Elizabeth Lo’nun STRAY adlı filminden bir kare. Sokaklarda güvenlik duygusundan uzak varolmaya çalışan masum ruhlar çıkarılan katliam yasasıyla karşı karşıya.

Hiçbirimiz Güvende Değiliz

Sokak hayvanlarının sözde “uyutulması” adı altında katledilmesine izin veren kanun her ne kadar çıkmış olsa da kanuna karşı tepkiler çığ gibi büyümeye devam ediyor. Hem sahada hem de hukuki alanda mücadele veriliyor. Türkiye’de ne mutlu ki hayvan hakları alanında mücadele eden, sözü olan birçok gönüllü, sanatçı, düşün insanı var. Onlarla gerçekleştirdiğimiz söyleşileri sizin için derledik.

/

“Eğer gökyüzüne bakmak istersem iki şeyden birini yapmam gerekir. Ya başımı arkaya, çok arkaya doğru eğerim ya da ayaklarımı havaya kaldırıp teslim olma konumuna geçip sırtüstü uzanırım yere. Bu iki pozisyonda da yıldızları izleyip bulutlara isimler koyabilirim” der Kral, John Berger’ın Kral: Bir Sokak Hikâyesi kitabında. Peki ya gökyüzünü göremediğinizi hayal edin. Ne başınızı eğerek ne de sırtüstü yatarak. Çünkü olmadığınızı. Yok edildiğinizi. Ölümünüzün adına “uyku” konduğunu. Siz kimsiniz? Ya da kimdiniz? Sizi öldürenlerden eksiğiniz ne? Onlar yaşıyor, öldürüyor. Siz ölüyorsunuz. Yaşamak kimin tekelinde?

2004 kabul tarihli 5199 numaralı Hayvanları Koruma Kanunu Madde 1’de Kanunun amacı şöyle açıklanır; hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü̈ mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamaktır.

Madde 4’te; Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu Kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir; Hayvanların korunması, gözetilmesi, bakımı ve kötü muamelelerden uzak tutulması için gerekli önlemler alınmalıdır, der. 2004’ten bu yana ne değişti bilinmez ama bugün sokak hayvanlarının yaşam hakkı yeni çıkan kanunla ile birlikte tehlikede. Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da Madde 1’e “insan, hayvan ve çevre sağlığı gözetilmek kaydıyla” ibaresi eklendi. Madde 4 ise yeniden düzenlenerek, “Bakımevlerine alınan hayvanlar Bakanlık veri sistemine kaydedilir ve rehabilite edilen köpekler, sahiplendirilinceye kadar hayvan bakımevlerinde barındırılır” tümcesi eklendi. Barınakların durumu, sayısı ve hayvanların yaşamına uygunluğunu düşünürsek olumsuz oldukça açılımı olan madde, ardından eklenen özel durumlara ilişkin maddeler ile birlikte hayvanların öldürülmesinin yolunu açtı. Son olarak Anayasa Mahkemesi davanın daha sonra belirtilecek bir günde esastan görüşülmesine karar verdi.

Hayırsızada Katliamı

Peki 2004’ten bugüne itibar kaybına uğrayan hayvanların –Kanun’un kapsamıyla sokak köpeklerinin–, geçmişte bizim için önemi neydi? Kemalettin Kuzucu, İstanbulun Sokak Köpekleri kitabında; sokak köpeklerinin halk, devlet ve Avrupa gözünden nasıl ele alındığını aktarırken inişli çıkışlı bir tarih çizer. Her zaman olduğu gibi halk ile devlet bu noktada da ayrılır. Halk tarafından yararları ve zararlarıyla sokağın ve hayatın bir parçası görülürken devlet erkanınca kontrol altına alınması gereken, bizi Avrupa’da kötü gösteren varlıklardır. Yine de HayKonfed’in (Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu) yayımladığı Sokak Hayvanı Popülasyonu Kontrolü Sorunu Durum Tespit ve Çözüm Raporu’nda, sokak hayvanları ile tarihsel ilişkimiz anlatılırken, “1665 yılında İstanbul’a gelen Fransız seyyah Jean de Trevenot, varlıklı kimselerin ölürken miraslarından bir miktar parayı sokak köpeklerini sürekli doyursunlar diye mahalle kasaplarına bıraktıklarını yazar. Yine 18. yüzyılın sonlarında İstanbula gelen Gezgin Olivier, bazı yurttaşların kopeklerin beslenmesi için belli bir miktar para vasiyet ettiklerini belirtmiştir. Gerar de Nerval ise 1843’te aynı gözlemi hızla genişleterek, yardıma muhtaç̧hayvanların bakımını üstlenen özel vakıflardan söz eder” denilir.

En çok 1910 Hayırsızada olayı anımsansa da bundan önce Osmanlı’da çeşitli tecritler uygulanmıştır. 1911’de, Hayırsızada’nın ardından gelen deprem, halk tarafından köpeklerin âhını almanın bir sonucu olarak değerlendirilir. Hayırsızada katliamı birçok örneğiyle sanatta da yerini aldı. Bunlardan biri 2010 yılında Serge Avedikian, Barking Island adında bir video-animasyon.

Günümüze dönersek sokak hayvanları ile inişli çıkışlı ilişkinin devam ettiğini görürüz. Andrea Luka Zimmerman’ın Taşkafa, Bir Sokak Hikâyesi belgeselinde sokak köpeklerinin adlarla insanlaştırıldığı, karakterlerine göre yakınlık duyulduğu ya da kızıldığı, insanlar kadar sokağın bir parçası olarak kabul edildiklerinden söz edilir. Kasımpaşalı Paşa, Garip. Osman, Necati, 16 yaşındaki Kadir Baba, Asena, Esmeray gibi adlar alırlar. İçlerinden Pofuduk ya da My Lady çıkmasa da, marketteki pahalı mamalar evdeki köpeklere, ucuzları ya da yemek artıkları onlara gelse de, sokakta birey olarak varlıklarını sürdürürler. 2020’de çekilen Elizabeth Lo’nun Stray adlı belgeseli de üç köpeğin gözünden kendi hayatımıza ışık tutar.

Çözüm Bulunabilirdi

Madem sokaklarda uyum içinde yaşıyorduk, bugün geldiğimiz noktaya bizi ne itti? Durum elbette bu denli basit değildi. Artan köpek popülasyonunun sorunlara neden olduğu bölgeler mevcuttu belki de. Yine de bunun suçu bugün ölümle yargılanan köpeklerde değildi elbette. Belediyelerce uygulanması gereken aşılama ve kısırlaştırma politikasının birçok nedenle yerine getirilmemesi, uygulamadaki eksikler bizi bugüne getiren en önemli nedenlerden. Bir diğer neden ise köpek üretimi. Cins köpeklerin kontrolsüzce üretimi bize iki şeye mâl oldu: ev hayvanı olarak yalnızca cins köpeklerin görülmesine ve cins köpeklerin sahiplerince terk edildikleri durumda sokak hayvanlarının nüfusunun iyiden iyiye artmasına.

