Ragıp Paşa Köşkü, 2022. Fotoğraf: Ali Fuat Devecioğlu.

İstanbul’un Metruk Harikaları – Bir Kentin Tarihi Nasıl Kurtulur?

///

Bürokratik sıkıntılar, mirasçılar arasındaki anlaşmazlıklar, nitelikli personel eksikliği ve sürecin uzunluğu gibi birçok zorluk sivil mimarinin en önemli değerlerinin kaderlerine terk edilmesine sebep oluyor. Birbirinden etkileyici bu yapıları ayakta tutabilmek için ne yapılması gerektiğini uzun yıllar Kültür Varlıklarını Koruma Bölge ve Yüksek Kurulları’nda görev almış olan restorasyon uzmanı mimarlar Sinan Genim, Nurten İlknur Adak, Olcay Aydemir ve Avukat Vedat Pehlivan ile yazar Saro Dadyan’a sorduk.

Sivil mimarinin en güzel örneklerine sahip olan İstanbul’un birçok önemli yapısının ihmal edildiği yadsınamaz bir gerçek. Döneminin en kıymetli yapılarından olan birçok terk edilmiş köşk, konak ve yalı onarılıp eski şaşaalı günlerine dönmeyi bekliyor. Kadıköy, Çiftehavuzlar’daki Cemil Topuzlu Paşa, diğer adıyla İpar Köşkü, bu kaderine terk edilmiş yapılara güzel bir örnek. Art Nouveau izler taşıyan yapı, 20. yüzyılın ilk yıllarında Dr. Cemil Paşa’nın talebi üzerine inşa edildi. Dört katlı yapının mimarı çeşitli kaynaklarda Alexandre Vallaury, bazı kaynaklarda ise Vedat Tek olarak geçiyor. Yapının zemin katı kargir, üst katları ise ahşap. Köşkün bahçe duvarlarındaki yılanlı demir parmaklıklar Topuzlu’nun doktorluğunun bir simgesi olarak yapıya eklenmiş. Cemil Paşa, 30 dönümlük bir arazinin içinde bulunan yapıyı 1931’de sanayici Hayri İpar’a sattı. 1980’de Banker Kastelli adıyla da bilinen Cevher Özden tarafından satın alınan köşk, 1997’de Şadan Kalkavan ve Mehmet Nazif Gülman ortaklığına geçti. 2018 yılı haberlerinde 270 milyon TL’ye satışa çıkarıldığı yazılan köşkün bugünkü durumu kesin olarak bilinmese de halen Gülman’a ait olduğu düşünülüyor.

Tepe Penceresinin Benzeri Yok

Bir diğer ihmal edilmiş kıymetli yapı, İstanbul’un en eski Türk evi olarak bilinen Bebek’teki Kavafyan Konağı. Mimar Sinan Genim’in konuyla ilgili yazdığı makaleye göre mimar Sedat Hakkı Eldem konağın yapım tarihinin 1751 olduğunu belirtiyor. Yaklaşık 270 yıllık bir geçmişi bulunan konak, Sultan I. Mahmud döneminde yapıldı. Yoğurtçu Zülfü Sokak’tan cephe alan konak, uzun süre Ermeni Kavafyan ailesine aitti. Eldem, bugüne ulaşan yapının harem binası olduğunu, selamlık binasının ise günümüze erişemediğini belirtiyor. İstanbul’da bir benzeri bulunmayan tepe pencereli üç katlı konak, 1980 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçti. Önlem için iskelelerle çevrilen binada şu anda herhangi bir restorasyon çalışması yapılmıyor ve yapı kullanılmıyor.

Kavafyan Konağı, 2022.

