Canan Tolon’un Tunnel Vision sergisi Dirimart’ın Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi üzerindeki eski Union Française binasının en alt katında konumlanan yeni mekânında izleyiciyle buluşuyor. Tolon, tüm dünyanın Covid 19 salgını döneminde kapandığı zaman sonrasında oluşan sosyal rahatsızlıklar, kaygılar ve çeşitli huzursuzluklar üstüne hazırladığı eserlerini bu sergide sunuyor. Bütün dünyanın bir anda girdiği karantina sürecinde büyük bir muğlaklık ve kasvetli bir dönem geçti, gitti. Tolon’un bu büyük karantina sürecinin belirsizliği yanında bunun bitişindeki döneme referans veren Tunnel Vision sergisi, depresif ve karanlık bir dönem sonrasında insanlığın tüm çaresizlikleri geride bırakıp yeni bir aydınlanmayı, devam edebilmenin zorlu koşullarını gözler önüne seriyor. Covid 19 salgınının, karantinanın korkunç sessizliği, yalnızlığı, bilinmez umarsızlığı sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı ama devam edebilmenin, yaşamanın yeni bir yönde süregideceği bir dönemi irdeliyor.
Zeminde tek bir yerleştirme halinde bir araya gelen resimlerden oluşturulan Tunnel Vision sergisi yaşamın bir anda sokaklardan çekildiği, ürkütücü biçimde evlere kapanan insanlığın olan bitenin geçeceğini umduğu, heyecan ve umudun solup yerini endişe ve tedirginliğin aldığı bir dönemin sonrasına işaret ediyor. Tüm bu apokaliptik hakikate ve karamsar sezgilere rağmen birçok gerçeğin bertaraf edilerek olduğu gibi devam eden bir dünyanın çarpıcı realizmi izleniyor.
Canan Tolon ile 9 Eylül–16 Ekim 2022 tarihleri arasında Dirimart Pera’da izlenebilecek sergisini konuştuk.
-
En son İstanbul Modern’de kapsamlı bir serginizi izlemiştik. Şimdi ise bilgi çağında büyük bir bilinmezlik yaşadığımız süreçte, tüm dünyanın geçirdiği, milyarlarca insanın yaşadığı Covid 19 sürecinde ürettiğiniz bir seçki ile Tunnel Vision sergisini kurguladınız.
Bu projeye Covid-19 pandemisi sırasında bütün dünya karantinadayken başladım. Her yer bomboş ve sessizdi. Büyük bir belirsizlik dönemiydi tüm dünya için. Ne yapacağımı bilmeden, nedensiz bir çalışmaya koyuldum. Bu çabanın sonucunun ne doğuracağını bilmeden, hatta bir sergi olup olmayacağını planlamadan başladım elimdeki malzemelerle. Bütün bu belirsizliklerle çalışırken, tabii ki her şeyi biraz da oluruna bıraktım. Başımıza geleceklerden habersiz, yaptıklarımı sergilemek ya da bu düşünceleri paylaşmak bir olasılık bile değildi. Sonuçta daha kişisel, ruh halimi yansıtan bir seri oluştu. Kimi zaman büyük bir aciliyetle çalıştım, kimi zaman ise başladığım tuvallere haftalarca el sürmedim. Onları tekrar gözden geçirdiğimde de o anı güncellemekle meşguldüm. Bu hapsolmuşluk hissi tuvallerimde git gide daha da belirginleşti. Bu süreç bir çıkmaz gibi görünmeye başlıyordu artık. Ancak, bu seri yalnızca karantina sırasında yalıtılmış bir şekilde çalışmamın ve o süreç esnasındaki hislerimle ilgili değil, karantina sonrasındaki iç karartıcı deneyimlerle de ilgili. Bu sergideki işlerimle bugün, içinden çıktığımız karanlık süreçten kurtulurken, içimizdeki kötü his ve çaresizliğimizi bastırarak, hatta kendimizin ve başkalarının deneyimlerini göz ardı ederek, hayata devam etmek için vizyonumuzu nasıl kısıtlayarak yaşadığımızı ifade etmek istedim.
“Çalışmamın anlatım kısmı görsel deneyimden sonra izleyici ile paylaşıldıktan sonra ortaya çıkar. Ama başlangıç noktası değildir.”
-
Bu serginin oluştuğu naratif ve kuramsal süreçten söz eder misiniz?
Naratiften ziyade ifade var. İşlerimde naratif yoktur. Yani, asla anlatı yoktur işlerimde. Gözlemlediklerimi, deneyimlerimi ifade ederim ama bir naratif ile yola çıkmıyorum, çünkü bu bana çok kısıtlayıcı gelir; hem benim için hem izleyici için. Ancak sergi esnasında veya sergiden bir süre sonra, paylaştıklarımla bir naratif doğabilir ama benden ziyade, izleyicinin katılımıyla ya da sizin gibi sanat eleştirmenleri ile diyalog esnasında sözel bir anlatı oluşabilir. Ama bu çok sonra gelişir ve bir tarih, bir hikâye oluşur. Üzerinde durduğum düşünceler, sergi başlıklarını tetiklese de üzerinde çalıştığım seri bittiğinde tam olarak ortaya çıkar. Sözcüklerin yaptığım işi deneyimlemeye engel olduklarına inanıyorum. Yıllar önce İstanbul Modern’in bu mekânında düzenlediğim sergiden bahsediyorsunuz. O serginin başlığı Sen Söyle idi. Ve tam da bu konuyla ilgiliydi. Çalışmamın anlatım kısmı görsel deneyimden sonra izleyici ile paylaşıldıktan sonra ortaya çıkar. Ama başlangıç noktası değildir.
-
Sergiye dair öncelikle sergi isminden söz edelim isterim. Tunnel Vision, bu sergide nasıl bir anlam yaratıyor, nelere referans veriyor?
Tunnel vision (İngilizce) gözdeki bir bozukluğu, görüşü dar bir noktaya sınırlayan ve çevresel boşluğu deşifre etme olasılığını azaltan bir durumu tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu terim aynı zamanda kişinin dar görüşlü pozisyonuna, yeni ve daha geniş entelektüel perspektiflere ve vizyonlara karşı isteksizliğine atıfta bulunmak için kullanılır. İşlerim görsel olduklarından anlatıdan uzaktır. Çalışmamı burada açıklamak, niyetlerime tamamen aykırı olacaktır. Bunu açıklamak için, müzik notaları en iyi örnektir. Müziği duyduğunuzda onu deneyimleyebiliriz ancak. Benim çalışmalarım görsel olduğundan görsel deneyimden evvel onları sözlü hale getirmek ya da etrafında bir anlatı inşa etmek yanlış olur. Bir şeyleri gözümüzde canlandırmak için sözcükler illa gerekmez…
-
Covid 19 dönemine referans veren Tunnel Vision serginizde izlediğimiz eserlerin kavramsal ve formal süreçlerinden söz eder misiniz?
Aslında sizi burada düzeltmem gerekiyor. Bu resim serisi Covid 19’a referans olacak şekilde üretilmemiştir. İki buçuk yıl boyunca, pandemi ile başlayıp bugüne kadar uzanan bir süreç ve hatta daha çok sonrasıyla, yani güncel durumumuzla da ilgilidir. O günlerde tüm dünya inanılmaz derecede zor zamanlar yaşadı. Aniden durduktan sonra yeniden hayata dönüş yapmak, karanlığa alışmış gözlerimize aniden ışık yakıldığında kör eden bir deneyimdi sanki. Uzun süre kapalı kalıp, hep birlikte göğüs gererken, tek tek ayrılıp bir başımıza yaşamaya koyulduk. Karışık duygularla, düşüşten sonra acıyan taraflarımızı gizleyerek tekrar kalkmak, nerede kaldıysak oradan, gerçeği çarpıtarak ancak öyle devam etmek mümkün oldu sanki. Bu işlerimin yerde sergilenmesinin bununla bir ilgisi var tabii. Onları boyadığım şekilde, yani yere yerleştirilmiş şekilde olmaları izleyiciye, serginin başlığı gibi, o kısıtlı perspektiften bakma ve deneyimleme imkânı da veriyor.
-
Diğer serilerinizin aksine bu resimlerde zeminde üretimini sürdürdüğünüz eserin temeline kendinizi alarak etrafınızı boyadığınız belki de performatif bir süreci izliyoruz. Bu izleyiciyi de içine aldığınız, üretiminizden izler ile birlikte izleyici yapıtların neresinde, nasıl bir konumlandırma ile dâhil oluyor?