HayKonfed’in yayımladığı Sokak Hayvanı Popülasyonu Kontrolü Sorunu Durum Tespit ve Çözüm Raporu’nda, çözümün doğanı öldürmek değil, doğmasını önlemek olduğu belirtilir. Sokak hayvanlarının sayısı belirsiz olsa da Dünya Sağlık Örgütü’nün, “bir yerleşim biriminde, toplam nüfusun %4-5’i oranında sahipsiz hayvan bulunduğu” şekilindeki gözlemi, yurt genelindeki toplam sokak hayvanı sayısının 4.250.000 civarında olduğu sonucunu ortaya koyar. HayKonfed’e göre hâlihazırda mümkün olan günlük kısırlaştırma sayısıyla belediyeler sokak hayvanlarını kısırlaştırabilir, çözümü böylece bulabilirlerdi.

Yaşam Hakkı Sorgulanamaz

Devletçe belirlenen barınaklara alma süreci ise kendi içinde birçok sorun barındırır. İlk olarak barınakların sayı ve kapasite olarak yetersizliği, böylece dışarıda kalan hayvanların üremeye devam edeceği gerçeğini sayabiliriz. Hayvanların bir arada tutulmasının bulaş riskini ciddi biçimde arttıracağını da eklemek gerekir. Son olarak da masraf açısından sürdürülebilir bir sistem değildir barınaklar. Hayvan refahı açısından Türkiye’deki barınaklardan söz edersek sayısız olumsuzluğu sıralamaya devam ederiz.

Başa dönelim: Siz kimsiniz can’lar? Biz kimiz? Biz sizin yaşayıp yaşamayacağınıza, ne şartlarda yaşayacağınıza nasıl karar veriyoruz? Yaşam hakkınızı nasıl kanunlarca düzenleyip maddeler halinde sıkıştırıyoruz? Bazı haklar tartışılmaz ve istisna kabul edilmez. Edildiği durumda birçok istisnanın daha ortaya çıkmasına, hakkın ortadan kaybolmasına neden olacak süreci başlatır. Çorap söküğü gibi gelir tabiri caizse. Yaşama hakkı bunların başında, en sorgulanmazı. Bugün sorguluyoruz; ama, eğer’ler ekliyoruz. Yarın kimin yaşam hakkına ama’lar eğer’ler ekleyeceğiz? Sırada ne var?

Kanun her ne kadar çıkmış olsa da kanuna karşı tepkiler çığ gibi büyüyor. Hem sahada hem de hukuki alanda mücadele veriliyor. Türkiye’de ne mutlu ki hayvan hakları alanında mücadele eden, sözü olan birçok gönüllü, sanatçı, düşün insanı var. Onlarla gerçekleştirdiğimiz söyleşileri sizin için derledik.

 

Beydi Baykam. Fotoğraf: Sibel Baykam

“Barınaklar Ölüm Merkezi…”

BEDRİ BAYKAM – Sanatçı

Sokak hayvanlarına dair çıkan yasaya, tasarı hâlindeyken ağır tepki gösterenlerdensiniz. “Eğer bir yasa çıkarılacaksa, sokak hayvanlarını insanlardan korumak için çıkarılmalı!” diyor ve yazılarınızda sokakta hayvanların karşılaştığı vahşete dair örnekler sunuyorsunuz. Sizce toplumdaki sokak hayvanlarına karşı bu şiddet eğiliminin nedenleri ne? İyi örneklerden de söz edilebilir mi?

Maalesef bu şiddet eğiliminin birinci nedeni, birçok insanın çocukluğunda ailesinin onu hayvanlara yaklaştırmaması, hayvan sevgisi vermemesi, hayvanları yalnız tehlikeli birer “mahluk” olarak göstermesi… Bu maalesef çocuklarda hem bir korku hem bir tedirginlik hem de daha sonra her hayvan gördüklerinde negatif bir tepki vermelerine sebep olan alanlar yaratıyor. Maalesef üzerlerine koşarak korkutmak veya onlara taş atmak bunların en hafifleri! Daha tehlikeli bir nedense ailedeki hiyerarşide çocuğun da kendi şiddet alanını yaratmaya itilmesi geliyor. Dededen babaya, babadan anneye, anneden/babadan çocuğa ilerleyen şiddet zincirinin son halkasında şiddet hayvanlara kayıyor. Dolayısıyla bir insanın kişiliğine henüz çocukken işlenen bu kod, yaş aldıkça katlanarak artıyor. Çocukken atılan taş, imkânlar dahilinde sopa ile döverek öldürme veya arabasının arkasında sürüklemeye kadar tırmanıyor. Hayvanlara yönelik şiddet de bildiğimiz gibi kadına ve çocuğa şiddete dönüşüyor ve bu sarmal büyüyerek devam ediyor. Buna dinde “sözde” yer aldığı söylenen hayvan karşıtı yorumların var olduğu inancını da maalesef ekleyebilirsiniz. Sonuçta doğayı hayvanlarla, bitkilerle, ağaçlarla paylaştığımızı bilmeyen, bunu anlamayan, bizi para ile güç ile mekânın tek ve asıl sahibi sayan bir ilkel anlayış bu kişiler arasında hâkim oluyor. Çoğunlukla bu kişilerin çocukları da bu çarpık anlayışın devamı olarak var olmaya ve zarar vermeye devam ediyorlar. İyi örnekler de tabii ki çok fazla ama karşımızdaki vicdansızlıklara yetemiyor.

Bir diğer çağrınız ise kişilerin ivedilikle hayvan sahiplenmesi. Dünya Sağlık Örgütü’nün, “bir yerleşim biriminde, toplam nüfusun %4-5’i oranında sahipsiz hayvan bulunduğu” şeklindeki gözleminden yola çıkarsak olanaksız bir çözüm önerisi değil söz ettiğiniz. Yine de ülkenin, böylece kişilerin ekonomik durumu büyük bir soru işareti bırakıyor. Çağrınıza yanıt aldınız mı? 

