Ateş Alpar, Hatay, Türkiye, Şubat 2023

Deprem, Imago, Geofelsefe

//

0

Düşünün ki tıpkı bir böcek gibi kabuğundan çıkıp yeni bir kabukla, yeni bir ‘imago’ ile dünyada varolmaya devam edeceksiniz. Yeni kabuk oluşurken içeride artık sizi iyice bunaltmış bir sıkışmışlık içinde yeni imago’nuza kavuşmak için yanıp tutuşuyorsunuz fakat bir aksaklık oluyor ve eskinin hayaletleri başınıza üşüşmüş, yeni kabuğun, imago’nun oluşmasına, izin vermiyor. Ortada sadece geçmişten gelen hayaletler var ve gelmişler kalmışlar, gitmek bilmedikleri gibi yeni hayaletlerin gelmesine de izin vermiyorlar.

I

Herkes bilir ki ‘imago’ kavram olarak önce Jung, daha sonra Freud, Klein ve Lacan tarafından ele alınmış, ardından Hendrix ve LaKelly adlı zırva terapistler tarafından ilişki terapisi tekniği olarak kullanılmıştır. Ama herkes bilmez ki bu bir depremdir.

II

Kimse bu imgenin nasıl oluştuğunu sorgulamaz. İmge hep vardır. Daha deprem olmamıştır.

III

Jung’a göre ‘imago’ kişinin dış dünyayla ilişkileri gelişirken çevresindeki kişilerden – ki bunlar anne, baba olabileceği gibi her türlü yakın da olabilir – yola çıkarak kendisi ve ötekiler hakkında yarattığı ideal kimliktir. Yalnız Jung bunun neden imge olduğunu söylemez. İmge sonuçta görsellikle ilişkili bir yapıdır ve en başta bir şeyin temsilini, neden temsil edilmesi gerektiğinin açıklanmasını gerektirir. Örneğin, daha sonraları Imago yerine arketip sözcüğünü tercih eden Jung bu imge yaratma gereksiniminin nedeninini bulamadığı gibi daha kolay bir yere bağlar: İmago bir arketip olarak insanlığın paylaştığı ortak, kollektif imgeler havuzundan gelmektedir. Yaratma isteğini anlıyoruzdur ama bunun neden imge olması gerektiğini hayır.

Imago speküler bir indirgemedir ve sonuçta temsil edilemez olan temsil edilebilir hale getirilir. Asıl deprem speküler olanı kuramamaktır.

IV

Freud, Jung’un arketipiyle ilgilenmeyecek kadar zekidir; hatta olağanüstü derecede zeki bir adamdır. Onun imago’ya verdiği değer bilinç ve bilinçdışı geçişlerinin Jung’dakinin aksine, imago’yu bir chiaroscuro gibi oluşturduğunu söylemektense, imago’nun varlığı reddedilemeyecek ama aynı zamanda lokalize edilemeyecek bir yapı olduğunu savunmasında yatar. Eğer ki imago, Jung’un dediği gibi ebeveynsel ilişkiler muamması içinde bireyin ilerisi için  başvuracağı bir tablo yaratmasından oluşuyorsa, bu tablonun finalize edilebilmesi asıl muammadır. Freud özneyi kurarken, psikanalizin de imago’su olabileceğini düşünmüş bir dahidir.

V

Melanie Klein korkunç’un içine yolculuğa çıkarken her zaman bir can simidi taşımıştır. Daha sonra Lacan bu can simidinden oldukça verimli bir şekilde faydalanacak ve imago’nun süjeyi, özneyi boyunduruğu altına alarak öncellediğini, hatta onu Narcissus’vari bir ölüme sürüklediğini bile iddia edecektir. Ama öte yanda hep bir umut olacaktır. Ya özne imago’suzluğun yaratacağı depremden bir özne çıkarmayı becerebilirse? Hegel ve Zizek’in el sıkıştığı nokta budur: Tarihin sonu değildir belki ama kapitalizmin bir ideoloji olarak kabuludur. ‘Arzu’ya hep geç kalınmıştır. Artık yok olmak bile mümkün değildir.

