Sanatın İstanbul dışındaki en güçlü adreslerinden biri olan Eskişehir’deki Odunpazarı Modern Müze, uzun soluklu süreli sergilerine geçtiğimiz günlerde bir yenisini ekledi: Ferahfeza. Adı üstünde, Ferahfeza; ferahlığı, gönül genişliğini ve iç açan bir hâli çağrıştırsa da Yağmur Elif Ertekin’in küratöryel kurgusunda bu anlam daha derin bir katmana taşınıyor. Sergi, sofranın etrafında kurulan ilişkileri yalnızca bir buluşma olarak değil; kültürel hafızanın, duygusal ortaklıkların ve paylaşılmış anların üretildiği ortak bir alan olarak ele alıyor. Ertekin’in küratöryel kurgusuyla resim, heykel ve yerleştirme disiplinleri bir araya gelerek “sofra”yı bir ritüel, bir kutlama ve aynı zamanda çok sesli bir yaşam sahnesi olarak yeniden kuruyor. Böylece Ferahfeza, adının sunduğu hafiflikten yola çıkarak izleyiciyi neşeden komşuluğa, flörtten dostluğa uzanan o büyük ortaklığın izini sürmeye davet ediyor.
Küratör eşliğinde sofranın evrensel coşkusuna doğru bir yolculuğa çıkarken, sergi bizi daha ilk anda bir ayna ile karşılıyor. Üzerinde serginin adının yazılı olduğu bu büyük yemek salonu aynası, hem bir başlangıç işareti hem de serginin kurduğu sofraya davet niteliğinde.

Aynanın hemen altında ise müzenin üç katına yayılan seçkinin sanatçıları, adeta bu büyük sofranın davetlileri gibi bir bir sıralanmış. Kimler yok ki Ferahfeza’da… Abdülmecid Efendi, Adnan Varınca, Anke Eilergerhard, Antonio Cosentino, Ara Güler, Aylin Zaptçıoğlu, Azade Köker, Can Sun, Cevat Dereli, Cevdet Erek, Cihat Burak, Claudia Comte, Ecem Yüksel, Elif Uras, Etel Adnan, Eren Göktürk, Erol Eskici, Ferruh Başağa, Fırat Engin, Fikret Mualla, Francesca Hummler, Gülsün Karamustafa, Hakan Gürsoytrak, Haluk Akakçe, Hans op de Beeck, Hilmi Can Özdemir, Hüseyin Bahri Alptekin, İhsan Oturmak, Mehmet Güleryüz, Merve Şendil, Mustafa Boğa, Nadide Akdeniz, Nedim Günsür, Neşe Erdok, Nezaket Ekici, Nuri İyem, Özer Toraman, Pınar Akkurt, Robbie McIntosh, Sinan Orakçı, Slim Aarons, Şahin Paksoy, Toygun Özdemir, TUNCA, Yaren Karakaş, Zeki Faik İzer…
Masada Neşe Masada Hüzün
Yağmur Elif Ertekin küratörlüğünü üstlendiği sergiyi şöyle özetliyor:
“Ferahfeza aslında Türk Müziğinde bir makam adı; ama biz bugün bunu ferahlık veren, göğüs genişleten, gönül açan bir hâl olarak düşünüyoruz. Bu seçkide de tam olarak bunu hissettiren işler göreceksiniz. Sergi sofra kavramı üzerine ilerliyor; ancak sofra yalnızca yemek yenilen bir yer değil. Sofra bir duygu paylaşımı ve bir hayat paylaşımı alanı. Bu bir gastronomi sergisi değil; fakat hayatımızın her anında yer alan sofra fikrini ve sofranın etrafında yaşanan duyguları kutlayan bir seçki. İyi duyguları, bir arada olmayı, paylaşmayı—kısacası insanın yaşadığı her hâli sofranın etrafında buluşan duygularla birlikte düşünmek istedik.”