Barınaklar, ölüm merkezi… Belediyeler kimi zaman itiraf ederek kimi zaman edemeyerek barınakları kesinlikle arzu ettikleri gibi yönetemediklerini söylüyorlar. Güncel rakamlara göre Türkiye genelindeki barınaklar 105 bin hayvan kapasiteli, peki 4 milyon olduğu söylenen hayvanlar nerede barınacak? İki hafta önce Altındağ Belediyesi’nde ortaya çıktığı gibi toplu mezarlarda mı? Zaten toplamalar usulsüz ve şiddet dolu yapılıyor, daha toplama aşamasında ölüyor hayvanlar. Parlamento, çıkardığı yasayla hayvanlara ve hatta bunun sonucu olarak hayvanseverlere düşman olduğunu kanıtlamış durumda. Hem bu yasa hem de verilmeyen cezalar sebebiyle, ilk sorunun cevabında belirttiğim tipolojideki insanlar ise daha da cesaretlendiler, ülkenin her yerinden işkence, tecavüz, öldürme haberleri yağıyor. Ekonomik çöküş, aile içi biriken hırslar ve daha birçok sebep yüzünden oluşan öfke sokaklardaki canlarımızdan çıkarılıyor. Üç gün önce İzmir-Bergama’da yaşanan hangi gerekçelerle açıklanabilir? Sakince uyuyan bir hayvanı önce arabayla ezip, sonra arabaya bağlayıp sürüklemek, sonra inip bağlı hayvanı sopayla dövmek ve sonra yeniden araba arkasında sürüklemek nasıl bir caniliktir, böyle işkencelere daha ne kadar müsaade edilecek? Önümüzdeki günlerde sokaklarda yine bu konuda büyük arbedeler çıkarsa tabii ki şaşırmayacağız. Bu sorunu hızla azaltmanın yöntemi de büyük bir sahiplendirme kampanyası… Bugüne kadar şu ya da bu nedenle bir hayvanı olmamış, hayvanlara karşı önyargısı olmayan ve aslında bu vesileyle hayvan sahibi olmayı kabul eden insanlar, daha önce hayvan sahibi olmuş veya halen hayvan sahibi olup buna bir yenisini eklemeye heyecanla taraftar olanlar… Herkes bu çağrılara uyarak elinden geleni yapmalı ve tehdit altında olan hayvanlardan birine sahip çıkmalı. Zaten birkaç gün sonra o hayvanın onlara verdiği neşe, yaşam sevinci, bir cana yardım etmiş olmanın haklı mutluluğu ve her türlü doğal diyalogla, bu kararının ne kadar doğru olduğunu görecekler. Sahiplenme çağrıma ve makaleme çok güzel tepkiler aldım. Çok güzel bir de logo tasarladık. Bunu hızla yaymaya devam etmemiz ve işi büyütmemiz lazım. Bunlar uzun soluklu mücadeleler, futbol maçı gibi hafta sonu galibiyetleri yok burada!

Sokak hayvanlarına dair çıkan yasaya karşı özellikle sanat çevresinde yeterince ses çıkarıldığını düşünüyor musunuz? Neler yapıldı? Neler yapılabilirdi?

Çok daha fazla şey yapılmalıydı. Ama yaşananların yaz sezonuna denk gelmesi, olayları zorlaştırdı. Zaten yazın herkes yurtiçi ve yurt dışında tatil yörelerine dalıp giderken, hayvanlar için farklı organizasyonlar yapacak bir ortam oluşamadı. Bu nedenlerle yeterince ses çıkarılamadı herhalde. Çabalar tekil kaldı çoğunlukla. Ama Eylül’den itibaren yaşanacaklara göre yine çok şey yapılabilir diye düşünüyorum. Çünkü süreç bitmedi, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”.

Sanat merkezim Piramid Sanat’ın içinde iki kedi ve iki köpeğimiz, evimizde ise bir kedimiz var. Ayrıca çalışanlarımızın sahip olduğu toplamda iki köpek altı kedi daha var. Bildiğiniz gibi Piramid yalnız bir sanat merkezi değil. Toplumun sorunlarını dert edinen bir yaşam merkezi. Bunun içinde tarih var, hayvan veya doğa sorunları var, siyasi sorunlar var. Sevgili hayvanlarımıza dönersek, bu evreni tüm diğer canlılarla paylaştığımızı hatırladığımızda, onların da bizim kadar bu dünyanın sahibi olduklarının farkına vardığımızda, çözüme gerçekten çok daha hızlı yaklaşacağız. Bizler hayvanlara iyi davrandığımızda onlara büyük bir “iyilik” yapmış olmuyoruz. Diyalog ve iyi davranışlar zaten onlara borçlu olduğumuz doğal davranış biçimleri…

Alper Karmış

“Nüfus Artacak, Olaylar da…”

ALPER KARMIŞ – PADER Yönetim Kurulu Başkanı

Yasa öncesi sokak hayvanlarının durumu neydi? Belediyeler ve STK’lar arasında koordineli bir ilişki yürüyor muydu?

Yasa öncesi sokak hayvanlarının durumu felaketti, yeni yasayla beraber katlanarak devam ediyor. Eskiden alınan kötü haber sıklığında yeni dönemde artış var. Eski yasayla zaten çalıştıramadığımız belediyelerin eline harika bir fırsat geçti. Birden fazla madde içinde öldürmek geçiyor. Hastaysa öldürebilir, yaralıysa öldürebilir, kuduz şüphesi varsa öldürebilir, alındığı yerde nüfus fazlaysa öldürebilir. Hekim birini seçer, öldürür ve kimse hesap soramaz. Belediyelerin çoğu hayvanlar konusunda her zaman kanun dışı işler yaptığı içi STK iş birliği mümkün olmuyor. Kendilerine ait barınaklarda illegal şekilde rahat hareket etmek varken neden STK ile iş birliği yapılsın? Türkiye genelinde bir elin beş parmağını geçmez iş birliği.

Sizce bu yasanın altında yatan nedenler nedir?

Bu yasa net olarak sokaklardaki tüm köpekleri toplama sebebiyle çıktı. Bu kadar köpeğe barınaklarda hiçbir belediye bakamaz. Zaten çoğunun yeri de yok. Çok az belediye mevcut köpeklere vasat veya vasatın bir tık üzerinde iyi bakabiliyor. Bakamayacaklarını belediyeler de biliyor. Bu yüzden yasanın çeşitli yerlerince bolca öldürme hakkı tanındı. İşte bu yüzden itiraz ediyoruz. Peki bu aklı kimler verdi? İşte bunu asla öğrenemeyeceğiz. Eline fırsat geçen hekim yükü taşımaz, öldürür. İstifa sayısı ayna olacak.

Önümüzdeki günlerde yaşam hakkında dair daha ne gibi yaptırımlar ve uygulamalar beklemeliyiz?

