Elif Şafak. Fotoğraf: Fethi Karaduman

Elif Şafak, Frankfurt’ta Edebiyatın Gücünü Hatırlattı

Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yılki açılış konuşmasını yapan Elif Şafak dünyanın içinde bulunduğu, endişenin hâkim olduğu kaotik ortama, sevgisizliğe, şiddete ve tüm olumsuzluklara karşın edebiyatın, hayal gücünün ve iyimserliğin iyileştirici gücüne değindi.

/

Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yılki açılış konuşmasını yapan Elif Şafak dünyanın içinde bulunduğu, endişenin hâkim olduğu kaotik ortama, sevgisizliğe, şiddete ve tüm olumsuzluklara karşın edebiyatın, hayal gücünün ve iyimserliğin iyileştirici gücüne değindi.

Elif Şafak’ın Frankfurt Kitap Fuarı açılış konuşmasından bazı başlıklar şöyle:

“Çok garip bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Derin bir şekilde kutuplaşmış, keskin bir şekilde politize olmuş, eşitsizlikle, savaşlarla, birbirimize ve hatta tek evimiz olan gezegenimize yaşattığımız zulümle parçalanmış bir dünyada yazar olmak çok garip. Böylesine sorunlu bir dünyada yazarların ve şairlerin neyi başarmayı umdukları sorulabilir. Gruplaşma, yıkım ve ötekileştirme daha yüksek sesle ve genellikle daha cesurca konuşulmaya devam ederken, hikâyelere ve hayal gücüne yer var mı?

Bir romancı olarak birbirinden ayrı görünen konular arasındaki noktaları birleştirmeyi amaçlayan ekofeminizmle ilgileniyorum. Örneğin, bugün dünyada en çok su sıkıntısı çeken on ülkeden yedisi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bulunuyor. Nehirlerimiz ölüyor. Şu anda dünyanın her yerinde kadınlar, genellikle genç kadınlar ve çocuklar su taşıyıcıları durumunda. Kendi toplumlarına su götürüyorlar. Nehirler öldüğünde, yakınlarda su olmadığında kadınların yürüdüğü mesafeler artıyor. Bu da maalesef kadına şiddet potansiyelini artırıyor. Dolayısıyla su kıtlığını önemsiyorsak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de önemsemeliyiz, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önemsiyorsak ırksal eşitsizliği de önemsemeliyiz ve bu böyle devam eder. Bence edebi zihin, tek bir odak noktasına sahip olamaz. Hikâye anlatma sanatı tamamen bağlantılarla ilgilidir.

Edebi ve Kültürel Arkeolog Olmalısınız

Türkiye’de bize öğretilen tarihi düşündüğümde, okulda öğrendiğimiz tarihin çoğu erkeğin hikâyesidir ve bununla güç ve ayrıcalık sahibi birkaç erkeğin, padişahların ve şeyhülislamların hikâyesini kastediyorum. Kadınlarla ilgili sorular sormaya başladığınız anda; Osmanlı İmparatorluğu’nda sıradan kadınların hayatı nasıldı, diye sorduğunuzda sessizlik olur. Kürt bir köylü, Arap bir çiftçi, Ermeni bir gümüşçü, Yahudi bir değirmenci, Rum bir denizci için hayat nasıldı? Onlar için hayat nasıldı? Sessizlik. Bence bir yazar olarak anlatılmamış hikâyelerle ilgileniyorsanız, biraz edebi ve kültürel arkeolog olmalısınız. Tarihin katmanları içindeki sessizliği derinlemesine kazmanız gerekir. Yazılı kültür ile sözlü kültür arasındaki boşluğu doldurmamız da çok değerlidir.

İlginizi çekebilir:  Ahmet Ümit’ten Yeni Kitap

Hiper bilgi, anında tatmin, hızlı tüketim ve iklim yıkımı çağında edebiyatın bir umut ve direniş eylemi olduğunu ve olması gerektiğini düşünüyorum. Güç kullanarak direniş değil, bize ortak insanlığımızı hatırlatma becerisiyle…

Endişe Çağı, İlgisizlik Çağına Dönüşürse

Bence doğudan batıya, kuzeyden güneye nereye bakarsanız bakın, insanlar endişeli. Tek fark, bazı insanların bunu diğerlerinden daha iyi saklaması. Görünürde pek çok olumsuz duygu var: kaygı, öfke, hayal kırıklığı, acı ve kızgınlık. Devam etmek için gerekli pozitif enerjiyi nasıl bulacağız? Bence tüm bu duygular ham enerji kaynakları olarak görülebilir. Onları daha olumlu bir şeye dönüştürebiliriz. Beni gerçekten hayal kırıklığına uğratan tek duygu, tüm duyguların eksikliğidir. Tüm duyguların yokluğu hissizliktir, duyarsızlıktır ve içinde yaşadığımız bu dünyanın çok daha tehlikeli ve bozuk bir yer haline geleceğine inanıyorum. Eğer bu endişe çağı, ilgisizlik çağına dönüşürse. Umursamayı bıraktığımız an, yazmayı bıraktığımız an, bugün Gazze’de olanlar, bugün Ukrayna’da olanlar, bugün Sudan’da olanlar hakkında konuşmayı bıraktığımız an; duyarsızlaştığımız, olduğumuz, kayıtsızlaştığımız ve hissizleştiğimiz andır.

Bence filozof Hannah Arendt’in edebiyatın hissizliğin panzehri olduğu konusunda bizi uyardığı şey tam da buydu. Yazarların savaşları durduramayacağını biliyorum. Nefreti bile durduramayız. Ama barış, bir arada yaşama, empati ve insanlık onuru ateşini canlı tutabiliriz. Bence edebiyatın gücü, bize neleri başarabileceğimizi hatırlatmasıdır.”

Previous Story

İstanbul Ansiklopedisi Erişime Açıldı

Next Story

Altın Portakal ve Sansür Tartışmaları

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights