Edebiyat ve Salgın

/

Edebiyat asırlardır salgınları konu ediniyor. Salgınlar karşısından insanın ne kadar aciz ama aynı zamanda bencil olduğu pek çok romanda işlendi. Korona virüsü dünyada hızla yayılırken salgınları konu eden kitaplar yeniden gündeme geldi. İşte salgınla ilgili klasikler:

Decameron – Giovanni Boccaccio

Boccaccio’nun, 1349-1353 yılları arasında yazdığı başyapıtı Decameron on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşuyor. Veba salgınından kaçmak için bir araya gelen yedi genç kadınla üç genç erkek, yakınlarındaki tepelerden birinin eteğinde, önce Fiesole dolaylarında bir evde, sonra da bir şatoda konaklar. Bu on kişilik topluluk orada iki hafta kalır. Her gün aralarından bir kral ve kraliçe seçerler, onların yönetimi altında, şehrin dertlerinden uzak, neşeli bir hayat sürmeye çalışırlar. Her gün – cumartesi ile pazar dışında – öğleden sonra, her biri bir öykü anlatır. Öykünün konusunu günün yöneticisi kral veya kraliçe  belirler. Birinci ve dokuzuncu  gündeyse, herkes istediği öyküyü anlatır. Böylece yüz öykü anlatılmış olur.
Decameron, “on gün” anlamına gelir. Eser sadece ilk hikâye örneği olmanın dışında 14. yüzyıl batı hayat tarzını anlatan tarihi bir belge olarak büyük önem taşır. Boccaccio, İtalyan dilinde düzyazının temelini atan yazardır. Yazı dili olarak Latincenin kullanıldığı on dördüncü yüzyıl İtalya’sında, Boccaccio başyapıtı Decameron’u halk ağzıyla, yani İtalyanca yazmıştır. Yazar, hem bir çağın günlük yaşama biçiminden gerçekçi gözlemler aktarmış, hem de İtalyan dilinin daha sonraki gelişme aşamalarına kaynak oluşturacak bir düzyazı düzeni kurmuştur.

Utopia – Thomas More

Thomas More, 1561 yılında Utopia adlı eseri yayınladığında tıbbın bilimsel yöntem kazanmasına ve insan sağlığının toplumsal bir hak olarak kabul görmesine daha birkaç yüzyıldan fazla süre vardır. More’in ülkesi İngiltere toplumsal bir kargaşa içindeydi. Savaşlar üretimi düşürmüş, açlık  en uç safhaya varmıştı. Bu nedenle More’in eseri toplumsal bir arayışın ürünü olarak değerlendirilir. Kitabın birinci bölümde yazar İngiltere’nin o zamanki toplumsal durumunu eleştirir, ikinci bölümdeyse kurduğu “ideal ülke”yi dialog yöntemiyle tanıtmaya çalışır.
Ütopya’da bir ada ülkesi anlatılır. Paranın kullanılmadığı, paylaşılan kaynaklarda rotasyonla çalışan vatandaşların üretiminin ortak depolarda biriktirilerek isteyenlere ihtiyaçları kadar dağıtıldığı, yokluk yaşanmayan, mutlu ve müreffeh bir ülkedir. Hiç kimsenin hiçbir şeyi olmadığı halde herkes zengindir. Vatandaşlar belli dönemlerde kurayla oturdukları evleri değiştirirler, böylece her ev bakımlı olur. Yaşlılara saygı gösterilir, toplum en yukarıdan en aşağıya kadar örgütlüdür. Akşamları belirli noktalarda mahalle eşrafı yaşlı-genç karışık oturarak birlikte yemek yer. Her vatandaşın canı kıymetlidir, mecbur kalmadıkça savaşmazlar, mecbur kalmadıkça kendi vatandaşlarını ölüme sürmezler; düşmanları satın alırlar, birbirlerine düşürürler, rüşvet verirler, paralı asker tutarlar.
Toplumsal bakış açısıyla kaleme alınan eserde sağlık konuları işlenirken doğal klinik tıbbını ilgilendiren konu hemen hemen yok gibidir. Eserde veba ve sıtma terimleri sağlık konusu farklı amaçla kullanılır. Bu hastalıkların toplum üzerindeki korkutucu etkilerinden yararlanılarak, yazarın başka konularda anlatmak istedikleri, bu hastalık adları ile vurgulanır ve anlam kuvvetlendirilir. Yazarın başvurduğu bu anlatım biçimi, salgın hastalıkların toplumlar üzerinde ne kadar etki bıraktığını hatırlatır.

Veba Yılı Günlüğü – Daniel Defoe

Yazarın, 1722’de yazdığı, Londra’da 1665’de yaşanan veba salgınını anlattığı Veba Yılı Günlüğü doğal afetler hakkında kaleme alınmış en etkileyici edebi eserlerden biri kabul ediliyor. İnsan doğasını çok iyi tanıyan Defoe, İngiliz romanının kurucuları arasında yer alıyor.
Hikâyede 1664 yılının Kasım veya Aralık ayında Londra’nın Long Acre bölgesi civarında Fransız olduğu söylenen iki adamın vebadan öldüğü söylentisi çıkar. Bunun üzerine hükûmet yetkilileri ölen insanların cenazeleri üzerinde araştırma yapar; söylentiler doğrulanır. Aynı ay içerisinde aynı evden iki cenaze daha çıkması halkta paniğe neden olur. Fakat panik havası çabuk geçer ve başka ölümler de olmayınca insanlar hayatlarına bildikleri gibi devam ederler. Ta ki 1665 yılının Şubat ayında St-Giles-in-the-Fields bölgesinde defin rakamlarında artışlar fark edilinceye kadar. O bölgede de salgın olduğu söylentisi bir taraftan yayılırken bir taraftan da üstü kapatılmaya çalışılır. Hikâye anlatıcısı da imkânlarına rağmen salgını hafife aldığından Londra’da kalmayı tercih etmiştir. Çok sonraları bu kararından pişman olur, artık ölüm düşüncesiyle yaşamaktadır ve böylece olan biteni kayıt altına almaya başlar. Böylece our anlatıcıyla birlikte vebanın Londra’da yarattığı büyük kıyımı takip eder.

İlginizi çekebilir:  Gelecek Çevrimiçi Sergileme Dönemi Mi?

Veba – Albert Camus 

Camus’nün 1947 yılında yayınlanan romanında her şey Fransa işgali altındaki Oran kentinde ölü bir fareyle karşılaşılmasıyla başlar. Doktor Rieux, orada oturan herkesin fareler hakkında konuştuğunu fark eder.  Herkes her yerde fare ölüleriyle karşılaştığından söz etmektedir. Hatta fabrikalarda bile yüzlerce fare ölüsü toplanıp gömülmüştür.  Kentteki herkes bir panik içindedir. Sonraki günlerde fareler insanların gözleri önlerinde topluca ölmeye başlar. Herkes büyük bir endişeye kapılmış, köklü önlemler istemeye ve yetkilileri de suçlamaya başlamıştır. Tüm doktorlar vali ile görüşür tedbirler almaya başlanır. Yine de bu önlemler çok ciddi şeyler değildir. Ama bir zaman sonra ölümler o kadar çoğalmaya başlar ki serumlar da yetmez olur. Bunun üzerine Castel bir serum geliştirmek için çalışmaya başlar, yetkililer de bu salgının veba olduğuna kanaat getirmiştir.  Ve artık veba salgının çıktığı ilan edilir. Haber tüm kente yayın yapılır: ‘’Kenti kapatın!’’
Roman, hümanist ve  Nihilst bir doktorun cehalet ve veba salgınıyla savaşması konusu üzerine kurgulanmıştır. Oran kentinde veba salgını başlayınca Rahip Paneloux, bu salgının  insanların işledikleri günahların bedeli olarak görür ama ateist bir doktor olan Dr. Rieux bunun ilahi bir ceza değil, tedavisi bulunması gereken ve tedavi edilerek yok olacak bir salgın görmektedir.  Sonuçta bu salgınla savaşan insanlar tedavi yolunu bulmuş ama onlar da yakınlarını kaybetmişlerdir.

Mahşer – Stephen King

Biyolojik denemeler yapılan bir kuruluştan kaçan biri, kısa süre sonra domino etkisiyle insanların yüzde doksan dokuzunu yok edecek mutasyona uğramış ölümcül bir grip mikrobunu yaymaya başlar. Hayatta kalmayı başaran korku ve şaşkınlık içindeki bir avuç insan kendilerini kurtaracak bir lider arayışı içine girer. Sonunda  iki aday ortaya çıkar. Bunlardan biri Colorado’da bir halkevi kurmakta ısrar eden 108 yaşındaki hayırsever rahibe Abagail ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen, kargaşadan mutlu olan şiddet yanlısı “kötü adam” Randall Flagg’dir.  Yazarın 1978 yılında kaleme aldığı, meşhur post-apokaliptik korku romanı Mahşer, pek çok kereler beyazperdeye uyarlanmaya çalışıldı. Eser sonunda CBS tarafından dizi yapıldı. Mahşer daha önce, 1994 yılında da 8 bölümlük biz dizi olarak ABC’de yayınlanmış ve oldukça sevilmişti. CBS’in projesinin başına ise Josh Boone geçti.  James Marsden, Jovan Adepo ve Whoopi Goldberg’in rol aldığı dizi 2020’de gösterilecek.

Körlük – Jose Saramago

Körlük romanı, 1998 yılında ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ sahibi ünlü yazar, Jose Saramago’nun en önemli ve en ünlü eseridir. 1995 yılında yayımlanan romanda adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak, karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Artık hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.

Previous Story

Korona Virüsü Kültür Sanatı Etkilemeye Devam Ediyor

Next Story

Film Sektörünü de Yıkıp Geçen Korona Virüsü

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.