Her hafta çok fazla kötü olaya tanıklık edeceğiz. Öldürmeler artacak, mezar yerleri artacak, mevcut yerler büyüyecek. Belediyeler ile hayvanseverler ve vatandaşlar arasında ciddi sorunlar yaşanıyor, artarak devam edecek. Sadece ülkede değil, dünya genelinde duyulacak olaylar. Zira buna tanıklık etmeye de başladık zaten. Kötü insanlardan oluşan barınak ekiplerinin iyi bir şey yapmalarını beklemek hayal dünyasında gezmek demektir. Zaten kısırlaştırma konusunda çok kötülerdi, yasayla beraber durma noktasına geldi. Nüfus artacak, olaylar da artacak.

İsmail Güzelsoy

“Bu Yasa Geri Çekilmek Zorunda”

İSMAİL GÜZELSOY – Yazar

158 yazar ve sanatçı sokak köpeklerini ‘uyutma’ yasası girişimine karşı açıklamasında, “Sokak hayvanlarının yaşam hakkını savunmak için yaratılacak kamusal çözümün parçası olmaya hazırız. Dünyada birbirimizi tamamlıyoruz. Onlar yoksa eksiğiz” dedi. Yasa bütün itirazlara karşın çıktı. Yazar ve sanatçıların bundan sonraki tepkisi sizce ne olacak, olmalı?

Yazar ve sanatçı gibi bir paranteze gerek yok bence. Ortada can almayı onaylayanlar ve buna karşı çıkanlar biçiminde iki ayrı akıl var. Hiçbir canlının beden bütünlüğü, dirliği, yaşama hakkı başka bir canlının vicdanına, insafına bırakılamaz. Bu iş bir vicdan meselesi değil. Bu iş yazar, sanatçı, aydın insanların da işi değil. Bu iş bir hukuk meselesidir. Canlılar arası hukukun herkesin yaşama hakkını koruyacak şekle getirilmesi şart. Hangi sınıf, ırk, cinsiyet, meslek grubundan olursak olalım bu hukukun tesis etmesi için çaba harcamak zorundayız. Yani bu yasa çıktı, eh bu kadarmış, biz de işimize bakalım diyecek halimiz ve lüksümüz yok. Çok uzun yıllardır bu mücadelenin içinde olanlar iyi bilir, başlangıçta bir avuç çatlak olarak görülürdük. Hayvanların yaşam hakkı için mücadele verenlere her cenah, meczup gözüyle bakardı. Bugün hatırı sayılır insan ayakta ve ayakta kalacağız. Bu yasa geri çekilmek zorunda.

Edebiyat ve çağdaş sanatlar toplumsal tepkilerde öncül bir rol oynamadığı durumlarda bile ortaya çıkan eserlerle bir bellek tutucu rolü üstleniyor. Sokak hayvanları yasası sizce sanatı nasıl etkileyecek?

Bunu öngörebilmek zor. Kişisel bir duyarlık alanı gibi görülüyor hâlâ. Romancının inançları, duyarlık alanları romanlara nasıl yansır, diye soruyorsunuz bir bakıma ve kaç yazar varsa o kadar da cevabı vardır bunun. Ben romanlarımda insan-dışı karakter kullanma konusunda çok rahatım. Elimizin altında büyülü gerçekçilik denilen bir imkân var çünkü. Eğer bu akıma çok uzak bir noktada olsam böyle bir şey yapabilir miydim, emin değilim? Çünkü sizin ideolojik duyarlığınız ile romanınızın gündeminin örtüşmesi her zaman mümkün olmayabiliyor. Bunu zorlarsanız, romanı araçsallaştırma riskine girersiniz. Bütün bunları söylemekle birlikte, şu yaşanan vahşetin edebiyatta bir karşılığı olacağını da düşünüyorum doğrusu. Çünkü yaşadığımız çaresizlik duygusu da edebiyatın beslendiği kaynaklardan biridir. Yani yaşam hakkının böylesine hoyratça elimizden alınmasına karşı hiçbir şey yapamadığımız bir zaman bakarsınız romanlarda, öykülerde, tiyatro eserlerinde, filmlerde bir şeyler söylemeye başlamışız. Bu çok yadırgatıcı gelmemeli kimseye. Sonuçta insan yaşadığı gibi düşünür ve hayalleri öyle şekillenir. Şu an bir vahşet yaşıyoruz. Bu ruh haliyle yazacağımız en son aşk öyküsüne bile bir damla kan sıçrayacaktır. Bir kehanet değil, sadece bir his bu…

Begüm Tekay

“Susmaya Alışmayalım”

BEGÜM TEKAY – Sanatla Yaşat İnisiyatifi

Sanatla Yaşat İnisiyatifi, Yaşam İçin Yasa ve Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifleri ile birlikte yeni yasaya karşı çeşitli eylemler düzenledi. Sanatla Yaşat İnisiyatif’inin kuruluş amacı ve çalışmaları nelerdir?

Öncelikle bir inisiyatifin kurulma amacı ve sürecinin o oluşuma katkı sağlayacak kişilerin ortak değer yargıları sonucunda oluşabileceğini düşünüyorum. Bu bağlamda sanat üretimi yaparken zaman zaman sanatçılar yan yana gelse de inisiyatifin oluşumu zamanla vücut bulur. Bizler de meydanlarda günlerce, aylarca can dostlarımızın sesi olan arkadaşlarımıza sanat çalışmalarımız ile destek olmak istedik. Giyilebilir köpek heykelleri ile kamuoyunun dikkatini çekebilecek köpek heykelleri tasarladık ve başta Beşiktaş ve Kadıköy olmak üzere eylemlere bu şekilde katkı sağladık. Ardından Feshane ve Müze Gazhane gibi kültür sanat alanına yer açan mekânlarda can dostlarımızın sesini yükseltmek adına güncel sanat dünyasını da birleşmeye davet ettik. Birleşmek uzun ve sebat isteyen bir süreçtir, çalışmalarımız ise zamanla pozisyon değiştirerek yolunu bulacak ve katliam yasasına karşı olacak şekilde dönüşecektir.

Toplumun özellikle hak temelli savunularında sanatın yerini nasıl görüyorsunuz?