İstanbul’daki En Eski Konut

Günümüze sadece divanhane kısmı kalan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı, Anadoluhisarı’nda onarılmayı bekliyor. Yapı 1699 yılında, Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa için yaptırıldı. İstanbul’daki en eski konut olan yapı, 1976-1977 yıllarında TAÇ Vakfı tarafından acil bir onarımdan geçirildi. Ancak Genim’in konuyla ilgili olarak yazdığı makaleye göre bu onarımın ardından Divanhane’nin eski günlerine dönebilmesi için bir adım atılmadı. Hatta iddiaya göre mimar Hüsrev Tayla’nın bu konudaki çalışmaları çeşitli yollarla engellendi. Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri A.Ş., 2007 yılında Köprülü Vakfı’na ait olan yapı için 25 yıllık kira sözleşmesi imzaladı. 2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi, Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri A.Ş.’nin plan teklifini oy birliğiyle reddetti. Çevresi kapalı durumdaki yapı şu anda kullanılmıyor.

40 Bin Altına Mal Oldu

Kadıköy, Caddebostan’daki, Perili Köşk olarak da anılan Ragıp Paşa Köşkü, İstanbul’un simge yapılarından bir diğeri. Bugün onarılmayı bekleyen köşk, 1906’da Sirkeci Garı’nın da mimarı olan August Carl Friedrich Jasmund’a yaptırıldı. II. Abdülhamit döneminde sarayın mabeyincisi olan Ragıp Sarıca Paşa tarafından yaptırılan köşk, 27 dönümlük bir bahçe içerisinde yer alıyor. O dönemde 40 bin altına mal olduğu söylenen köşk, tamamen kargir bir bina. Ancak bodrum katı dışındaki tüm cepheler ahşap kaplama. İş insanı Tahsin Çiftçi’nin 2000 yılında yaşamını yitirmesinin ardından mirasçıları ve yeğenleri Hakan Mehmet Çiftçi ve Hatice Ayşe Çiftçi’nin mülkiyetine geçen köşk hakkında 2020’de çıkan son haberler yapının icralık olduğuna dair. Buna göre köşk, icradan alacaklı bankalar tarafından satılığa çıkartıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, değerli konut vergisi kapsamında 234 milyon TL değer biçilen köşkün satılıp satılmadığına dair kesin bir bilgi yok.

Bürokratik sorunlar, yetkili kuruluşlar arasındaki uyumsuzluk, mirasçıların anlaşamaması, sürecin zorluğu gibi birçok farklı faktör nedeniyle ihmal edilen bu yapılardan İstanbul’da onlarca bulunuyor.

Sivil mimarinin en güzel örneklerini ayakta tutabilmek için neler yapılması gerektiğini uzun yıllar Kültür Varlıklarını Koruma Bölge ve Yüksek Kurulları’nda görev almış olan restorasyon uzmanı mimarlar Sinan Genim, Nurten İlknur Adak, Olcay Aydemir ve Avukat Vedat Pehlivan ile yazar Saro Dadyan anlattı.

Cemil Topuzlu Köşkü, 2022. Fotoğraf: Ali Fuat Devecioğlu.

“Her Değişiklik Bürokratik Süreçten Geçerse Ömür Yetmez”

SİNAN GENİM – MİMAR

Özellikle Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Divanhanesi ve Kavafyan Konağı için Vakıflar Müdürlüğü’nün teşebbüse geçmesi gerekiyor. Kavafyan Konağı yaklaşık 20 senedir boş ve esaslı bir restorasyon istiyor. Vakıflar idaresinin elindeki düşünce yapısı bu yapılar için çok da uygun değil. Senelerdir süren bir bürokrasi var. Kavafyan Konağı kimsenin umurunda değil, kaderine terk edilmiş halde duruyor. Ne kültür kaldı, ne o evleri yapanlar kaldı, ne de o evlerin kıymetini bilenler kaldı artık… Anıtsal yapılar yönetime hakim olan insanların kültürüyle yapılan yapılardır. Ama konut yapıları halkın, o bölgede yaşayanların yaygın kültürünü ve yaygın yaşantısını gösterir. Önemli olan sivil yapıları korumaktır. Ama bunları korumak demek de hepsini yapıldığı dönemdeki şekilde muhafaza etmek anlamına gelmez. Kavafyan Evi’ni bugün bir eve dönüştürebilirsiniz, ama çağdaşlaştıracak bir şekilde dönüştüremezseniz, bu dönüşüme izin vermezseniz bu tip yapıların hiçbiri restore edilmez. Kaderine terk edilir, ya çöker ya da yanar. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Divanhanesi’nin etrafı da senelerdir kapalı.

