Tiyatro üretiminde, son senelerin tartışmasız en yoğun sezonunu yaşıyoruz. Geçen sezonlardan devam edenler, Ekim ayı itibarıyla prömiyer yapanlar ve ikinci sezon başlangıcı sayılan Ocak itibarıyla eklenenler derken 500’den fazla oyun, şehrin dört bir yanında sahne alıyor. Öyle ki, pek çok yeni oyun gösterim yapacak sahne bulmakta zorlanıyor. Tiyatro tarafından olan arz, seyirci tarafında tam olarak karşılık bulabiliyor mu, hele ki mevcut zorlu ekonomik koşullarda… Yanıtı coşkulu bir “Elbette!” ile vermeyi çok isterdik ama ne yazık ki kültür-sanat-eğlence sektörünün en sevdiği tabir olan “sold out”, çoğu zaman geçerli olamıyor. Tiyatrolar nasıl, roket hızıyla artan (vergiler, sahne kirası ve nakliye başta olmak üzere) maliyetlerle cebelleşiyorsa, seyirci de bunun doğal sonucu olarak, bilet fiyatlarındaki artışla baş etmeye çalışıyor. Ekonomik boyutu bir yana; yüzlerce oyun karşısında seyircinin başının döndüğünü tahmin etmek de zor değil. 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle, sezonun en yenileri arasından, farklı beklentilere hitap eden oyunlardan oluşan bir seçki hazırladık. İnatla ve neşeyle üretmeye devam eden tüm tiyatro insanlarının ve onların en önemli yol arkadaşları olan seyircinin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun!
Prodüksiyon Tiyatrosu Sevenlere
Afife/Afife Tiyatro&Zorlu PSM
Sezonun, duyurulduğu andan itibaren en merak edilen işlerinden olan Afife, beklentileri başarıyla karşılayan, güçlü bir prodüksiyon. Serdar Biliş’in yönetiminde, Selin Cankı Ceylan’ın kaleme aldığı metni, çarpıcı performanslar ve iddialı sahne tasarımıyla çevreleyen oyun; Afife Jale’nin tiyatro yapma inadına ve direnişine bir selam… Müslüman kadınların sahneye çıkması yasakken, türlü engellemeye, en çok da yobaz baskılarına inat ‘oynayan’ Afife’yi, işgal yılları İstanbul’unda, çok kültürlü bir kumpanyada takip ediyoruz. Demet Evgar, Afife’yi akılda kalıcı bir performansla sırtlanırken Tilbe Saran, Necip Memili, Bora Akkaş, İdil Sivritepe, Bedir Bedir başta olmak üzere, sahnedeki her bir ismin katkısıyla, ensemble oyunculuğun ışıltılı gücünü keyifle izliyoruz. Tuluğ Tırpan imzalı müziklerse, kumpanyanın ve hikâyenin neşesini ve direncini hep yukarıda tutuyor. Afife Jale’ye ve onun nezdinde karanlığa karşı kendi ateşini yakan mücadeleci kadınlara şık bir saygı duruşu; seyirciye tasarımından müziklerine ve performanslarına yoğun bir doyum yaşatan bir oyun…
“Tek Kişilik Oyun Başkadır” Diyenlere
9/8’lik Kıyamet/Mek’an Sahne
