi?
İstanbul’daki kediler toplum tarafından sahiplenilmiş ama hiçbirine bireysel olarak ait değiller. Yine de insanlar onlara kendi evcil hayvanlarıymış gibi sevgi gösteriyor. Ben de bu bağı görünür kılmak istedim. Küçük yakınlık ve şefkat anlarını yakalamaya çalıştım. Bir balıkçının ya da döner ustasının yemeğini bir kediyle paylaşması, bir fırıncının çay molasında bir kediyle oturması… Bu anlar bana çok şey anlattı.
Kitapta haikular ve fotoğraflar şiirsel bir diyalog kuruyor. Ian Row ile iş birliğiniz, projenin duygusal tonunu nasıl etkiledi?
Ian, kedilerin iç dünyasına dair zekice ve esprili bir bakış sunmak konusunda gerçekten usta. Önceki iki kitapta da haikuları o yazmıştı, uzun süredir birlikte çalışıyoruz. Haikuların kitabın deneyimini çok etkilediğini düşünüyorum. Genellikle izleyici önce fotoğrafa bakıyor, ardından haikuyu okuyor ve sonra tekrar fotoğrafa dönüyor. İkinci bakışta, belki ilk etapta fark etmediği bir duyguyu ya da ayrıntıyı yakalayabiliyor. Ayrıca haiku, bilgi sunumu açısından ideal bir format: Bir öykü metin olarak fazla uzun, bir başlık ise yetersiz ve sınırlı kalırdı. Haiku ise tam kararında bir derinlik sunuyor.

Kadim taşlar, modern kafeler ve meraklı kediler… Çalışmanız bu unsurları sessiz bir diyalog içinde gösteriyor. Kedileri fotoğraflamak, özellikle İstanbul gibi bir şehirde, size kent yaşamı hakkında ne öğretti?
Şehirleri genellikle insanlar için inşa edilmiş alanlar olarak düşünürüz. Bazen bir evcil hayvanla birlikte, bazen de bir hayvanat bahçesi eşliğinde. Ama İstanbul’da kedilerin şehirle bu kadar iç içe yaşaması, bambaşka bir hikâye anlatıyor. Özellikle bu şehirde, insanlar ve kediler arasında sürekli bir etkileşim var. Kediler bizi durmaya, anı yaşamaya davet ediyor—ister kısa, ister geçici olsun, bu anlar gerçek birer güzellik ânı. Bir kedinin varlığıyla bizi onurlandırması gibi…
*City Cats of Istanbul kitabının lansmanı ve sergisi, 20 Eylül 2025 tarihinde saat 18.00’de Cat Museum Istanbul’da, Marcel Heijnen’in katılımıyla ve imza etkinliğiyle gerçekleşecek.