Bu tip yapıların önemli olmaları mimari planlamalarından değil içerisindeki dönemine ait kalem işleri ve ahşap işleriyle örnek teşkil etmesindendir. Tüm bunları araştıracak ve literatürle, görsel belgelerle, yazılı belgelerle karşılaştıracak mimar sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu durumun temel sebebi de bu işler için ödenen ücretlerin az olmasıdır. Bunlar çok uzun araştırmalara dayanan işlerdir. Ayrıca bu tip yapıların yapım süreci içinde ortaya çıkan buluntulara göre proje üzerinde değişiklikler yapmak gerekir. Yapılan her değişiklik bürokratik süreçlerden geçerse insanın ömrü o binayı tamamlamaya yetmez. Binayı yapan kişiye bu durumu çözecek özel yetkiler verilmelidir. Fransa’da restorasyon çalışmaları için 35 anıtlar baş mimarı bulunuyor. Devlet mimarlara böyle bir unvan ve gerekli yetkileri veriyor. Bir diğer sorun da hem kurulların hem de restorasyon projelerini hazırlayanların modern mimariyi yeteri kadar iyi bilmemeleri ve daha önce modern yapılar inşa etmemiş olmalarından kaynaklanıyor.

“Kendi Hallerine Bırakılmamaları Gerekir”

VEDAT PEHLİVAN – AVUKAT

Kültürel miras yönetiminin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilememesinin alt nedenlerine baktığımızda kültürel miras kapsamındaki aktörler öne çıkıyor. Sorun, aktörlerin uyumlu ve senkronize bir şekilde çalıştırılamamasından kaynaklı. Bu tip yapılar, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında devlet malı niteliğinde. Yasanın 10. maddesinde bu yapılarla alakalı her türlü işlem ve uygulamayı yaptırmaya Kültür Bakanlığı’nın yetkili olduğu ifade ediliyor. Ancak bürokrasideki sıkıntılar kanunun arzu ettiği sonucu doğurmasındaki en büyük engel.

İlginizi çekebilir:  Kadın Göçmenlerin Hikayeleri ve Şarkıları

Bana göre en büyük sıkıntı yetkili kuruluşlar arasındaki senkronizasyonun sağlanamamasıdır. Tescilli kültür varlıkları üzerinde bakanlık mutlak yetkili kılınmışken yerel yönetimler nezdinde yürütülmesi gereken çalışmalar eş zamanlı olarak gerçekleştirilemiyor. Mesela tescilli kültür varlığının projelendirilmesi, belediyeye sunulması, belediyeden kurula intikal ettirilmesi, kuruldan tekrar belediyeye geri gönderilmesi ve bu onaylanan projeye göre ruhsatlandırma yapılması gibi süreçler çok ciddi zaman alıyor. En büyük tıkanıklıklar da bu süreçlerde kültür varlıklarının sahiplerinin bir araya gelememesinden kaynaklanıyor. Halbuki kanun bu yapılara devlet malı niteliğinde dediği için mülk sahiplerinin bir araya gelmesinin beklenmemesi gerekiyor. Ne koruma kurullarının ne de belediyelerin, yapı sahiplerinin müracaatını beklemeden resen ya da herhangi bir müracaatla hareket etmesi gerekmektedir. Çünkü bu devlet malı niteliğindeki taşınmazların tahribine sebep olunması aynı zamanda suç unsuru teşkil etmektedir. O açıdan kendi hallerine bırakılmamaları gerekir. Oysa ki koruma kurulları her ne kadar önlerine proje geldiği takdirde konuyu görüşebiliyorlarsa da belediyelerin tüm malikler olmadan ruhsatlandırma yapmamaları bu süreçleri tıkıyor. Çünkü bunlar eski yapılar ve bu nedenle mirasçıların bölünmesiyle çok sayıda malik oluşuyor. Onlar da bir araya gelemiyor. Büyük anlamda tıkanıklıklar buradan kaynaklanıyor.

