“Botter Sergileri” serisinin ilki “Solo Botter: Selma Gürbüz” sergisi ile başladı. Sizi bu projeyle ilgili en çok heyecanlandıran nedir?
Selma ile olan tanışıklığım 1992’de, onun Ankara Galeri Nev’de düzenlediği sergi vesilesi ile yaptığım röportaj ile başladı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi öğrencisi olarak modern ustaların sergilerine yer veren bir galerinin henüz 32 yaşında genç bir kadın sanatçıya sergi açması beni çok heyecanlandırmıştı. Üstelik çok değil aramızda sadece 10 yaş fark vardı Selma ile. O dönemde bugünkü gibi çılgın bir genç sanatçı merakı yoktu ve 32 yaş sanat ortamı için “genç” ve çoğu zaman “riskli” kabul ediliyordu.
Esas diyaloğumuz ve dostluğumuz 2004’te başladı. Düzenlediğim pek çok sergide çalışmalarına yer verdim, pek çok kataloğu için de yazı yazdım. Özellikle vefatından önceki 10 yılda yakınlığımız ve görüşmelerimizin sıklığı arttı. Son yazını ve tatilini birlikte yaşama fırsatı ve ayrıcalığını yaşadım. Kariyeri ile ilgili pek çok sorusunda yanında olmaya çalıştım, sanatının gelişim evrelerindeki ilk örnekleri takip etme, deneyimleme ayrıcalığını elde ettim. Üretim azmini, heyecanını, disiplinini, yeni fikirler ile kucaklaşmasını, yeni malzeme ve tekniklere olan merakını, özgünlüğünü, sanatındaki organik dönüşümü, dik duruşunu, kadın olarak tek başına verdiği mücadeleyi, doğu ve batı sanatları arasında kendisine yer bulma arzusunu, kendisini hem ciddiye almasını hem de dalga geçmesini çok sevdim ve saygı duydum.
Sergi, Selma Gürbüz’ün 1986 yılında henüz 26 yaşında iken düzenlediği ilk kişisel sergisinden itibaren inşa ettiği imge dünyasının çeşitliliğini merkezine alıyor. Selma’nın kadın, doğa ve canlılar arasında oluşturduğu eşsiz külliyatını vefatının üçüncü yılında sevenlerine ve izleyicisine hatırlatmak istiyor.
Beyoğlu, İstiklal Caddesi benim için ayrıcalıklı ve özel bir yer. İlk sergimi 1999’da Mehmet Ergüven ile birlikte dönemin Emlak Bankası Sanat Galerisi’nde gerçekleştirmiştim. Daha sonra Karşı Sanat Çalışmaları ve Akbank Sanat’ın dönüşümünde görev ve sorumluluklar aldım, sergiler düzenledim. Beyoğlu’ndaki son düzenlediğim sergi 2009’da Akbank Sanat’ta Selma Gürbüz ile birlikte yaptığımız “Davetsiz” sergisi idi. 15 yılın ardından yine Selma’nın bir sergisi ile Beyoğlu’na dönmek, Selma’nın yokluğunda hüzünlü olsa da, benim için özel bir anlam ifade ediyor.
“Solo Botter: Selma Gürbüz” sergisi sanatçının farklı dönemlerinden karakteristik çalışmalarını bir araya getiriyor. Bu özel sergiyi siz nasıl yorumluyorsunuz? Sergi, sizin için ne anlam ifade ediyor?
Sanatın, hayatın, ilişkilerin, dostlukların açıkçası her şeyin doğa ve canlılar gibi yalın, sade ve ilkel olmasını isterdi Selma Gürbüz. Sanat üretmesini engelleyecek, dikkatini dağıtacak hiçbir şeyi ciddiye almaz, kendinden uzak tutardı. Kimi zaman çok keskin ve sert kimi zaman da aşırı çocuksu, eğlenceli, kahkahalı bir karakterdi. Çok meraklıydı. Kültürel tarihi, insanların kendilerini ifade etme biçimlerini, sanat üretme tekniklerini araştırır, oradaki yalın ve doğal ifade arayışlarına hayran kalırdı. Şüphesiz sanatı da bu yalınlıktan doğdu, beslendi. Erken yaşta ulaştığı, gereksiz öğelerden arındırılmış resim dili onun ayırt edici özelliğiydi. Sade bir çizgi ve tek bir renk ile resim yapmanın hem ne kadar zor hem de becerilebilir ise ne kadar etkili olabileceğini biliyordu. Yine erken yaşta doğu ve batı kültürleri arasında yüzyıllardır var olan geçişkenliği, etkileşimi keşfetti. Tüm kariyeri bu gelişime kendince bir cevap verme arzusuydu. Bu sayede insanların akıllarına ve kalplerine yerleşeceğini biliyordu.