Bulunduğumuz giriş katı, aslında serginin tamamına dair bir ön bilgi sunan; birazdan göreceğimiz seçkinin özeti niteliğinde bir başlangıç noktası. Buradaki işler, sofranın yalnızca ev içindeki bir yemek alanı olmadığını, yaşamın her anında ve her mekânında var olan bir birliktelik alanı olduğunu hatırlatıyor. Bu katta da bu duyguyu öne çıkaran eserler bizi karşılıyor. Sahil yerleştirmeleri, deniz kenarı sahneleri… Bu katta kimler yok ki?
Merve Şendil’in üç parçalı, altın renkli çerçeveler içinde bulutlu bir gökyüzünü betimleyen Aynı Gökyüzü Altında adlı eseri ilk bakışta dikkat çekiyor. Hemen karşı duvarda ise Ferruh Başağa’nın duvarı boydan boya kaplayan Mavi Akdeniz isimli soyut resmi, katın atmosferine geniş bir nefes alanı açıyor. Yavaş yavaş serginin içine doğru ilerlerken küratörümüz eserleri anlatmayı sürdürüyor:
“Bu eser, Napoli sahilinde hayatın tadını çıkaran insanları fotoğraflamasıyla tanınan Robbie McIntosh’un ikonikleşmiş bir fotoğrafı. Sanatçının 2012’de başladığı ‘Plajda’ serisine ait bu karede, sırtüstü uzanmış, göğsünde ‘TUTTO PASSA’ dövmesiyle güneşlenen adam; faniliği kabullenen bedeniyle kalabalığın ortasında kendi varlığına odaklanmış ve anın tadını çıkarıyor.”

McIntosh’un hemen sağında Haluk Akakçe’nin Deniz Kenarında Güzel Bir Gün adlı işi yer alıyor. Pastel renklerle kurgulanmış dairesel ve çizgisel formların iç içe geçtiği bu sahil tasviri, yumuşak geçişleri ve sakin kompozisyonuna rağmen güçlü bir enerji taşıyor; mutlu bir günün hafifliğini ve pozitif dinamizmini hissettiriyor.
Bu katta yer alan eserler, sofrayı sahille ya da yazlık alanlarla ilişkilendiren basit bir okumadan çok, ‘iyi hissetme hâli’ni merkeze alıyor. Şehrin sahil kültürü, yazlık ritüelleri, gündelik rutinin dışındaki ferah alanlar… Hepsi, sofra etrafındaki paylaşımların yarattığı iyi duyguyu çağrıştıran bir bütünün parçası.
Aynı katta Azade Köker’in huzurlu bir yaz sabahını anımsatan Yaz Sabahı adlı işi; Nadide Akdeniz’in denizin ortasında duran iki figürü betimlediği İsimsiz adlı eseri; Özer Toraman’ın Hikâyeleri Bekleyen Sandallar‘ı ve Erol Tabanca Koleksiyonu’ndan Nuri İyem’in Sıradan Sevdalar – Âşıklar‘ı da bu duyguyu derinleştiren yapıtlar arasında öne çıkıyor.
Bu kattaki turumuz, Hans Op de Beeck’in Kutlama adlı video işiyle son buluyor. Arizona çölünün ortasında kurulmuş gösterişli bir ziyafet masasını gösteren videodaki bu sahnede hiçbir şey başlamıyor; masa örtüsünün hafif kıpırdayışı dışında zaman sanki ağırlaşıyor. Kutlamanın hep ertelendiği, bir türlü gelmeyen o anın içinde izleyici olarak biz de bekleyiş hâliyle dâhil oluyoruz.

Fikret Mualla’nın Kent Kültürü
Bu sessiz kapanışın ardından ikinci kattaki yolculuğumuz Fikret Mualla ile başlıyor. Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu’ndan seçilen eserler, Mualla’nın farklı dönemlerinin iç içe konuştuğu bir duvar oluşturuyor. Kent kültürünün coşkulu ama kırılgan anlarını; barları, meyhaneleri, sokakları ve tüm o hareketli yaşamı resmeden bu ikonik sanatçı, hem neşeyi hem içsel çatışmalarını aynı kompozisyonda taşır. Dramatik hayatına rağmen şehir yaşamının enerjisini, çocukluğunun izlerini ve insan ilişkilerinin dalgalı ritmini renkleriyle duyurur.
Bu bölümde serginin ana yaklaşımı belirginleşiyor: sofra, yalnızca yemek yenilen bir yer değil; konuşmanın, kutlamanın, yasın ve paylaşımın merkezidir. Barlar, meyhaneler, kahvehaneler ve salonlar gibi yaşam mekânlarının her biri, hayatın farklı yüzleriyle sergideki eserlerde sunuluyor.

