Türkiye’de edebiyat eleştirmenleri arasında en önemli isimlerden biri olan Nurdan Gürbilek’in son kitabı, 23 Nisan’da Metis Yayınları’ndan çıkıyor.
Gürbilek’in, son kitabı, ‘İkinci Hayat: Kaçmak, Kovulmak, Dönmek Üzerine Denemeler’ başlığını taşıyor. Kitabın tanıtımında, Gürbilek’in “yer duygusu” üzerine düşündüğü belirtilmiş. Kitap “yer”e, “yurt”a, “ev”e bazen edebiyatın, bazen de sinemanın açtığı kapılardan giriyor; kökenlere ve başlangıçlara, kaçanlara ve dönenlere, eve ve sırlarına yakından bakıyor.
Diğer yandan anlatı, üslup ve dili bu ana eksen etrafında değerlendiriyor Gürbilek, “dilsel vatan” ve sınırları üzerine düşünüyor.
Gürbilek’in 5 yıllık aradan sonra yayınlanan kitabı uzun süredir bekleniyordu. “Yer duygusu” üzerinde durulan kitabın, korona virüsü salgını sebebiyle yaşanan karantina günlerinde çıkması da bir güzel denk geliş. Nitekim kitapta şu soru soruluyor: “Kapısını başkalarına sımsıkı kapatmış bir kompartmana, bir özel sığınağa, bir kişisel hücreye mi dönüşecek ev, yoksa o koruyucu hücreyi geniş bir ortaklık zemininde yeniden tanımlayabilecek miyiz? Etrafına kalın duvarlar çekmiş bir ‘coğrafya kaderdir’e mi sürükleniyoruz, yoksa daha geniş bir yurt tanımına ulaşabilecek miyiz?”
Tanıtımda, şöyle deniyor bu soruların peşinden, “Bugün evin hayatımızın merkezine oturduğu bir dünyada bizi evin gerçek ve mecazi, olumlu ve olumsuz anlamları üzerine düşünmeye çağıran deneme ve fragmanlardan oluşuyor İkinci Hayat.”
Karantina günleri sebebiyle Nurdan Gürbilek’in ‘İkinci Hayat’ kitabından küçük bir okuma parçası yayınlıyoruz.
OKUMA PARÇASI
Bu çağın yakıcı görüntüsünü (karaya vuran insan bedeni) ilk hikâyeleştirenlerden biri yirminci yüzyılın başında Joseph Conrad’dı. “Amy Foster” (1901) ABD’ye gitmek üzere bindiği tekne İngiltere açıklarında batan Doğu Avrupalı Yanko Goorall’ın hikâyesidir. Kazadan bir tek o kurtulur. Nerede olduğunu bilmediği bir sahilde o yerin sakinleri tarafından vahşi bir yaratıkmış gibi avlanır. Zamanla bir iş edinir, müşfik Amy Foster’la evlenir, bir çocuğu da olur. Ama yurdunu geride bırakanın yabancı topraklardaki tutunma öyküsü değildir Conrad’ınki. Eve dönüş yoktur; yeni bir ev de olmayacaktır. Hikâyenin sonunda kimsenin anlamadığı bir dilde sayıklayarak tek başına ölür Yanko Goorall. Karaya çıkabilmiş, ama karanın parçası olamamıştır.
“Amy Foster”ı okurken insan ister istemez Conrad’ın kendisinin de yabancı topraklarda kimsenin anlamadığı bir dilde sayıklayarak ölmekten korkmuş olabileceğini düşünür, der Edward Said. Conrad’ın (Józef Teodor Konrad Korzeniowski) kendisi de Polonyalı bir göçmendir. Karanın parçası olmayı başarmış, sonradan öğrendiği İngilizcenin usta yazarları arasına girebilmiştir, ama yapıtlarındaki sürgünler kayıtsız gözler önünde yapayalnız bir ölüm sahnesini hayal etmeye yazgılıdır.
Sürgün sürgünü yorumlar. Bizler de Said’in “Amy Foster” yorumunu (“sürgün hakkında yazılmış en keskin metin”), Filistinli sürgünün kendisinin de evden uzakta, kayıtsız gözler önünde yitip gitmekten korkmuş olabileceğini düşünerek okuruz. 1947’de ailesiyle birlikte Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalmıştır Edward Said. Bir süre sömürge Kahire’sinde bir Hıristiyan azınlık olarak yaşadıktan sonra on beş yaşında öğrenim görmesi için ABD’ye yollanır. Said’in Conrad’a duyduğu erken ilgi –ilk kitap Joseph Conrad ve Otobiyografide Kurmaca’dır– hayat boyu süren ısrarlı bir konuşmaya dönüşecektir. Karanlığın Yüreği’nin yazarı, Filistinli edebiyat öğrencisini yeryüzünün fethiyle “fikir” arasındaki karanlık ilişkiye odaklanması ve anlatı stratejileriyle olduğu kadar rotasından çıkmış bir hayatı yazıda yeniden inşa etme çabasıyla da büyüler. “Köken” fikrine karşı “başlangıçlar”ı öne çıkardığı Başlangıçlar’da bile Conrad’ın “başlangıçsızlığı”nın (“diğer yazarların bir başlangıç noktası var […] benimse yok”), kendine başlangıçsızlıktan bir başlangıç yaratabilmiş olmasının izi vardır. Yersiz Yurtsuz’un yazarı için yaşadıklarının altında kırk yıl boyunca çınlayan bir “sabit melodi”ye dönüşmüştür Conrad. 90’ların başında bir hastalık teşhisiyle kendi ölüm sahnesinin fazla uzak olmadığını öğrendiğinde bir kez daha “Amy Foster” üzerine düşünürken bulur kendini. Hastanede yazmaya başladığı Yersiz Yurtsuz’da kendi elli yıl önce batan teknesi üzerine düşünüyordur. Otuz yedi yıldır New York’ta yaşıyorum, karaya tutunabildim, ama bunca yıl sonra yerinden edilmişlik neden hâlâ içimi kemirmeye devam ediyor?
Cümlelerin ardında da bir hayat var. Benjamin “on beşinde evden kaçmamış olmanın” (Tek Yön) telafi edilemeyeceğini söylediğinde doğup büyüdüğü Berlin’de, otuzlarının ortalarındaydı henüz. Said on beşinde evden yollanmanın “hayatının en yıkıcı deneyimi” (Yersiz Yurtsuz) olduğunu söylediğinde Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalmasının üzerinden elli küsur yıl geçmiş, hayatının sonuna yaklaşmıştı. Gençle yaşlının “ev” yanıtları farklıdır. Belki daha önemlisi, evden kendi isteğiyle kaçanla (“mutluluğun kristali”) evden kovulanın (“yıkıcı deneyim”) yanıtları arasındaki farktır. Sartre Sözcükler’de kendini anavatanından gururla koparırken, Yahudi-Avusturyalı göçmen öğrencisi André Gorz’un Le traitre’inde (Hain) telaşlı bir yurt hasreti vardır, der Jean Améry. Soru da onun sorusudur: “İnsan Yurda Ne Kadar İhtiyaç Duyar?”