Vefatından önce çalışmalarının geleceği ve yapılması gerekenler konusunda çok konuştuk Selma ile. Bu sergi kendisinden sonra yapılacaklar konusunda Selma’ya sözünü verdiğim sergilerin ilki. Sergi için hazırlayacağım monografi çalışması ile devam edecek. Önümüzdeki yıllarda yeni proje ve fikirler ile Selma’nın adını yaşatma misyonu ve sorumluluğumu sürdüreceğim.
Serginin izleyicide nasıl bir deneyim yaşatmasını istiyorsunuz? Bu sergiye dair hedefiniz nedir?
İnsanlık tarihinin ortak kültürel belleğine yerleşmiş mitleri, masalları, görsel ve sözel ifadeleri çağdaş bir dille yorumlayan Selma Gürbüz, Doğu ve Batı sanatlarının yüzyıllardır geliştirdiği kadına, doğaya ve canlılara ait sembol, arketip ve anlamları bilinçaltının referansları ile yeni baştan tanımlayan bir sanatçı. Sonsuz bir iştah ve merakla kültürel tarihin belleklerde yer edinmiş örneklerini inceledi ve izleyicisinin bakar bakmaz yakınlık kurabileceği bir imge atlası oluşturdu. Mehmet Siyah Kalem, Hokusai, Şehrazat, Nijinsky, Picabia gibi isimlerle düşünsel bağ kuran, mağara resimlerini üreten insanlarla aynı duyguları paylaştığını düşünen Selma Gürbüz’ün çalışmaları, sanatın özünü oluşturan dinamiklerin neler olduğunu merak eden izleyiciler için hem bir şölen hem de bir keşif niteliğinde. Mekanın büyüklüğüne bağlı olarak limitli bir seçki olsa da sergi Selma’nın farklı dönemlerine ilişkin kapsamlı bir bilgilendirme ve görsellik sunuyor.
Selma Gürbüz’ün çağdaş sanatımızdaki önemi ve yeri sizce nedir? Üretimlerini nasıl tanımlıyorsunuz?
Sanatının kaynakları hakkında şunları söylüyor Selma: “Çalışmalarımda klasik Osmanlı Sanatı da dahil pek çok esintiler var. Batı nasıl Doğu’ya baktıysa, ben Batı sanatını bilerek Doğu’dan Batıya bakma arzusu duyuyorum. Doğulu gözüyle Batıya bakıyorum. Aynı zamanda da Doğu sanatına bakıyorum. Japon sanatı, Çin sanatı, Osmanlı minyatürüne, yüzyıllarca sürmüş̧ bütün bu geleneklere ve onların birbirleri ile ilişkilerine bakıyorum. Buradan da Osmanlı sanatı ile Uzakdoğu sanatı arasındaki ilişkiyi görüyorum, İran minyatürü ile Türk minyatürü arasındaki ilişkiyi görüyorum. Sergimde de bu bakış̧ için çıktığım yolculuğun esintilerinden oluşan sahnelere bakacak izleyici, onları hissedecek.”
Bu yaklaşım sanat kariyerinin her döneminde yeni bir evrilme ile gelişti ve dönüştü. Vefatından önceki birkaç yılı insanlığın doğduğu topraklara, Afrika’ya ayırdı Selma. Oradaki varlık yokluk, ölüm ve yokoluş hallerine baktı. Bu bakış açısı ile yepyeni bir yönelim içerisine girmişti.
Şüphesiz Selma Gürbüz gibi onlarca sanatçımız Türkiye coğrafyasına özgü sentez arayışını farklı perspektifler ile geliştirdi. Bugün bu yaklaşımın devam ettiğini ya da yeni bir bakış açısı ile devam ettirildiğini söylemek mümkün değil. Özellikle modern sanatçılarımızın sentez arayışındaki niyetlerini ve üretimlerini dünya sanat ortamına sunmanın, tanıtmanın çok büyük bir etki yaratacağına inanıyorum. Gerçekten de tarih boyu bir geçiş ve köprü işlevi gören bu coğrafyanın kendine özgü bir sanat kültürü oluşturduğunu biliyoruz. Buraya ait olan kültürel geçmişin derinliği çok az ülke ve coğrafyada karşılaştığımız bir özellik. Ama bunun gerçekten farkında mıyız ve değer veriyor muyuz emin değilim.