Resimlerimi hep yerde boyarım. Bu benim için hem fiziksel bir kolaylık sağlıyor hem de kullandığım malzemeler bunu gerektiriyor. ‘Performatif’ dediğiniz zaman sporcuların performansına ya da buna benzer bir şeye gönderme yapıyorsunuz sanırım. Büyük bir tuvalin yüzeyinde bırakılan iz kesinlikle vücudunuzun hareketini takip eder. Bir hareketin kaydıdır. Bu tuvallerin üzerindeki izler de bir çabanın izleridir. REFLEX adlı sergi üzerine çalışırken bu konuyu derinlemesine ele almıştım. Ve evet, bu şekilde işim, her zaman olduğu gibi, özellikle büyük ölçekli ve ağır malzemelerle çalışırken oldukça fazla fiziksel çaba gerektiriyor. Ve ben her zaman tek başına çalıştığım için bu performansın izleyicisi yoktur!
Bu serideki resimlerimin diğer resimlerimden farklı olmasının sebebi tek nokta perspektif üzerine kurulmuş olmalarıdır. Merkezde tek bir kaçış noktası vardır. Kendimi o merkeze yerleştirerek, daire içinde etrafımı boyamak ve resmin içinde kıstırılmış olmak, benim için alışılmadık bir konum aslında. Resimdeki ufuk eksikliği bazen oldukça sersemletici bir deneyimdi. Eserleri boyadığım şekilde yerde sergilemek, aynı zamanda onları daha yakından görme, maddeselliklerini, kabalıklarını ve kirliliklerini de deneyimleme imkânı veriyor; çünkü onları göz hizasından ya da uzak mesafeden görmek mümkün değil. Görünüşte fraktal ve bir fotoğraf gibi çerçevelerinin sınırlarının ötesine, periferiye uzanıyormuş gibi görünen önceki resimlerimin aksine bu resimler, çerçevelerinin sınırları içerisinde bir merkez etrafında daralan ve sıkışan bir görünümleri var. Bu çerçevelerin tüm kısıtlamalarına ve sınırlamalarına rağmen olasılıklar yine de sonsuzdur.
“Bu serideki resimlerimin diğer resimlerimden farklı olmasının sebebi tek nokta perspektif üzerine kurulmuş olmalarıdır. Merkezde tek bir kaçış noktası vardır.”
-
Muğlak ya da asparagas bilgi bombardımanı, tüketme ve tüketilme, özünü kurgulama ve içeriği sentezleme konusunda çarpıcı dualiteler bu serginin ana gündemini oluşturuyor. Bu açıdan serginiz duygusal ya da fiziksel kesin bir araştırma kanıtı niteliğinde. Buradaki bilgi akışı, tüketim ve tüketilme durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, yapıtlarınızda bunu nasıl izliyoruz?
Kendi yapıtlarımı yorumlamamı istemeyin benden lütfen çünkü, işlerimi nasıl görmek ya da nasıl deneyimlemek gerektiğini size söyleyemem. Ama şunu söyleyebilirim: Giderek daha görsel bir dünyada yaşıyoruz. Her gün durmadan muazzam miktarda görüntü ve türlü haberler tüketiyoruz. Hepsi son derece hızlı gelişiyor. Herkes kendi kaleydoskopu içindeymiş gibi sürekli değişen bir dünya ile mücadele ediyor. Bu büyük bilgi birikintisinin en kalıcısı şok eden ve inciten imajlar oluyor. Biz onları tüketirken, karşılığında onlar da bizi tüketiyor ve bu bağımlılığın yarattığı bir kısır döngüye kapılıyoruz. Daha fazlasına dayanamadığımızda vizyonumuzu daraltmakla yetiniyoruz. Pandemi gibi felaketlerden kurtulduğumuz izlenimini ancak böyle elde edebiliyoruz. Dikkat edilmesi gereken olayları bir kenara atarken, bu karışıklığı benimseyerek ferahlıyoruz sanki; Tunnel Vision.
Salgının bıraktığı izler, salgının kendisinden neredeyse daha vahim. Ve beni ilgilendiren de bu konu. Çünkü gündelik hayatımızın devamı neredeyse dar görüşlülüğümüzün verdiği güce dayanmaktadır. Çarpıtmanın verdiği güç… Son iki buçuk yıldır gözlemlediklerim, bu serideki diptikleri yaratırken de hissettiklerim bunlardı. Gerçeklerle ilgilenemiyorsak, onların yerini alan masallar ve fanteziler belki çoğumuzun anlatı ihtiyacını tatmin edebiliyordur.