Çektiği fotoğraflar ve onların üzerinde yaptığı oynamalarla özgün ve farklı bir yerde duran, deneysel, cesur tavrı sayesinde döneminin çok ötesinde bir vizyonu temsil eden, fotoğraf medyasını farklı bir şekilde ele alan sanatçı Şahin Kaygun’un yapıtları, 8 Eylül’de Galerist’te açılan Oblique adlı sergiyle karşımıza çıkıyor. Aldığı grafik eğitiminin de hiç şüphesiz fotoğraflarında etkisi görülen sanatçı, 1970’lerin sonlarında deneysel müdahaleler yaparak fotoğrafı resim ile yaklaştıran bir isim aynı zamanda. Ancak bu yaklaşımı kendisine “Fotoğraf mı yapıyor yoksa resim mi, sanat mı?” eleştirilerini de beraberinde getiriyor. 1980’lerde çalışmaya başladığı polaroidleriyle ise fotoğraflarına sinematografik düzenlemeler yapan Kaygun, fotoğraf, grafik, sinema, resim gibi alanları harmanlayarak çağdaş ve disiplinlerarası bir dil oluşturmuş bir sanatçı o. 1992 yılında vefat eden ustanın son sergisi 2014 yılında İstanbul Modern ev sahipliğinde gerçekleşmişti. Sanatçının uzun aradan sonra yeni sergisi ise Galerist’te Yekhan Pınarlıgil küratörlüğünde hayata geçiriliyor. 22 Ekim’e kadar sürecek sergiyi küratörü Yekhan Pınarlıgil ile konuştuk. Uzun yıllardır Şahin Kaygun ve külliyatı üzerine çalıştığını, Kaygun’un ürettiği dönemde fotoğraf medyasına neredeyse deneysel denecek öncü bir bakışla yaklaştığını söyleyen Pınarlıgil, “Çok erken yaşta kaybettiğimiz Şahin Kaygun’u tekrar gündeme getirmek hem tarihi daha sağlıklı yazmaya hem de hâlâ güncelliğini koruyan bu külliyatı yeni nesillere tanıtmaya yardımcı olacak diye düşünüyoruz” diyor.
-
Yeni bir Şahin Kaygun sergisi yapmak fikri nasıl doğdu? Bu sergi için kimlerle nasıl bir iş birliği veya iletişim yürütüldü?
Esasında uzun zamandır Şahin Kaygun’un külliyatı ve Türkiye’de fotoğraf etrafında geliştirdiği teknikler üzerine çalışıyorum. 2013 yılında fotoğraf galerisi Elipsis’te Gizli Yüz adlı bir sergi açmıştım. Akabinde İstanbul Modern’in hazırladığı monografi için danışmanlık verdim. O gün bugündür fırsat buldukça arşivlere zaman ayırıyorum. Bu süreçte kızı Burçak Kaygun’un da onayıyla Galerist, Şahin Kaygun’un temsiliyetini üstlendi ve biz birlikte, üç koldan kafa yormaya başladık. Çok erken yaşta kaybettiğimiz Şahin Kaygun’u tekrar gündeme getirmek hem tarihi daha sağlıklı yazmaya hem de hâlâ güncelliğini koruyan bu külliyatı yeni nesillere tanıtmaya yardımcı olacak diye düşünüyoruz. Üstelik henüz görmediğimiz çok sayıda eseri varken.
Deneysel ve Özgür
-
Sizin hayatınızda Şahin Kaygun’un yeri nedir, onun üretimlerini nasıl tanımlıyorsunuz? Kendisinin çalışmalarını ve dönemindeki tavrını/üretimlerini hem dünya hem de Türkiye özelinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ürettiği dönemde Şahin Kaygun fotoğraf medyasına neredeyse deneysel denecek, öncü bir bakışla yaklaşıyor. Karanlık odada fotoğrafın plastik kapasitelerini sorgulayan denemeler yapıyor, kadraj üzerine kafa patlatıyor, baskıdan elde ettiği yüzeyle yetinmiyor, müdahalede bulunuyor. Grafist tarafının etkilerini fotoğrafa yansıtıyor, sinemayla geçişler inşa ediyor… Hem estetik hem de entelektüel bir esneklik var Şahin Kaygun’un fotoğrafla olan ilişkisinde. Yenilikçi yaklaşım ve bitmek bilmeyen merak kendini ve üretimini devamlı olarak sorgulamasına ve yeni çözümler, yeni plastik inşa yolları bulmasına sebep oluyor. Öte yandan bir medyayı işlerinizde kullanıyorsanız onun diline hâkim olmanız gerekir. Fotoğraf dilinin inşası ancak medyasını sorgulayarak, zorlayarak ve denemeler yaparak mümkün olur. Kaygun, döneminde özellikle Türkiye’de fotoğrafın tüm kapasitelerinin kullanılmadığını düşündüğünden olsa gerek, kolları sıvıyor ve denemeler yaparak ulaşmak istediği sonuca geliyor.
-
Kaygun’un grafik eğitimi aldığını ve reklam sektörüyle de yoğun bir ilişkide olduğunu biliyoruz. Bu durumların fotoğrafına nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Evet grafik eğitimi alıyor ve bu tüm üretiminde önemli bir yer teşkil ediyor. İlk etapta 13. Antalya Festivali’nin afişlerini, Impulse reklamını ya da Elle kundura için düşündüğü reklam eskizlerini hatırlayabiliriz. Aynı şekilde, sergilerinin afişlerini, davetiyelerini de kendisi hazırlıyor. Diğer yandan da fotoğraflarının yapısında de bu eğilimin etkilerini rahatlıkla görebiliyoruz. Çizgileri çok seviyor, çok kullanıyor, planlar arasında keskin ayrımlar var, geniş boş alanlar bırakıyor, bazen küçük ve izole bir grafik detay bu boşluktaki tek dramatik öge oluyor, geometrik yapıyı seviyor, kontrastı artırarak karanlık ve aydınlık alanlara adeta teatral bir karakter veriyor, hatta salt siyah ve salt beyaza ulaşana kadar zorluyor.
Kaygun’un Eğik Çizgisi
-
Peki tüm bunlarla beraber bu sergi nasıl kurgulandı, özellikle nelere dikkat ettiniz? Sanatçıyı nasıl yorumladınız?
Şahin Kaygun fotoğrafın sınırları zorluyor demiştik. Fotoğrafın en temel özelliği olarak kabul ettiğimiz dikdörtgen çerçeve de muhtemelen fazla katı, fazla kontrollü geliyor sanatçıya. İlk eserlerinden başlayarak kullanmayı sevdiği yapılar plastik tanzimler var, bir şekilde tekrarlanıyor ve tüm külliyatı kat ediyorlar. Bunlardan bir tanesi Fransızcada ve İngilizcede oblique diye tabir ettiğimiz eğik çizgi. Bu sergide Şahin Kaygun’un eserlerindeki geometrik yapı üzerine odaklanıyor ve bu yapılarda sıklıkla kullandığı ‘oblique’ çizgiyi ön plana koyuyorum.
-
O halde oblique ve çizgiler bu sergide önemli bir başlık. Biraz daha detaylandırır mısınız?