Bu sentez arayışında kendi imge dünyasını kurabilmesi, kendine özgü bir malzeme ve teknik arayış içerisinde yorumlayabilmesi bence Selma’yı kuşakdaşlarından fazlasıyla ayrıştırıyor.
Sanatçının sergideki eserlerinde de öne çıkan hayal dünyası ve imge çeşitliliği ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Selma Gürbüz kariyerinin başlarında doğu ve batı sanatları arasında bir sentez arayışı içerisindedir. Binbirgece Masalları’nın olağanüstü evreni ile modern batı resminin bilinmeze, gerçeküstüne olan merakı arasında bir ilişki kurar. Rüyalardaki belirsiz ve sınırsız imgelem dilini ise bu iki dünyayı buluşturacak bir zemin olarak görür. Bu sayede tuhaf canlıların cirit attığı bir düşler alemine ait olduğunu hissettiğimiz mistik ve gizemli imgeler oluşturur. Her biri bir masalın kahramanı ya da o masala ait bir rüyanın ürünüdür.
Bununla birlikte 1986 yılında Urart Sanat Galerisi’nde düzenlediği ilk sergisinden başlayarak kaligrafi, minyatür ve geleneksel sanatların teknik ve anlam dünyalarını kavramaya ve yorumlamaya çalışır. Kariyerinin ilk aşamasında mürekkep kullanarak bir solukta ortaya çıkan kedi ve hayvan dizileri oluşturur. Bir aşama sonra bu formlar helezonik bir akışla soyutlanan yılan imgesine dönüşürler. Hareket eden formun cazibesini göstermeye, hiçbir zaman bir öncekinin aynısı ve tekrarı olmayacak olan fırça hareketinin güzelliğini keşfetmeye çalışır.
1992 yılında Tem Sanat Galerisi’nde sergilediği “Meleklerin Cinsiyeti” adlı serisinde ise hem dönemin figür resmine ilişkin yeni bir açılım getirmeye çalışır hem de sanatının temel öğeleri olan insan ve canlı dünyasına dair yeni bir anlam arayışına girer. Birbiri içinde dolanan, çoğu örnekte tek bir vücuda dönüşen, kıvrımlı hatları ile sürekli devinen ikili figürlerini kağıt yüzeyinden taşacakmış etkisi veren toz pastel malzeme ile oluşturur sanatçı. “Figürlerin anatomilerinin esnekliği ve bir cambaz gibi rahat şekil alabilme özellikleri benim onlarla olan oyunumdur.” Melek imgesinin hayal dünyasında yarattığı belirsiz ve uçucu sınırları insana benzeyen bir forma dönüştürerek anlamlandırmaya çalışır.
1995 yılında Güney Kore’deki Gwangju Bienali için bir yerleştirme hazırlayan Selma Gürbüz, metal ve ve kağıt hamurundan ürettiği hayvan figürlerini duvara projeksiyon ile yansıttığı gölgeleri ile birlikte yeni bir imge dünyasına giriş yapar. Bu sayede hayvan heykeli ile heykelin gölgesi arasında hem bir algı yanılsaması oluşturur hem de gerçek ile gölgesi arasındaki sınırı ortadan kaldırmaya çalışır. Gürbüz, tavana kurduğu bir yaylı mekanizma ile bu figürleri sağa sola, yukarı aşağı salınmalarına olanak tanır. Bu dönem aynı zamanda ipe asılı kukla bebekleri andıran Cambazlar serisinin de doğumuna eşlik eder. Siyah rengin keskin baskınlığından kurtulan ikili, üçlü figür kompozisyonları sirk dünyasının devinimini ve canlılığını yansıtmaktadır.
1996 yılında Prag Fransız Kültür Enstitüsü’nde sergilenen “Gri Büyü” serisi ise Selma Gürbüz’ün art arda sergi açtığı ve kafasındaki pek çok sorunun billurlaştığı yoğun bir döneminin ürünüdür. Gerard-Georges Lemaire’in sergi için kaleme aldığı hayali bir metnin eşlik ettiği desenler, Gürbüz’ün masal kahramanlarının formlarını ve neye benzeyebileceklerini kesinleştirdiği ve sonraki tüm çalışmalarına yön verecek olan gölge figürlerinin ana karakterini oluşturduğu bir seridir. Hayvan insan karışımı canlılar, kuş kafalı ve balık kuyruklu insanlar, kanatlı periler, ilerleyen yıllarda çoğalarak çeşitlenecek olan bulut ve doğa soyutlamaları…
2004 yılında Galeri Apel’de düzenlediği “Cin ile Peri” sergisi Selma’nın yeni bir içerik ve görsellik ile sanatına yeni referanslar ekler. Bu seri ile Selma mitoslara, inanç sistemlerine, büyüye, tılsıma ve bilinmeyene merak duymaya başlar. Siyah gölgelerin yine siyah renkli motifsel çizgilerle bitkisel bezemelere dönüştüğü seri, ya siyah üzerine beyaz ya da beyaz üzerine siyah kontrast alanlar barındırır. Tek bir gövdenin içinden çıkan kadın veya erkek vücutları kökleşerek ağaca dönüşmekte, kimi zaman bedenlerini kaplayan göz veya kuş imgeleri ile insan hayvan karışımı yeni bir canlı oluşturmaktadır. Uzakdoğu estamplarından, Ortaçağ Avrupa kitaplarındaki minyatürlerden etkiler hissedilen serinin en önemli özelliği, bir hat veya Çin yazı resmi gibi tek bir seferde net bir fırça hareketiyle kağıt üzerine mürekkep kullanarak şekillendirilmesidir.