Sistemin sağlıklı işlemesini istiyorsak tüm aktörlerin uyumlu çalışması gerekiyor. Bu aktörler kültür varlığının sahibi, Kültür Bakanlığı ve koruma kurulları, yerel yönetimler, üniversiteler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları, Vakıflar Genel Müdürlüğü, finans kuruluşları ve yargıdan oluşuyor. Konuyla ilgili temel sorunlar ise bürokrasi, merkeziyetçi yaklaşım, bakanlık ve yerel yönetimler arasındaki uyumsuzluk, yetki karmaşası, kültürel boyutla birlikte ekonomik ve sosyal boyutun birlikte düşünülmemesi, yerel yönetimlerde ve yetkili kurumlarda nitelikli personel yetersizliği, mülkiyet ihtilafları ve otomasyon eksikliği başlıkları altında toplanabilir. Ayrıca restorasyon alanında yetkin insanların konuya müdahil olması için üniversitelerin, sertifikasyon ve restorasyon süreçlerini bilimsel anlamda yorumlamaları gerekiyor. Prosedürlerin şeffaflaştırılması, sürecin uzamaması için sürenin tanımlanması, kanun ve mevzuatlarda yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Amcazade Yalısı, 1980.

“Konunun Görsel, Tarihi ve Kültürel Yanı Tüm Toplumu İlgilendiriyor”

NURTEN İLKNUR ADAK – MİMAR

Geçmişin izlerini günümüze taşıyan sivil mimarlık örneği yapılar yeterli bakımı göremediği için zamanla yok oluyor. Mutlaka korunması gereken bu yapılar mali yetersizliklerin yanı sıra çeşitli yanlış uygulamalardan da payını alıyor. Günümüz insanı gerekli konforu hayatına katmadığınız sürece mevcut mekânı kullanmaktan vazgeçer. Bu yüzden plandaki ve yaşamdaki fonksiyonlar birbirini tamamlamalıdır. Çünkü bazı örneklerde plan ve orijinal fonksiyon uyumsuzluğu uygulamada büyük sorun oluşturur. Ayrıca yetkili kurumlar arasındaki uyumsuzluk ve yeni mevzuatı mevcut yapıya uygulama zorunluluğu kimi zaman kaos yaratıyor.

Yapılması gerekenleri kısaca özetlersek; öncelikle onay süreçlerinin hızlandırılması gerekiyor. Bunun yanı sıra yapı güncel teknik donanıma sahip olmalı ve statik olarak güçlendirilmelidir. Bu yok oluşun sadece ilgili meslek disiplinlerinin sorumluluğunda olduğunu düşünmek yanlıştır. Bahsi geçen yapı örnekleri kültür ve tarihin yaşayan kanıtlarıdır. Tarihin izlerine günümüzde şahit olma şansını veren bu yapıların en yenisinin ömrü bile ömrümüzün iki katı uzunluğundadır. Mesleki olarak konuyla ilgili olanların bu yapıları güncel nitelikli ve kullanımlı bir hale getirmeye çalışmaları gerekmektedir. Bununla ilgili tüm işlemlerin süresi ise asgari düzeyde tutulmalıdır. Bu, boynumuzun borcudur. Konunun görsel, tarihi ve kültürel yanı hepimizi yani tüm toplumu ilgilendiriyor. Beraberce konu ile ilgili tüm sorunları çözüp bu muhteşem sivil mimari örneklerini yaşamımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Bunu başarmak sanıldığı kadar zor değil.

“Sivil Mimari Miras Türkiye’de En Çok İhmal Edilen Yapı Gruplarından”

OLCAY AYDEMİR – MİMAR

Sivil mimari miras Türkiye’de aslında en çok ihmal edilen yapı gruplarından. Bunun nedeni anıt eserlerin ilgili kurumlarca gerektiği gibi koruma altına alınmasından kaynaklı. Oysa özel mülkiyetteki sivil yapılar bu bakımdan zaman zaman mal sahiplerinin ekonomik durumuna göre ihmal edilebilmektedir. Bu nedenle bu yapıların korunması üzerine Kültür Bakanlığı ve TOKİ gibi bazı kurumların hibeleri vardır. Ancak bunlar da ciddi bir sivil yapı stoku olan ülkemizde aslında sivil mimari yapının korunmasına yetmemektedir. Bu nedenle başta Kültür Bakanlığı, yerel yönetimler, valilik ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere ilgili tüm aktörler bir araya gelerek bu yapıların korunmasına dönük hem yasal mevzuatı iyileştirmeli hem de maddi desteği ortaya koymalıdır.