Kesinlikle oblique ya da Türkçede söyleyebileceğimiz şekilde eğik, verev çizgi Şahin Kaygun’un fotoğraflarında çok kullandığı neredeyse dramatik olarak adlandırabileceğimiz bir öge. Çok farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Bazen fotoğraflanan nesnelerin yüzeye yerleştirilmelerinde beliriyor, bazen objektifin görüntülediği bedenin duruşunda, bazen arkadaki dekorda, bazen de boyayla eklediği bir ögenin yüzeyinde. Bir bakıyorsunuz bir mızrak imgeleri baştan başa delip geçiyor, bir bakıyorsunuz bir şapkanın kenarı ya da bir kumaşın kıvrımları son derece flu bir kareyi verevine ikiye bölüyor. Çizgilerin bakışı yönlendirme güçleri var. Şahin Kaygun’un sık tekrarladığı bir mizansende, iki tarafına yerleştirilmiş oblique çizgiler, fotoğrafın derinliklerinde bir dikdörtgen oluşturuyorlar. Müthiş etkili bir perspektif beliriyor, bakışlarınız adeta arka plana, imgenin sonsuzluğuna dalıp gidiyorlar.
-
Sergi için nasıl bir ön hazırlık ve fotoğraf/arşiv taraması yaptınız?
Sanatçının arşivlerini kızı Burçak Kaygun büyük bir özen ve özveriyle muhafaza ediyor. Gördüğümüz, görmediğimiz inanılmaz zengin bir külliyatı var. Gizli Yüz adlı sergiyi yaptığımdan beri elimden geldiğince zaman ayırıp, düzenli olarak arşivlere girip çalışıyorum. Açıkçası severek, hatta tutkuyla yapıyorum, zira Türk fotoğrafına çok şey kazandırmış biri Şahin Kaygun; o yüzden hafızadaki yerini tekrar kazanması için uğraşıyoruz.
Küratörlük ve Sinema
-
Peki bu sergi dışında genel olarak kendi küratöryel pratiğinizi nasıl yorumluyor veya tanımlıyorsunuz? Bir sergi veya benzeri bir etkinliği nasıl çalışıyorsunuz?
Küratörlük de bence sanat üretiminden çok uzakta durmuyor ve bana özellikle sinemayı hatırlatıyor. Bir nevi kurgu esasında. Belirli düşünsel yani estetik kaygılarınız, söyleyecek bir sözünüz, anlatacak bir hikayeniz, arkasında durduğunuz bir fikriniz var. Bunu en doğru ve en özgün şekilde yapabilmek için eserleri bir araya getiriyorsunuz, aralarında geçişler oluşturuyor, gerçek ya da sanal bir mekânda, o mekânın şartlarına da en uygun senografiyle kurgunuzu şekillendiriyorsunuz. Ben genellikle çok geniş başlıyorum. Gösterebileceğimden, ihtiyacım olandan çok daha fazlasını bir araya getiriyor, sonra anlatacağım hikâye için elzem olanları, kendi içlerinde tutarlı olacağına inandığım bir bütünü belirliyorum. Bunu üç boyutlu olarak yerleştirmekse işin en heyecanlı ve tabii en riskli kısımlarından biri.
-
Küratör tanımının Türkiye’deki ile dünyadaki pratiği arasında sizce farklar var mı?
Dünya dediğinizde çok büyük bir coğrafya çıkıyor karşımıza. Bu kadar geniş bir analizi burada yapamayacağımızı düşünüyorum. Ancak -biraz kabaca söylüyorum- Türkiye’de seçki ve sergi yapan küratörler arasında çok sık rastladığım bir ayrım var. İlk grup yan yana getirmek üzerinden ilerliyor, güzel bulduklarını, ‘sexy’ gördüklerini, çevresindeki ve networkündeki sanatçıları bir araya getiriyor. Sergi bence daha farklı bir yaklaşım. Mutlaka ifade etmek istediğiniz bir şey var, dışarı vurmak zorundasınız, söylemek sizin için elzem ve bunu sanat aracılığıyla, kendi ürettiğiniz sanat üzerinden değil, başkalarının hassasiyetlerini harmanlayarak yapıyorsunuz. Gösterdiğiniz her eserin, söylemeniz için vazgeçilmez, doldurulamaz bir yeri var.
-
Bir küratör, sanatçının (yaşayan) sergisinin önüne geçmeli midir?