Selma’nın tüm evreleri yenilikçi ve yaratıcıdır. Bir önceki serinin bıraktığı tortular üzerine yükselir ve her seferinde kendine capcanlı ve doğurgan bir alan oluşturur.
Serginin küratöryel sürecini nasıl detaylandırırsınız? Eser seçiminde nasıl bir yol izlediniz? Neyi öncelediniz?
Sergi, 14 ayrı koleksiyondan davet edilen yapıtlar ile oluşturuldu. Son dönemde hep yanında olan asistanı İrem Büşra Coşkun ile yaptığımız seçki, Selma’nın farklı malzeme ve tekniklere olan merakını öne çıkarıyor. 1989 yılında tuttuğu desen defterinden başlayarak 2010’lu yılların sonlarına uzanan yapıtlarından bir seçki oluşturduk.
Magie Gris-Gri Büyü, Cambazlar, Meleklerin Cinsiyeti, Cin ile Peri, Karnavalesk, Arketip, erken dönem resimleri, Galeri Maeght dönemi, pastel çalışmaları, heykelleri ve özellikle daha önce hiç gösterilmemiş keçe üzerine resimleri, Selma’nın gelişimini ve sanatındaki dönüşümü anlayabilmek için kapsamlı bir seçki niteliğinde. Her dönemine ilişkin hem kendi sözleri hem de benim yazdığım metinler eşliğinde sergi girişindeki son dönem resimlerinden başlayarak kronolojik olarak geçmişe uzanan bir akışla sergileniyor. Her bir yapıt döneminin en karakteristik özelliklerini taşıyor.
Totalde ise Selma’nın insanlık tarihinin ortak kültürel belleğine yerleşmiş mitleri, masalları, görsel ve sözel ifadeleri çağdaş bir dille nasıl yorumladığını göstermeye çalışıyor. Doğu ve Batı sanatlarının yüzyıllardır geliştirdiği kadına, doğaya ve canlılara ait sembol, arketip ve anlamları bilinçaltının referansları ile nasıl yeni baştan tanımladığını hatırlatmak istiyor. Seçkiye daha önce gerçekleştirilmemiş, Selma’nın tüm dönemlerini kapsayan bir mini-retrospektif gözüyle bakılabilir.
“Solo Botter: Selma Gürbüz” sergisinin mekanla kurduğu ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?
Casa Botter’in tarihi kültürel dokusuna ve galeri yüzeyine adacıklar gibi eklenen beyaz duvarlar hem her dönemin karakteristik işlerine hem de Beyoğlu caddesine bakan vitrinden başlayarak Selma’nın kendi sanatı üzerine sarf ettiği cümlelerine yer veriyor. Bu cümlelere her dönemi için benim yazdığım metinler ve biyografik bilgiler eşlik ediyor.
Solo Botter olarak adlandırdığımız bu sergi dizisi odak noktasına sanatçıların karakteristik, çoğunlukla daha önce gösterilmemiş çalışmalarını, henüz sağlıklı bir şekilde yazılmamış monografilerini ve bugüne kadar kaleme alınmamış özelliklerini sanat tarihsel bir bağlamda ele alıyor. Modern ve çağdaş sanatımızın önemli isimlerini farklı yönleri ile yeniden keşfetmeye özellikle de İstiklal Caddesi’nin eşsiz ziyaretçi potansiyeli ile buluşturmaya çalışıyor.
“Solo Botter” sergi serileri hangi sanatçılarla devam edecek?
Serinin devamında şimdilik Nuri İyem, Mehmet Güleryüz ve Komet’in sergileri olacak.
*“Solo Botter: Selma Gürbüz” sergisi 14 Nisan’a kadar Casa Botter’de görülebilir.