Bu soruya tamamen bireysel bir yanıt vereceğim. Sanat her çağda farkındalıkların, dönüşümün kavşak noktası olmuştur. Türkiye’de hak temelli savunularda sanatsal ifadenin yeri bir yana herhangi bir konuda basit bir ifadenin bile kısıtlanmaya çalışıldığını hep birlikte, her an yaşandığını görüyoruz. Sanatsal ifade becerisini kullanan sanatçıların da sesi zaman zaman kısılmaya çalışılsa da gündemin politik zemindeki sırasına göre değişkenlik gösterebiliyor. Kendini ifade edemeyen bireyler yönetilmeyi bekleyen topluluklara dönüşür. Her birey herhangi bir konuda kendi yaratıcı potansiyelini kullanıp dönüşümü sanatsallaştırma yetisine sahiptir diye düşünüyorum. Yeter ki susmaya alışmayalım.

İlginizi çekebilir:  Nereye gidiyor bu gemi?
Berkay Yıldırır

“Bu Yasayı Tanımıyoruz”

BERKAY YILDIRIR – Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi Gönüllüsü

Türkiye’nin birçok yerinde protestolar düzenliyorsunuz. Toplumla iç̧ içesiniz. Sizce kanuna dair tepkiler büyüyecek mi? Bundan sonra ne olmasını beklemeliyiz? 

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi olarak 7 aydır sokaklardayız. Yasanın değişeceğine dair ilk açıklama yapılır yapılmaz 23 Mayıs’ta İstanbul, Ankara, Antalya ve Alanya’da sokak nöbetlerine başladık. Nöbetlere ilk başladığımızda alanlarda 20 kişi oluyorduk. Başta bu yasanın önerildiği haliyle geçeceğine inanmayan insanlar dahil binlerce insan, yasa teklifi komisyona geldikten sonra sorunun ciddiyetini fark ederek yasayı iptal etme ve halkın sesini yükseltme umuduyla sokaklara döküldü. İstanbul Beşiktaş̧ ve Kadıköy’de yaptığımız eylemlerde on binden fazla insan alandaydı. Sosyal medya paylaşımları ve son dönemlerde yaşanan katliamlar, hayvanlara artan şiddet ve bilgilendirme konuşmaları sayesinde insanlar yasa hakkında daha çok bilinçleniyor.

İktidar ve yandaşları bu yasa ile birlikte ülke genelindeki şiddeti meşrulaştırıyor. Hayvanlardan başlayarak kadınlara, LGBTİ+lara, çocuklara, azınlıklara, işçilere ve tüm diğer gruplara uygulanacak şiddeti normalleştirmeye çalışıyorlar. Artık hep birlikte bu faşist düzene karşı ses çıkarmalı ve birlik olmalıyız.

Mahallelerimizde, ilçelerimizde ve şehirlerimizde örgütlenerek katliam yasasına karşı bilgilendirmeler yapmalı, yaşanan ihlalleri takip etmeli ve sokakta yaşayan dostlarımızın yaşam hakkı için hep birlikte örgütlenerek mücadele vermeliyiz. Bulunduğumuz bölgelerdeki bakımevlerini düzenli ziyaret ederek orada esir tutulan kedi ve köpekleri takip etmeliyiz, ihlalleri duyurmalı ve mümkün olduğunca onları toplama merkezlerinden çıkarıp geçici ve kalıcı yuvalar bulmalarına yardımcı olmalıyız.  Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi olarak mecliste, sokakta, sosyal medyada ve her alanda yaşam hakkı için yasa geri çekilene kadar mücadeleye devam edeceğiz. Eylemlerimizde de hep dile getirdiğimiz gibi bu yasayı tanımıyoruz. Tüm türler özgür olana ve diktatör rejimleri yıkılana kadar çalışmalara devam edeceğiz.

Murat Arslan

“Aşılama ve Kısırlaştırma Stratejisi Kritik Öneme Sahiptir”

PROF. DR. MURAT ARSLAN – Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı

Birçok platformda sokak hayvanlarının popülasyonundaki artışın, belediyelerin Hayvanları Koruma Kanunu’nun gerekliliklerini yerine getirmemeleri olduğunu vurguladınız. Bu gereklilikler nelerdi?

2004 yılında çıkarılan 5199 sayılı Hayvan Koruma Kanunu’na göre yerel yönetimler geçici bakımevi kuracak, sahipsiz hayvanların tedavisi ve rehabilitasyonunu gerçekleştirerek, kısırlaştırıp, aşılayarak yaşadığı bölgeye geri bırakacaktı. Yani yerel yönetimler sahipsiz hayvanların sağlıklı yaşamaları ve refahlarını sağlamakla görevlendirildi. Ancak kanuna rağmen yerel yönetimler birkaçı dışında maalesef kanunda geçen yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmemiştir. Seçimden seçime sahipsiz hayvanları hatırlayan yerel yönetimler sahipsiz hayvanlar için kaynak ayırmak yerine tüm yükü kurumlarda çalışan veteriner hekimlerin üzerine bırakmışlardır.

Sahipsiz hayvan popülasyonunun artmasının en büyük nedenlerinden biri yerel yönetimlere Hayvanları Koruma Kanununun herhangi bir cezai yaptırım getirmemesi olmuştur. Kanunun 2021 yılındaki revizyonu da cezasızlığı devam ettirmiş, “Geçici Madde 4 – (Ek:9/7/2021-7332/16 md.) Büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri ve nüfusu yetmiş beş bini aşan belediyeler 31/12/2022, diğer belediyeler ise 31/12/2024 tarihine kadar ek 1 inci maddenin birinci fıkrasında belirtilen hayvan bakımevlerini kurmakla yükümlüdür.” hükmüne rağmen yerel yönetimlerce gereken adım atılmamıştır.

Sahipsiz hayvan sorununu büyüten ve çözülemez hale getiren uygulamalardan bir tanesi de 2006 yılında yapılan kanun değişikliğidir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda 22 Nisan 2006 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla belediyelerde norm kadro ilke ve standartları belirlenmiş ve il belediyeleri dışında Veteriner İşleri Müdürlüklerinin açılması yerel idarelerin isteğine bırakılmıştır. Sonuç olarak birçok belediyede Veteriner İşleri Müdürlükleri kapatılmıştır.