Yasal mevzuatın değişmesinde ikinci derecede tescilli yapılara yapılacak müdahalelerin bugünkü güncel yaşam koşullarına adapte edilebilir şekilde değerlendirilmesi, projelendirilmesi ve koruma kurulunca onaylanmasını desteklemek gereklidir. Aksi halde bu yapıların korunması ve sürdürülmesi güçleşecektir. Bunun için çok kısa sürede 2863 sayılı yasa ve ilke kararlarında ikinci grup yapıların korunmasına ve kullanımına dönük hem tüm aktörleri içeren hem de ekonomik düzenlemeleri bir araya getiren düzenlemelerin kısa sürede yapılması gerekir. Bunun yanı sıra yıkılmak üzere olan sivil yapıların yıkılıp ortadan kaldırılmasından ziyade özgün haliyle korunmasını destekleyecek acil müdahale kararlarının da yasal mevzuatta açık bir şekilde ifade edilmesinin doğru olacağı kanaatindeyim.

Bebek, Kavafyan Konağı.

“En Büyük Sorumluluk Devletin”

SARO DADYAN – YAZAR

Bugün İstanbul’un kültürel mirasını teşkil eden ve şehir tarihinin birincil tanığı olan köşklerden, hanlara, apartmanlardan en basit evlere kadar birçok yapı kaderine terk edilmiş bir şekilde çürümeye bırakılıyor. Her biri çok katmanlı İstanbul tarihinin farklı bir vechesine ve dönemine kaynaklık eden bu yapıların restore edilememelerinin sebebi de muhtelif. Veraset tartışmaları, maddi imkansızlıklar, büyük mali ve bürokratik uğraşlar neticesinde restorasyon sonrasında yapının nasıl değerlendirilebileceği gibi sorunlar birçok yapının kaderine terk edilmesine neden oluyor.

Fakat gerek çeşitli vakıflara gerekse de şahıslara ait birçok yapıda restorasyona teşebbüs dahi edilememesinin en büyük sebebi devletin restorasyonları teşvik edici uygulamalar getirmemesinin, çeşitli mali ve bürokratik kolaylıklar sağlamamasının ötesinde, ne yazık ki restorasyonlarda çok hantal ve takibi zor bir bürokratik süreci yürütüyor olması. Bu zorluklar da mal sahiplerini ya restorasyona girişmekten soğutuyor ya da bu bürokratik engellerin en aza indirilmesi ve hızlandırılması adına yapılara kayıt dışı, hukuksuz müdahalelerde bulunmalarına ve geri dönülmez kayıpların yaşanmasına neden oluyor. Bu nedenle restorasyonlar konusunda en büyük sorumluluk yine devlete düşüyor, bir taraftan mal sahiplerinin hem mali yüklerini azaltacak, hem de bürokratik engelleri daha kolay bir şekilde aşmalarını sağlayacak yeni uygulama ve kanunların çıkartılması gerekirken, diğer taraftan her yapı restorasyonunun kurumlar tarafından da daha ciddiyetle ele alınması, yapıların belgelenmesi, restorasyon sürecinde gerçekçi ve düzenli kontrollerin yapılması, hatta bazı özel durum ve yapılarda restorasyonu gereken binaların kamulaştırılarak bizzat devlet kurumlarının uhdesinde yenilenerek hayata kavuşturulması gerekiyor. Bu meyanda son zamanlarda İBB Miras’ın girişimlerini ve yürüttüğü restorasyon çalışmalarını son derece yerinde ve olumlu bir gelişme olarak görüyor ve genele yayılmasını diliyorum.

Previous Story

“Uçuruma Yerleşmek”

Next Story

“Başımızda Siyahtan Bir Hâle”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.