Tek kişilik oyunların, başta ekonomik koşullar sebebiyle hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemden geçerken, sahnede tek kişilik anlatı/performans izlemeyi sevenlere nokta atışı bir önerim var. Şamil Yılmaz’ın yazdığı, Sezen Keser’in incelikle yönettiği ve Oğulcan Arman Uslu’nun enfes bir yorumla sahneye taşıdığı 9/8’lik Kıyamet tabiri caizse kıvılcımlar saçan bir oyun. Şamil Yılmaz; güncel, politik ve toplumsal olanı, sokakta olanı kâğıda özgün bir maharetle döker hep. Bu kez, kıyametin ortasına bir şenlik kuruyor adeta. Oğulcan Arman Uslu sahnede tek başına; kolunun altında bir darbuka ve dilindeyse hiçbirimize yabancı gelmeyecek bir hikâye var. Distopik bir öykü gibi görünse de ne yazık ki tam da bugünümüzde, buralarda geçebilecek bir meselesi var oyunun. Kuraklığın ve beraberinde gelen kasoun İstanbul’u ve dünyayı ele geçirdiği zaman dilimini, kendi gözünden anlatıyor, Diyar adlı karakter bize. İçinden iklim krizi, göç meselesi, toplumsal eşitsizlik, kadınların ve LGBTİ+’ların yaşadıkları, siyasal İslam’ın yükselişi, hayvan ve vegan hakları geçen bir oyun… Şamil Yılmaz’ın kalemi bu meselelerin birbirinden bağımsız olmadığını etkileyici bir tavırla anlatıyor. Oğulcan Arman Uslu ise yetkin oyunculuğunu bu oyunla iyice parlatıyor. İçinde bulunduğumuz ruh halimizden anlayan, çok çarpıcı bir iş…
Kült Metinleri Es Geçmeyenlere
Hizmetçiler/Moda Sahnesi
Jean Genet, müthiş bir sınıf hiyerarşileri eleştirisi olan kült oyunu Hizmetçiler’in, kendilerine hem ezici bir ‘şefkatle’ hem de birer böcekmiş gibi davranan ‘hanfendiye’ hizmet eden iki kız kardeşi Claire ile Solange’ın, erkek oyuncularca oynanmasını önerir. Moda Sahnesi de Kemal Aydoğan yönetimindeki Hizmetçiler’de, tiyatro tarihinin bu iki unutulmaz kız kardeşini Yılmaz Sütçü ile Kerem Fırtına’ya teslim ediyor. Dilan Düzgüner ise zengin hanımefendi olarak alıyor yerini. Bengi Günay’ın göz alıcı ve çağdaş, tiril tiril bir tasarım diliyle kurduğu sahne (dekor, aksesuar ve kostümler) başta olmak üzere çevirisinden oyunculuk performanslarına ve dramaturjisine dört başı mamur bir Hizmetçiler çıkıyor karşımıza. Claire ile Solange; kendilerini yok sayan üst sınıfı/efendilerini alt etmeye kararlı, gözüpek birer devrimci mi yoksa yeri geldiğinde kendi sınıflarına/birbirlerine bile ihanet edebilecek olan, bireysel çıkarları peşinde sıradan iki emekçi mi… Oyun, Genet’nin metne yerleştirdiği çelişkili gitgelleri, ‘oyun içinde oyun’ halini ve efendi/hizmetli ilişkisini her unsuruyla başarıyla taşıyor. Tiyatro tarihinin bu kıymetli, derinlikli metnini Moda Sahnesi yorumuyla izlemeyi kaçırmayın.