Sofranın nesiller boyu taşıdığı kültürel kodlar, toplumların hafızasını sessiz bir dille geleceğe aktarma işlevi ilerleyen duvarlarda karşımıza çıkan isimlerle güçleniyor. İşte bu isimlerden biri de Adanalı Sanatçı Mustafa Boğa. Şimdilerde üretimlerini İngiltere’de de sürdüren sanatçının “Portakal” serisinden, serbest nakış tekniğiyle ürettiği Portakal Ağacı adlı işi hem kültürel bir simgeyi hem de sanatçının kişisel hafızasını görüntüye dönüştürüyor. Hemen karşıda Slim Aarons’ın jet-set dünyasını doğal hâliyle belgelediği fotoğraflardan biri yer alıyor. Capri Adası’nın büyüleyici manzarasının önünde falez kenarına kurulmuş bir sofra, iyi giyimli figürler ve o altın çağın hafifliğini izleyiciye yansıtıyor.
Bir sonraki duvarda Antonio Cosentino’nun hafriyat kültürü, kent dönüşümü ve kişisel tarih üzerinden kurduğu işleri yer alıyor: Suriye Yıldızı ve Evin Yıkıldı. Şehrin değişimi, sınırlar, yıkımlar ve yeniden kurulan yaşamların hikâyesi burada derinleşiyor.
Devamında Toygun Özdemir’in New York’taki bir jazz barı resmettiği eserini izliyor. Yanında Nedim Günsür’ün Meyhane ve Pazar Yeri yapıtları, hemen yanında İdil Tabanca Koleksiyonu’ndan Çinli sanatçı Can Sun’ın işi, altında Abdülmecid Efendi, Adnan Varınca ve Zeki Faik İzer’in natürmortları bir bütünlük içinde sunuluyor.

Zamanlar, İnsanlar ve Duygular
Bir sonraki duvarda yeniden Mustafa Boğa çıkıyor karşımıza: Üniversite arkadaşlarıyla yedikleri bir akşam yemeği fotoğrafını nakışla yeniden kurduğu iş, sofranın her hâlinin—farklı zamanların, insanlar ve duyguların—bir araya geldiği bir alan olduğunu hatırlatıyor.
Hemen yanında Elif Uras kadın emeği ve üretimi üzerine düşündüğü bir seramik işi. Yanında Nuri İyem, onun yanında Hilmi Can Özdemir, hemen sağ köşede Sinan Orakçı.
Devam ediyoruz… Bu kez ofis ortamında bir toplantıdan veya sohbetten geride kalan çay bardaklarıyla dolu bir masayı bulunduğu ortamdan koparıp boşluğa yerleştiren Yaren Karakaş’ın Toplantı Ortası adlı işi; altta Hakan Gürsoytrak’ın 1940’lar ve 1950’ler İstanbul’una ait bir arşiv fotoğrafından yola çıkan ürettiği Şehzadebaşı yer alıyor. Eser, geçmişin şehir belleğini bugünün bakışına taşıyan güçlü bir yorum sunuyor. Ve İhsan Oturmak’ın Yemekhane adlı çalışması, sofranın farklı varyasyonlarının, farklı şartlarda bir araya gelen insanların hikâyesi olduğunu gösteriyor. Bu bölümün dikkat çeken bir başka eseri de Cihat Burak’ın İstanbul’un eğlence hayatını resmettiği Cumhuriyet Meyhanesi.

Tekrar Mustafa Boğa ile karşılaşıyoruz; bu kez bir video yerleştirmesiyle. Sanatçı, ailesinin 30 yıllık düğün arşivini bir araya getiriyor. On beş farklı düğünden alınan anlar, yıllar birbirinden ayrı olsa da aynı hareketlerin tekrarlandığı bir ritme dönüşüyor. Bu iş hem sanatçının hem kültürün değişimini sezdiriyor.
Bu katın genelinde sergi bize şunu hissettiriyor: Sofra yalnızca bir masa değil; hatıraların, duyguların, toplumsal hafızanın da taşıyıcısı. İnsanları bir araya getiren, anıları besleyen ve kültürel bağları güçlendiren sofra kavramı etrafında şekillendiren sergi; sofra, bireysel olan ile kolektifi ve gündeliği bir araya getiriyor.