Belediyelerde Veteriner İşleri Müdürlüklerinin kapatılmasına yol açan kanun değişikliği yapıldığı ilk günden itibaren Veteriner Hekim Odaları, bazı belediyeler ve diğer sivil toplum örgütleri ısrarla düzenlemenin ülke gerçeğiyle örtüşmediğini vurgulamışlar ve kimileri de hukuk yoluna başvurmuştur. Bunun neticesinde ise Danıştay norm kadroya ilişkin esasların yürütmesini durdurma kararı vermiştir. Nihayet 22 Şubat 2007 tarihli 26442 sayılı Resmî Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren Belediye ve Bağlı Kuruluşları ile Mahalli İdare Birlikleri Norm Kadro İlke ve Standartlarına Dair Yönetmelik’le konu yasal olarak yeniden düzenlenmiştir, fakat kapatılan Veteriner İşleri Müdürlükleri pek çok belediyede yeniden açılmamıştır. Sonuç olarak Belediyelerde Veteriner İşleri Müdürlükleri ve dolayısıyla veteriner hekim olmadığı için Hayvanları Koruma Kanunu gereği sokak hayvanlarının rehabilitasyonu, tedavisi, kısırlaştırması yapılamamış ve bugünkü durumlar yaşanır hale gelmiştir. Büyükşehir Yasası kapsamında olmayan küçük illerde, kırsalda ve köylerde sahipsiz hayvanlar, İl Özel İdarelerinin sorumluluğu altındadır ve burada da ne yazık ki yine veteriner hekim kadroları bulunmamaktadır. Özet olarak; kanunçıkarılmış, sorumluluk verilmiş ama denetim yapılmamış, bütçe ayrılmamış, kanununun gereğini yapmayanlara yaptırım uygulanmamıştır.

Sizce aşılama ve kısırlaştırmada yerel yönetimlerin çalışmaları niçin verimli olmadı?

Birinci soruya verdiğimiz yanıttaki sebepler dolayısıyla birçok yerel yönetim, bu tür faaliyetler için yeterli bütçeyi ayırmamıştır. Aşı ve kısırlaştırma çalışmalarının etkin bir şekilde yürütülmesi için veteriner hekimler, malzemeler ve altyapı gibi kaynaklara ihtiyaç vardır. Ancak, kaynak yetersizliği ve bütçe kısıtlamaları, bu çalışmaların sürekliliğini ve etkinliğini olumsuz etkilemektedir. Yerel yönetimlerde görevli personelin ve toplumun aşılama ve kısırlaştırma konularında yeterince bilinçli olmaması başarısızlığın temel nedenlerindendir. Veteriner hekimlerin bu konudaki uzmanlığına ve deneyimine yeterince başvurulmadığı ve gerekliği istihdamın sağlanmamasından ötürü çalışmalar genellikle bilimsel ve teknik standartlara uygun şekilde yürütülmemektedir. Merkezi hükümet, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasında yeterli iş birliği ve koordinasyon sağlanamamaktadır. Bu durum, özellikle kısırlaştırma ve aşılama gibi uzun vadeli projelerde aksamalara yol açmaktadır.

Doğa Koruma Milli Parklar’ın yerel yönetimlere dişi köpek kısırlaştırma için bütçe ayırmış olması, hem bütçenin kullanımı ile ilgili bu kısıtlama hem bütçenin yetersizliği (2023 için 200 TL, 2024 için yeni bütçe yok) hem de bu bütçenin Belediyelerin genel bütçesine gitmesi ve nerede kullanıldığının denetlenmemesi de etkenlerden biridir.

Veri ve planlama eksikliği de aşılama ve kısırlaştırmada yerel yönetimlerin çalışmalarının başarısız olmasında etkendir. Yerel yönetimlerin aşılama ve kısırlaştırma faaliyetlerinde genellikle veri tabanlı bir yaklaşımdan yoksun olduğu görülmektedir.

Ali Elmacı

“Demokratik Katılım ve Hukuki Hak Arayışı Önemli”

ALİ ELMACI – Sanatçı

Sokak hayvanlarına karşı çıkan yasa birçok insan için yaşam hakkına dair geniş çaplı bir müdahalenin başlangıcı niteliğinde. Sizce sırada ne var?

Bu tür yasaların, toplumun yaşam hakkı ve özgürlüklerine yönelik daha geniş çaplı müdahalelerin başlangıcı olabileceği endişesi ister istemez hepimizin aklına gelmektedir. Bizler sadece sanatçılar değil bu konuda duyar geliştirmiş tüm bireylerin hak ve özgürlüklerin korunması için kamuoyunun bilinçlenmesine, hukuki süreçlerin yakından izlenmesine ve gerekirse hukuki yollara başvurulmasına hazırlıklı olmak zorundayız. Bu süreçte demokratik katılım, bilinçlenme ve hukuki hak arayışı çok çok önemli olacaktır.

Bir sanatçı olarak sanat ortamında katliam yasasına karşı çıkan tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben dediğim gibi bu konuda duyar geliştiren tüm bireylerin haklı duruşunu hayranlıkla izlemekteyim. Bu kanlı yasaya geçit vermeyeceğimize de inanmak istiyorum. Bu tür yasaların etkilerinin anlaşılması ve karşısında durulması adına, sanatçıların ve sanat ortamının eleştirel ve yaratıcı müdahaleleri oldukça değerlidir ve sanatçılar da üzerine düşeni ellerinden geldiği kadar büyük gayretle göstermektedirler.

Örsan Öymen

“Barbarlıktır, Soykırımdır”

ÖRSAN ÖYMEN  – Akademisyen

Toplum arasında katliam yasası diye geçen sokak hayvanları yasasının çıkışının altında yatan nedenler sizce nelerdir?

Birinci neden, gerçek gündemi gizlemek, ekonomik krizi unutturmaya çalışmak. İkinci neden, insan merkezci, hatta AKP yandaşı olan insan merkezci bencil bakış açısı. Bu hükümet insana da hayvana da doğaya da düşman. Kendileri hariç herkesten ve her şeyden nefret eden, ona yabancı olan, yabani canlılar bunlar. İnsanı sömürdükleri ve doğayı talan ettikleri gibi, hayvanların da katledilmesinin yolunu açıyorlar. Genel ve derin bir ruhsal sorunları ve ona bağlı olarak ciddi bir ahlaki sorunları var.

Yaşam hakkına müdahale niteliğini taşıyan bu yasanın ardından ne gibi toplumsal olaylar, olgular ve yeni yasalar beklemeliyiz?

Hayvanlar için yapılması gereken onları kısırlaştırmak, yeterli sayıda ve sağlıklı koşullara sahip barınaklar inşa etmek, hayvanları orada koruma altında almak ve elden geldiğince çok hayvanı sahiplendirmektir. Bu yönde bir yasal düzenleme yapılmalıdır. Hayvanları “uyutmak” adı altında katletmek barbarlıktır, soykırımdır. Bu hayvanları katletmek toplumsal kutuplaşmalara da neden olmaktadır. Zaten her alanda olduğu gibi bu alanda da amaçladıkları budur. Siyasette, eğitimde, devlette kadrolaşmada, laiklik karşıtı bir örgütlenmeyle toplumu kutuplaştırıp birbirine düşman ediyorlar. Hayvan hakları konusunda yaptıkları da aynı zihniyetin bir uzantısıdır.