Çağdaş Uyarlama Takipçilerine
Medea/Dor Productions:
Mitolojide doğan, Euripides’in kaleminden M.Ö. 431’den beri sahnelerde olan Medea’ya, benzerine kolay rastlanmayan bir uyarlama… Anne-Louise Sarks ve Kate Mulvany’nin yazdığı bu uyarlama, öyküyü; Medea’nın öldürdüğü kendi çocuklarının dünyasından anlatıyor. Uğruna memleketini terk ettiği, babasını öfkelendirdiği, sayesinde kahramanlaşan ama en nihayetinde kendisine ihanet eden kocası Iason’dan intikamını, ondan olan çocuklarını elleriyle öldürerek alır Medea. Dor Productions yapımı olarak, Hira Tekindor’un çevirisi, rejisi ve sahne tasarımıyla izlediğimiz Medea’da ise çocuklarının son saatini izliyoruz. Okul çağındaki Leon ile Jasper rollerinde, her biri gözlerimizi alan performanslar sunan çocuk oyunculara (dönüşümlü oynayan Abdullah Burak Kaya&Ayaz Gülşen ve Ayaz Çoban&Tarık Sarıyar), anneleri olarak her zamanki enfes sahne varoluşuyla Defne Kayalar eşlik ediyor. Büyük ölçüde çocuklardan izleyeceğiniz, bu yönüyle de hayli farklı bir iş olan Medea, çocukların dünyasından yetişkinlerin şiddet dolu dünyasına bakmak için de farklı bir açı sağlıyor. 9 ve 12 yaşlarındaki iki erkek kardeşin detaylı oda tasarımıyla, gerçekle birebir örtüşen nefis kardeşlik aksı da oyunun ayrı bir başarısı. 2500 senelik bir oyuna, izlerken hem güldüren hem de tüyleri diken diken eden, çok başarılı bir uyarlama…
Sahnede ‘sinema Hissinden’ Etkilenenlere
Linçler ve Dudaklar/Dolkun Production
Türkiye’nin toplumsal çelişkilerini hem metin dili hem sahneleme tercihleri hem de olay/diyalog akışıyla insana sahnede canlı sinema filmi izlemiş hissi vererek sergileyen bir oyun. Yazarı ve yönetmeni Halil Babür, evvelki işlerinde de Türkiye toplumundaki yarıklara özgün bakışıyla isabetli tespitler yapmıştı. Bu kez; Kadıköy’de, ailesinden kalma eski bir dairede yaşayan, tek kitap yazmış, hayatın bir parça kıyısında duran, bir nevi ‘kaybeden’ yazar Cemal’in etrafında bir öykü kuruyor. Oyun daha ilk bakışta, tek ve değişmeyen sahne tasarımıyla farklı mekânları önümüze sermeyi başarmasıyla göz alıyor. Tek bir bakışla Cemal’in evinin farklı köşelerini de apartman boşluğunu da Kadıköy’de akan sokak hayatını da karşımızda görüyoruz. Sonrasında Cemal’in kapısında tanıştığı Kadıköylü genç kadından ağabeyine, apartman görevlisi ile onun kızına tüm karakterlerle olan ilişkisini takip ederek Cemal’in bir dönemine tanık oluyoruz. Youtuber olmaya soyunan Cemal’in takipçileriyle olan ve müthiş tanıdık bir kıvamda akan canlı sohbetlerini, sahneye kurulan büyük ekranlardan takip ediyoruz. Her detayıyla yaşayan bir mekân ve yaşayan karakterler yaratmış Babür. Sınıfsal/kültürel çatışmalardan, yaşam tarzı tartışmalarına, ülkenin politik gerilimlerine, felsefi tartışmalara, yozlaşan sosyal medya atmosferine, beraber yaşama kültürünün dertlerine uğrayan Linçler ve Dudaklar; tüm bu meselelerin birbirine bağlı olduğunu göstermeyi de başarıyor. Sezonun, pek çok açıdan en kuvvetli işlerinden.
Çağdaş Yerli Oyun Meraklılarına
Küçük Balkon/No Tiyatro&Esta Yapım
İsmini sinema üretimleriyle bildiğimiz Can Kılcıoğlu, yazıp yönettiği bu ilk oyunda, sahne diline olan hâkimiyetini, son derece seyirci dostu bir yerden ispatlıyor. Birbirinden hayli farklı mizaçta ve zaman içinde mesafelenmiş iki kız kardeşi, çok naif ama bir o kadar ikna edici ve titizce işlenmiş bir oyuna yerleştirerek tanıtıyor. İlk sahne deneyimleri olduğuna inanmakta zorlandığımız Vildan Atasever ile Nazlı Senem Ünal kız kardeşler Nehir ve Damla’da, hemen her oyunu ve performansıyla aklımızda ayrı yer eden Deniz Karaoğlu’nu ise Nehir’in bir tanışma uygulamasında kesiştiği Burak rolünde izliyoruz. Annelerinin yokluğu esnasında yaşanan gerilimli, inceden hüzün yüklü ve Burak karakteri vesilesiyle çokça komik bir kız kardeşler buluşmasını anlatıyor Küçük Balkon. Can Kılcıoğlu, zor olanı başarıyor ve erkek bir yazar/yönetmen olarak, kadınların kendilerine ait dünyasına çok isabetli aralıklardan uzatıyor kafasını. Sahnede, hemen her ayrıntısıyla ikna edici bir hikâye örülüyor. Alt notalarında derin bir annelik anlatısı gizli olan bu oyun; yerli oyun yazınına yapılmış derli toplu bir katkı. Kendinizi bir parça tatsız hissettiğiniz bir vakitte izlerseniz hele, hafifleyerek, neşeyle çıkacaksınızdır salondan.