Barışın, Yasın ve Kutlamanın Ortak Alanı
Üçüncü kat Ara Güler’in İstanbul’un eğlence hayatını, sokaklarını, meyhanelerini belgeleyen siyah-beyaz bir fotoğrafıyla başlıyor. Hemen yanı başında Gülsün Karamustafa’nın İstanbullular serisinden kolajlar bulunuyor. Sanatçının bu işleri 1950–60’ların çok kültürlü yapısının çözülmeye başladığı yılları, göçün yarattığı kırılmaları, aile arşivlerinden çıkmış fotoğraflarla birleştiriyor. Arka plandaki eski duvar kâğıtları, nostaljiyle birlikte kentin kaybolan bir dönemini fısıldıyor.
Üçüncü kat aynı zamanda sofranın bir “mecra” olduğunu hatırlatan bölüm: Bir araya gelmenin, karar almanın, barışmanın, yas tutmanın ve kutlamanın ortak alanı.

Antonio Cosentino’un İstanbul’un geçmişinden yola çıkarak ürettiği Kasap Cemal adlı işi de ilk göze çarpanlardan. Sanatçının Şişli Rauf Bey sokakta yer alan dükkan Kasap Cemal’in ambalaj kağıdından yola çıkarak yaptığı eser, şehir hayatının ritmi, sokak kültürü ve gündelik yaşamın hafifliğine vurgu yapıyor.
Yine Neş’e Erdok’un güçlü figürleri ile Pınar Akkurt’un yıllarca Karaköy Lokantası’nda sergilenen ve artık birer kent ikonuna dönüşen heykelleri de dikkat çeken işler arasında. Bir başka köşede ise TUNCA’nın Designer Service serisi yer alıyor. Sanatçı, devlet liderlerinin en sevdikleri yemekleri araştırıp gerçekten pişirdikten sonra bu sofraları yeniden kurarak resmettiği çalışmasında, yemek ile iktidar, mutfak ile tarih arasındaki bağa farklı bir perspektiften bakmamızı sağlıyor.
Hemen karşısında Nezaket Ekici’nin Türk Adası performansının video kaydı bulunuyor. Berlin’de bir müze içinde kurduğu küçük adacıklarda gözleme yapan teyzeler ve etraflarında toplanan ziyaretçilerle adeta dev bir piknik atmosferi yaratıyor. Video, sofranın birleştirici gücü, bu işte hem zamanlar hem mekânlar arasında dolaşan ortak bir deneyime dönüşüyor.
Sergide Francesca Hummler’ın da iki işi yer alıyor: büyükanne kahvaltısının yeniden kurulduğu masa ve Amerikan bayrağıyla kaplı bir Alman ekmeği… Yemek, kimlik ve göçün birbirine karıştığı sessiz ama güçlü bir anlatı sunuyor. Aynı sırada Cevdet Erek’in bardak formunda ürettiği Çınğır işi bulunuyor. Hayvan çanlarının dökümünden yapılmış bu nesne, sofraya hem bir ritim hem de bir tını katıyor; masayı bir ses alanına dönüştürüyor.
Sergi Eren Göktürk’ün hız, tüketim ve modern yaşamın dağınık mutfakları üzerine kurduğu kompozisyonları ile devam ediyor. Eser sofranın dönüşen biçimleri, kent yaşamının yeni alışkanlıkları ve yemek kültürünün bugünkü yüzü bu işlerde yoğun bir şekilde hissediliyor. Bu kattaki turumuz Claudia Comte’nin popüler yiyecek ikonlarını doğa unsurlarıyla buluşturan işiyle son buluyor. Ve böylece sergi de de, anılara, çağrışıma, sofranın ortak duygular biriktiren gücüne yaptığı vurgu eşliğinde tamamlanıyor.
****13 Eylül 2026’ya dek OMM’da sanatseverlerle buluşacak Ferahfeza, ferahlık ve gönül genişliği çağrışımlarının ötesine geçerek izleyiciyi ortak duygularda buluşmaya, birlikte yol almaya davet ediyor. Kültür ve sanata verdiği destekle öne çıkan İş Yatırım, 2019’dan bu yana iş birliği içinde olduğu OMM’un Ferahfeza sergisine ana destekçi olarak katkı sağlıyor.