Demet Yarlıgaç

“İşkence ve Ölümü Meşru Görmeye Başladılar”

DEMET YARLIGAÇ – Alfa Arama Kurtarma Derneği

Yeni yasanın en çok tartışılan başlıklarından biri barınaklar. Türkiye genelinde barınakların sayısı yeterli mi? Durumları sokak hayvanlarının refahı için elverişli mi, soruları gündemde. Sizin konu ile ilgili görüşünüz nedir?

Yeni yasa ile ilgili görüşümüz yasa kabul edilmeden önce de hazırlık aşamasındayken de ve kabul gördükten sonra da her zaman nettir. Bu netliğin en belirgin sebebi ise Türkiye geneli barınakların sayıca ve tabiri yerinde ise her bakımdan yetersizliğidir. Bu yetersizliği Alfa Arama ve Kurtarma Derneği olarak on beş ay içerisinde toplamda 158 barınak ziyareti yapıp, belgeleyerek kanıtlamış durumdayız. Asıl olan şudur: Türkiye genelindeki tüm barınaklar sayıca ve hayvanların refahı, tedavisi, bakımı, temel gereksinimleri bakımından yetersizdir ve bu konu artık eleştiriye açık bir konu olmaktan çıkmış nesnellik kazanmış durumdadır. Bu iddiamızı dernek faaliyetleri kapsamında yaptığımız ziyaretler sonucunda belgeler, kayıtlar, videolar, fotoğraflar, şahitler ve tutanaklar desteklemektedir.

Yasanın çıkışı ile birlikte gündeme işkence ile sokak hayvanlarını öldürme görselleri düşüyor her gün. Sizce yasanın toplumdaki yansıması ne oldu?

Yeni yasayı baştan sona okuyup anlayacak olursak, net bir şekilde ifade edebilirim ki cinayet, işkence ve katliamın önünü dolaylı bir yönden kolaylaştırıyor. Nitekim köpek ve kedi ölümleri devlet tekelinde bir sebep sonuç ilişkisine bağlandığından kin ve nefretten beslenen ve aramızda hükümsüz bir şekilde dolaşan insanlar, sokak hayvanlarına işkence ve ölümü meşru görmeye başladılar. Bu durum her ne kadar basına yansıtılmıyor olsa da sosyal medya aracılığı ile ispatlanmıştır. Vicdan ve ahlaktan yoksun bu kişiler kendilerinde devletin kanununa dayanarak gördükleri meşruiyet sayesinde, sadece sokak hayvanlarının eziyetiyle sonuçlanmıyor aynı zamanda toplumun psikolojik olarak yıkımına da sebep oluyor. Sosyal devletimizin her vatandaşına hizmet vermekle yükümlü olduğu sağlık terimi belirtilmelidir ki kişinin yalnızca bedenen değil ruhsal olarak da iyilik halinde olması şeklindedir. Bu tür davranışlar zaman geçtikçe gençlerimize ve çocuklarımıza emanet edeceğimiz vatanımızı kültürel olarak yıpratıyor ve yasa geri çekilip hayvan hakları yasasında değişiklik yapılmadığı sürece bu durum onarılmaz bir hal alacaktır.

Yasa artık yürürlükte. Bundan sonrası için neler yapılabilir?

Yasanın yürürlükle olması, bu yasanın bazı maddelerine dayanarak hayvanları ölüme terk etmekle elbette sonuçlanmayacak. Devletimiz verdiği karar ile sokak hayvanlarının gerçekten sokakta kalmalarını istemiyor ise bu duruma psikolojik olarak ve halk sağlığını da gözeterek bir çıkış kapısı sunmak zorundadır. Nedir bu çıkış kapısı diye sorulacak olunursa, öncelikle hayvanseverlere mecliste ve kanun tekliflerinde yer vermelidir. Unutulmamalıdır ki hayvanseverler olarak addedilen bu toplum yalnızca hayvanları sevmek ve onları korumak olarak faaliyet göstermez; doğadaki tüm canlıları, insanları, ağaçları sevmeyi de kendilerine bir görev edinmiştir. Bu kapsamda insanlardan uzak bir hayat sürdürmelerini isteyen hükümet öncelikle barınak denetlemelerini sıklaştırmalıdır. Zaten denetlemeler sonucunda yetersiz oldukları anlaşılacaktır. Bu konu da şüphemiz yoktur. Nitekim yalnızca barınak iyileştirmeleri söz konusu olmayıp onlara alanlar tahsis edilip doğal yaşamlarına uygun bir şekilde refah içinde bir proje olması şarttır. Bu projeye hayvanseverler dahil edilir ise hiç şüphesiz ki günümüz şartlarından çok daha verimli yaşam alanları oluşturulabilinir.

Sözlerimi noktalarken belirtmeliyim ki sokak hayvanları sokağa aittir. Gerekli rehabilite ve kısırlaştırmalar sonucunda tüm canlılar için yaratılmış olan dünyaya fazla gelen sokak hayvanları olmayacaktır. Onları günümüz barınaklarında kafeslerin içinde hastalığa, ölüme, sefalete ve açlığa mahkûm etmek hiçbir vicdani etiğe uygun değildir.

Seren Serengil

“Mücadelemi Sürdüreceğim”

SEREN SERENGİL

Kanun tasarı halindeyken ve sonrasında sayısız mecrada karşı tepki gösterdiniz. Sizce sokak hayvanları konusunda alınacak ideal karar ne olmalıydı?

Sokak hayvanları yüzyıllardan beridir bizim coğrafyamızda, dokumuzda, kültürümüzde olan, bize bağlı yaşayan bir ırktır. Bu yolculuk Osmanlı İmparatorluğu’ndan itibaren başlamıştır, sonraki Cumhuriyet döneminde ve ondan sonraki süreçte hep bizimle beraber mahallelerimizde, bizimle yaşadığımız canlarımızdır. Bugüne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda hayvanlara bakması için mancacı denilen bir meslek grubu oluşturulmuş ve padişahlar ve hayvanları bizden ayırarak, onları da hapsederek bir yaşamı düşünmemişlerdir. Cumhuriyet döneminde ve sonrasındaki süreçte de hiçbir başbakan, cumhurbaşkanı onları alıp insanlardan soyutlanıp bir yere tıkılmasını ve öldürülmesini öngören bir yasa çıkarmamıştır. Çünkü zaten gerçekten köpek bir tehdit olsaydı bugünkü cumhurbaşkanına ve bugünkü hükümete gelene kadar diğer cumhurbaşkanları ve devlet adamları da bu aklı düşünürdü ve o zaman böyle bir tedbiri herkes alırdı. Hayvanlar gerçekten insanları öldürüyor ve tehlike boyutlarda bir zarar veriyor olsaydı Cumhurbaşkanımız da 20 sene önce kısırlaştır ve sokağa bırak diye bir yasa çıkarmazdı.