Bir sanatçının sözünün önüne geçmek derken bunu sanatçının söylemeyeceği, belki de karşısında duracağı bir sözü sanatçının işleri aracılığıyla söylemek olarak algılıyorum. Bu hem küratör için bir başarı değil hem de çok da iyi işleyecek bir tutum değil. Ancak bir eseri sadece onu yapan kişinin yorumuyla okumak da hem o eser hem sanatçı hem de küratör için çok tatminkâr bir yaklaşım değil. Bütün maharet eserin söylemine ters düşmeden ona farklı açılardan bakabilmek bence.
Biraz Kabus Biraz Rüya Tadında: Kraasanab
-
Şu an hazırlık veya fikir aşamasında olduğunuz yeni bir serginiz var mı?
Oblique’ten sonra 2023 yılı için hazırladığım üç tane sergi var. Birinden kısaca bahsetmek isterim. Çınar Eslek’le birlikte pandemi döneminden bu yana geliştirdiğimiz Kraasanab adında bir projemiz var. İşin çekirdeği aramızdaki diyalog; biraz rüya biraz kâbus tadında gece diyalogları bunlar. Onlardan çıkan hikayeler, hikayelere bağlı imgeler, imgelere bağlı sözler… Pandemiden çıktıkça Kraasanab farklı şekiller almaya başladı. Önce bir sanatçı kitabı çıkardık. Çınar’ın desenlerini kullandık. Ben de biraz roman tadında bir metin yazdım: ‘80’leri andıran ama bilinmeyen bir zamanda, elektrikleri kesilmiş bir ülkede, gözlerinin rengini arayan birinin hikayesi. Mehmet Süzgün de grafizmini üstlendi. Bu fikir kitaptan performansa evrilecek ve sonrasında da bir sergi olacak. Daha sonra neye dönüşür şimdilik bilmiyoruz…
Yukarı Bak, Çok Zor Aynı Zamanda Çok Besleyici Bir Süreçti
-
Yakın zamanda Bursa’da gerçekleştirdiğiniz ve çokça konuşulan Yukarı Bak sergisi nasıl bir süreçti, sonuçtan memnun kaldınız mı?
Açıkçası çok zorlu bir süreçti. Yukarı Bak altı farklı yerde birbirilerine bağlanan altı farklı sergiden oluşuyordu. Çok farklı medyaları çalışan, çok farklı ifade metotları kullanan 27 uluslararası sanatçıdan 170 tane eser… Nilüfer Belediyesi ilk defa böylesine çok katmanlı bir güncel/çağdaş sanat sergisi ağırladı. Böylesine büyük bir organizasyon için gerekli otomatizmalara henüz sahip değiller ancak onlar için de benim için de çok besleyici bir deneyim olduğu kanısındayım. Birkaç teknik sorun haricinde sonuçtan çok memnunum. Hem basından hem sanat profesyonellerinden hem de ziyaretçilerden gerçekten çok olumlu geri dönüşler aldık.
-
Peki İstanbul dışında çok mekânlı ve çok sanatçılı bir sergi yapmak nasıl bir deneyimdi? Bu sergi Bursa için bir seriye dönüşür mü?
Bir yandan heyecan vericiydi, tüm ekiple birlikte birçok ilke imza attık, daha önce kullanılmamış yerlerde inanılmaz işler gösterdik. Çok cüzi bir bütçeyle, güncel/çağdaş sanat alanında uluslararası platformda ciddiye alınabilecek bir sergiyi, arkamızda tecrübeli bir kurum olmadan, mütevazı bir ekiple Nilüfer’de açtık. Ancak diğer yandan da biraz önce söylediğim sebeplerden ötürü çok yorucu bir süreç oldu. Seriye dönüşmesini çok isterdim. Onlarcasına eklenecek yeni bir bienal değil belki ama birkaç yılda bir böylesine geniş kapsamlı bir sergiyi tekrar Bursa’da görmek gerçekten güzel olurdu.