Çukurova bölgesinin çağdaş sanat galerisi Kun Art Space, insan, doğa ve kent arasındaki ilişkileri odağına alan illüstratör Hakan Çapkan’ın Doğanın Gölgesinde başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. 4 Haziran’a dek izlenebilecek sergi, sanatçının yalnızca doğayla değil, bireyin kendiyle kurduğu ekolojik bağı da sorguladığı; kentsel yaşam içinde doğayla temasın mümkün olabileceği yeni yolları keşfe çıktığı düşünsel bir alan sunuyor.
Doğa Hafızalarıyla Yüzleşme
Çapkan’ın sergideki işleri, doğadan uzaklaşmanın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir kopuş olduğunu hatırlatırken; her bir eser, kentte sıkışan bireyin doğayla kurmaya çalıştığı hayali bağların izini sürüyor. Sergi, doğayı yalnızca bir manzara olarak değil, beden, hafıza ve hayal içinde yeniden üretilen çok katmanlı bir alan olarak ele alıyor. “İzleyiciyle sadece görsel bir bağ kurmayı değil; aynı zamanda onları kendi doğa hafızalarıyla yüzleştirmeyi amaçladım. Doğa, bizim dışımızda bir unsur değil; biz onun içindeyiz. Bu farkındalıkla üretiyor ve bu yolda ilerlemeye devam ediyorum,” diyen sanatçı ile Doğanın Gölgesinde sergisini konuştuk.
Doğanın Gölgesinde sergisinin merkezinde ne tür düşünceler yatıyor? Bu sergiyi hazırlarken sizi en çok etkileyen kişisel ya da çevresel deneyim ne oldu?
Serginin merkezinde doğanın gölgesinde şekillenen insan deneyimleri yer alıyor. Kent yaşamının karmaşası içinde gözden kaçırdığımız, geri plana ittiğimiz doğayı ve onun insana sağladığı zihinsel alanı yeniden görünür kılmak istedim. Hazırlık sürecinde beni en çok etkileyen, çocukluk anılarımdaki doğa sessizliğinin zamanla yerini kent gürültüsüne bırakmış olmasıydı. Bu farkındalık, serginin duygusal temelini oluşturdu.
Kent yaşamının birey üzerindeki etkilerini işlerken, doğayı yalnızca fiziksel bir unsur değil, zihinsel bir alan olarak da ele alıyorsunuz. Bu bakış açısının sizin sanatsal üretiminizdeki yeri nedir?
Doğa benim için sadece bir manzara değil, içsel bir denge alanı. Bu sebeple işlerimde doğa; kaçış, sığınma ve iyileşme alanı olarak yer alıyor. Kent yaşamı doğayla olan bağı kopardıkça, bu zihinsel alan da daralıyor. Sanatsal üretimim ise bu alanı yeniden yaratma çabasıyla şekilleniyor.
Serginizde yer alan eserler, doğaya dönüş kadar sistemin dayattığı yaşam biçimlerine karşı sessiz bir direniş de taşıyor. Bu anlatıyı görsel dile nasıl aktarıyorsunuz?
Eserlerde renkler önemli bir rol üstleniyor. Kent siyah-beyaz tonlarda, sistemin yarattığı tekdüzeliği temsil ediyor. Buna karşılık, doğayı temsil eden öğeler canlı ve renkli. Bu görsel zıtlık üzerinden izleyiciye, doğanın kaybolan renklerini yeniden hissettirmeyi hedefliyorum. Aynı zamanda kompozisyonlardaki boşluklar, nefes alma alanlarını simgeliyor.
Kentte doğayla teması mümkün kılacak yeni yollar aradığınızı ifade ediyorsunuz. Sizce bugünün şehir insanı bu bağı yeniden nasıl kurabilir ya da kurmalı mı?
Şehir insanı doğayla olan bağını bilinçli bir tercih olarak yeniden kurmalı. Bu bağ, sadece parklar ya da yeşil alanlarla sınırlı değil; gündelik yaşamın içinde doğayı gözeten bir bakış açısı geliştirmekle mümkün. Göz hizasında bir ağacı fark etmek, betonun arasında çıkan otu görmezden gelmemek bile bu bağın ilk adımı olabilir.
20 yılı aşkın süredir üretiyor ve farklı coğrafyalarda sergiler açıyorsunuz. Doğanın Gölgesinde sergisi, bu sanat yolculuğunuzun neresinde duruyor ve sizce sanatın doğayla kurduğu ilişki nasıl evriliyor?
KUN Art Space ev sahipliğinde ve iş birliğiyle düzenlediğimiz bu sergi, doğayla olan kişisel ilişkimi, artık sadece bir ilham kaynağı değil; aynı zamanda bir direnç alanı olarak ele aldığım bir döneme işaret ediyor. Sanat da bu direncin sesi haline geliyor. Sanatın doğayla ilişkisi artık estetize bir betimlemeden öte, doğayı koruma, hatırlatma ve yeniden kurma çabasıyla evriliyor.