Bugünkü değişikliğin sebebi Türkiye’deki değişen insanların öğrenimleri, muhafazakâr yapıyla hiç alakası olmayan, yani Müslümanlıkla alakası olmayan enteresan bir güruhun çıkması. Tarikatlar ve cemaatler. Tarikatlar ve cemaatler hayvanlara haram ve pis dedikleri için onların sokaklarda olmasını istemiyorlar. Gerici zihniyet istemiyor çünkü gerçekten istemeyen olsaydı sokaklara bizim gibi dökülmesi gerekmiyor muydu? Bu millet böyle bir şeyden şikayetçi değil. Trollerle sanki köpek popülasyonu çok arttı gibi gösterip, bunun tehlikeli bir boyutta olduğunu öne sürüp insanlara korku salındı ve ulusal kanallarda Brezilya’dan bir köpek saldırısını Türkiye’deymiş gibi gösterildi. Devamlı saldırı haberleri yapıldı ki yirmi yıllık kanunda hayvanlarla alakalı ayda iki kere dizi filmlerin saatlerinde iyi haberler yapacaksın, halkla hayvanların arasındaki bağıkuvvetlendireceksin diye bir madde olmuş olmasına rağmen hiçbir televizyon kanalı bu tip yayınlar yapmadı, üstüne aleyhine yaptı. Dolayısıyla ideal karar kısırlaştır yerine bıraktır. Agresif hayvanlar rehabilitasyon merkezlerinde yaşamaya devam eder, onlar da düzelince gene sokakta kalır. Ama küçük ırk ve orta ırk denilen yedi kiloya kadar olan hayvanların bu barınaklarda yaşaması mümkün değildir. Onların sahiplendirilmesi gerekiyor. Ve sahiplenme meselesi de asla sokak hayvanlarını kapsayamaz çünküTürkiye’nin geneli apartmanlarda oturmaktadır. Apartmanlarda da bir Sivas kangal bir çoban köpeğinin, Türklerin klasik ırktaki sokak köpeklerinin apartman dairesinde oturmaları mümkün değildir. Dolayısıyla eskisi gibi, yani yüzyıllardan beri nasıl yaşıyorlarsa, kısırlaştırılıp yerlerine bırakılmaları gerekir.

Sizce sokak hayvanlarının sahiplenilinceye dek barınaklarda bırakılması hayvan refahına ve hayatına uygun bir çözüm mü? Var olan barınakların koşulları ve sayısı buna elverişli mi? Sahiplenilme çağrısı olanaklı mı?

Şu anda Türkiye’de 1298 tane belediye var, sadece 200’ünde barınak var. O yüzden sokaktaki köpeklerin barınağa toplanması zaten mümkün değildir. Dolayısıyla doğanın kanununu bozmamak gerekir. Ve bu barınaklar barınak değil ölüm kampları. Hiçbir canlının orada yaşaması mümkün değil. Aynı zamanda kendi alma kapasitesinin üstünde hayvanları oraya aldığı zaman salgınlar başlıyor, zaten bunlara yetecek bir mama ekonomisi yok. Bu barınaklarda kendileri mama yapıyorlar ve o mamaları zaten o hayvanlar yemiyorlar, hepsi ölüme yatmış vaziyetteler. Sahiplenene kadar denilen şey ise, yani Avrupa’daki sahiplenme sistemi sadece evden atılan köpeklerini kapsıyor. Yani sokağa atılmış cins köpekleri bir başka kişinin sahiplenmesinden bahsediliyor. Çünkü zaten Avrupa’da sokak köpeği yok. Sokak köpeğini eve alın demiyor çünkü onlarda bizim ırktaki sokak köpekleri yok. Tabii bu kanunu çıkaran insanların köpeklerle alakalı hiçbir bilgisi olmadığı için sokak köpeğinin her türlü cinsini; yani Sivas kangalları, çoban köpeklerini de içine kendileri katmışlar. Halbuki o köpeklerin yüzde doksanın apartman olduğu bir ülkede oturum şeklinde yaşamaları ve orada o köpeklerin sahiplenilmesi mümkün değil. Zaten kat mülkiyeti kanununa göre de senin komşun senden şikayetçi olursa hayvanı alıp tekrar götürüyorlar, o zaman da bir kısırdöngü içerisine girilmiş olunuyor. O kısırdöngü de şudur: sen sahiplen, eve getir diyorsun, ama senin komşun senden önceçıkan kat mülkiyeti kanununda, komşunu rahatsız edersen köpeğin tahliyesini isteyebiliyor. Bu sefer de sen diyorsun ki köpeği sahipleneceksin, bir daha sokağa atmayacaksın ve atarsan da altmış bin lira vereceksin. Yeni kanun bir önceki kanunun işleyişine engel olmuş oluyor. Dolayısıyla bütün bunlar düzenlenmeden, bir kanunun yürütmesi olmadan, şartları oluşmadan kanunlaşması mümkün değildir. Bunun Anayasa Mahkemesi tarafından acilen bozulması gerekiyor.

Bundan sonraki sokak hayvanlarına dair çalışmalarınızı anlatır mısınız?

Bundan sonra aktivist olarak kendi adımı, bulunduğum yeri bunun için seferber ettim. Bu sene çalışmayacağım, hayvanlar için çalışacağım. Mücadelemi sürdüreceğim. Bu anlamda siyasete bile girmeyi düşünüyorum. Çünkü siyasi alanda, mecliste; hayvan seven, doğa seven, dünya vizyonu farklı yerdeki insanların da olması gerekiyor ki insanları da sevebilsinler. Bu konuda bilgisi olan insanların, fikir sahibi olan insanların da mecliste olması gerektiğini düşünüyorum, yoksa siyaseti sevmem ama bu durum beni mecbur bırakıyor. Dolayısıyla benim bundan sonraki hazırlığım tamamen hayvanlar, hayvan konusu hakkında. Hayvanlarla ilgili, onların savunucusu olarak, halkın da sesi olarak doğa ve hayvanları koruma adına bir şekilde mücadelemi daha resmi bir mertebeye getirmek istiyorum. Bununla alakalı çabaların devam edecek. Halkın sesi olmaya devam edeceğim.

Previous Story

OG Gallery’de Nemli Mavi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.