VI

İddiam şudur ki depremde oluşan çöküntü, yıkım görüntüleri, can kaybı haberleri ve hepsinin arkasındaki metafizik yapı nedeniyle bir süreliğine de olsa imge yaratabilme, imge kurabilme kabiliyetimi kaybetmiş bulunmaktayım. İmge belki baştan yıkılması gereken şeydi ama böyle değil. Bunun teorik analizi ve siyasal sonuçları hakkındaki incelememi yazmak vakit alacaktır.

VII

Kuşkusuz ‘imago’ya yaklaşmanın farklı yolları da vardır. Örneğin queer teorinin ilk örneklerini vermiş Leo Bersani. İmago Jung’dan Lacan’a uzanan tarihsel çizgide hep görsel bir materyal olarak ele alınmış ve kendinden önce gelen bir şeyin temsili olarak özneye kendisinin eksikliği olarak, asla tamamlanmayacak eksikliği olarak sunulmuştur. Freud’dan beri süregelen, Lacan’da kabul gören, öznenin kuruluşundaki, sosyalliğinin kuruluşunda yer alan mazoşizm burada da geçerlidir ama temel bir farkla!

Ateş Alpar, Hatay, Türkiye, Şubat 2023

VIII

B-U-R-A-Y-A   E-N-I-G-M-A-T-I-C   S-I-G-N-I-F-I-E-R

 

I-M-A-G-O   B-A-Ş-T-A-N   Y-I-K-I-L-M-I-Ş

D-E-P-R-E-M   D-A-H-A   E-N   B-A-Ş-T-A   A-Y-N-A-Y-I   K-U-R-A-N   D-E-V-L-E-T   İ-L-E   Ö-N-L-E-N-M-İ-Ş

 

D-E-P-R-E-M-L-E-R   D-E-V-L-E-T-İ-N   K-U-R-G-U-S-A-L   Y-A-P-I-S-I-N-I   O-R-T-A-Y-A   Ç-I-K-A-R-I-R-L-A-R

 

I-M-A-G-O   Y-O-K-S-A   D-E-P-R-E-M D-E   Y-O-K-T-U-R   H-E-P   O-L-M-U-Ş   B-İ-T-M-İ-Ş   O-L-A-N   Ş-E-Y-D-İ-R

S-İ-Y-A-S-E-T   D-E-P-R-E-M   S-İ-Y-A-S-E-T-İ-D-İ-R

 

D-E-P-R-E-M   S-İ-Y-A-S-E-T-İ-N   H-E-P   D-E-P-R-E-M   S-İ-Y-A-S-E-T-İ   O-L-D-U-Ğ-U-N-U   A-Ç-I-Ğ-A   Ç-I-K-A-R-I-R

 

Ö-N-E-M-L-İ   O-L-A-N   S-İ-Y-A-S-A-L-I   K-A-V-R-A-M-A-K   B-İ-R-E-Y-S-E-L H-A-Y-A-T-I-M-D-A   B-A-N-A   N-E-F-E-S   A-L-D-I-R-M-A-Y-A-N   Ş-E-Y-L-E   M-Ü-C-A-D-E-L-E   E-D-E-R-E-K

A-S-O-S-Y-A-L-L-İ-Ğ-İ-M-İ   S-O-S-Y-A-L   O-L-A-R-A-K   K-U-R-A-B-İ-L-M-E   Ö-Z-G-Ü-R-L-Ü-Ğ-Ü-D-Ü-R.