Çağdaş Yabancı Metinleri Takip Edenlere
Kutsal/Tatlı Ekşi Tiyatro&Biletinial
İngiliz yazar Morgan Lloyd Malcolm’ın yazdığı Kutsal’la kâğıt üzerine tanıştığımda açıkçası biraz kalbim sıkışmıştı. ‘Sarsılmış bebek sendromu’ meselesi üzerinden zorlu bir annelik deneyimi anlatan oyunda, taze anne Nina rolünün Seda Türkmen’e emanet edildiğini duyduğumda ise ferahlayıp meraklanarak beklemeye başladım oyunun. Daha önce pek çok çağdaş yabancı metni sahneleyen Tuğrul Tülek; sahne üstü arkadaşları Seda Türkmen, Neriman Uğur ve Ümmü Putgül ile hayli keskin, insanın yüreğine oturan ama izlerken bir yandan güldüren bir annelik deneyimi oyununa başarıyla imza atmış. Oyunun en çarpıcı yanı ise Seda Türkmen’in adeta sahnede, kendi bedeninden doğurduğu Nina. Türkmen, karakterinin zorlu annelik deneyimini kendi içine geçirip yumuşak, sıcak ve bir o kadar sert ve soğukkanlı oynuyor. Çok dokunulmayan bir mevzuya cesurca ve usulca temas ediyor Kutsal. Melisa Kesmez’in duru çevirisiyle Türkçeleştirilmiş çağdaş bir metnin iyi bir yorumunu görmek, Türkmen’in sezonun en iyilerinden olan oyunculuk performansını kaçırmamak ve anneliğin puslu sularında etkileyici bir yola çıkmanız için görmenizi öneririm.
Sahne Dışında Oyun Deneyimlemek İsteyenlere
Treplev/Decollage Art Space
Hem ayrı ayrı hem ortak üretimleri ve tiyatroya bakışlarıyla zihnimizi genişleten, ayrıca her birinin de sahne üstü becerisi etkileyici seviyede olan iki ismin ürünü bir oyun: Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim… Çehov’un Martı oyunu üzerine çalışan ikili, oyunun ‘kaybeden’ karakteri Treplev’e odaklanarak metni baştan yazmış. Tamamen Çehov’un kurduğu dünyayı ve olay örgüsünü takip ederken, Treplev’in çevresindeki insanlarla, tabiri caize alıp veremediğini anlatmaya odaklanıyorlar. Bunu da bir tiyatro sahnesinde değil, her köşesini oyun alanlarına çevirdikleri, üç katlı bir güncel sanat galerisinde yapıyorlar. Treplev’in annesi, eski tiyatro yıldızı annesi Arkadina, onun ünlü yazar sevgilisi Trigorin, tiyatro yıldızı olma hayalleriyle yanıp tutuşan genç Nina başta olmak üzere; Treplev’in Martı evindeki karakterlerle ilişkilerini takip ediyoruz. Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun yönetmenliği üstlendiği, ayrıca oyun boyu, Treplev rolündeki Ümit Erlim’e eşlik ettiği oyunu, mekânın üç ayrı katında, üç bölüm halinde izliyoruz. Treplev’i tamamlayıp Suadiye’deki DeCollage Art Space’ten sokağa çıktığımda İstanbul’da her zaman rastlamadığım türde bir iş izlemiş olmanın şevk ve gurur karışımı hissi vardı üzerimde. İzleyin derim.