IX

Bersani’den söz edeceksek Jean Laplanche’dan ve onda imago sorununun nasıl görsel bir yapıdan (speküler), dilsel bir semiotiğe kaydırıldığını gözlemlememiz gerekir. Freud’un ayartma (seduction) kuramından yola çıkarak özne ve sosyalliğinin cinsel gelişim ile oluştuğunun altını çizen Laplanche’da ne imago ne de ayna evresine yer vardır. Bilinçdışı ve dolayısıyla bilinci kuran şöyle bir çarpışma hasıl olur ve bu aynı zamanda öznenin de kurulma mücadelesini başlatır: Herhangi bir yetişkin tarafından gönderilen bir gösteren, ama ‘bilmecemsi bir gösteren’ (enigmatic signifier), gelip bebeğe çarpar ve beraberinde oldukça temel bir soruyu gözler önüne serer: “Bir şeyi alımlamak ne demektir?” Laplanche’a göre “bilmecemsi olan, yanıtınız olan bir soruyu sormaktan ibaret değildir; o daha ziyade, kendinizin bile bir yanıtı olmadığı bir sorudur.”1 Bu bakış açısına göre insan öznelliği ve cinselliği, bebeği durmaksızın topa tutan bu tür bilmecemsi mesajları tercüme etme çabaları sayesinde kurulur. Ve bu mesajlar, yalnızca dilbilimsel olmayıp, aynı zamanda jestler ve vücut hareketleri de içerdiklerinden bir iletişim fazlalığını da daima beraberinde getirirler ve o yüzden Laplanche bunun, tercüme etmekten çok  ‘tercüme edememe’ eylemi olduğunu iddia eder. Bir diğer deyişle, yetişkin olduğu varsayılan gönderici bile gönderdiği mesajın ne olduğundan – tercüme edememe ediminin sonucu olarak – neyi göndermiş olduğundan asla emin olamaz. Dahası bu çiftin asimetrisi, şurada saklıdır; bebek bağlamında, bilmecemsi gösterenin alımlanması ilk ayartma ve baskının bir sonucu olarak bilinçaltını başlatan şeyse, yetişkinde bu süreç belli bir ‘zamansallaştırma’ (temporalisation) üzerine kurulu olarak  hep ve halihazırda zaten başlamış olan şeydir.

İlginizi çekebilir:  Yenilenmiş Yüzüyle Ziraat Bankası Müzesi

X

Doğal felaketler yüzyıllardır yılmadan devam ettirip kapitalizme kendimizi bile isteye sömürttüğümüz zaman/mekan kavramlarımızı altüst ederler. Bir başka deyişle altüst ettikleri ya da kesintiye uğrattıkları şey zaman ve mekan anlayışımızın süreklilik, devamlılık prensibidir. Aniden hayatı kuran her şey, hayatın kendisi yıkılmıştır. Hayatı tekrar kurabilmenin yolu sarsılmaz zaman/mekan kavramlarıyla siyaseti kendilerine oyuncak etmiş kapitalistlerdir ve bunu en çok da medya aracılığıyla yaparlar. Medya hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmenin, sürekliliği kurabilmenin, en ağır felaketleri bile arkası yarına çevirebilmenin en biricik aracıdır. OYSA, hayata  yeniden başlamanın yolu ‘siyasal’ olanı tekrar ele geçirmekte yatar.

XI

Laplanche, ayartma teorisinde Freud’u takip ederek, cinselliğin ve hâliyle de öznenin, köken itibariyle mazoşizm’de kurulduğunu iddia eder. Bu, özne için kendi kendini tahrip etme anıdır ve mazoşist bir andır çünkü tam kurulum anında, yani bilmecemsi gösterenle yüzyüze kaldığında, öznenin varolma koşulu, Laplanche’ın, ‘kendini-yıkmak’ (‘self-shattering’) dediği şey tarafından belirlenir. Meseleye başka bir açıdan yaklaşan, Leo Bersani, cinselliğin ve öznenin bir çuvallama (failure), ‘kendini-yıkma’ olarak kurulumunda mazoşizmin tahrip edici ama aynı zamanda üretici gücüne de vurgu yapar. Laplanche’ın ayartma teorisi, kendini-yıkma gibi bir kavramdan  kaynaklanıyor, mazoşist unsuru yeniden yazma konusundaki başarısızlıktan dem vuruyor olsa da, özne her an yıkıma uğramasına rağmen kendisini günün birinde kurabilme vaadini taşımaktadır ve Laplanche’ın zamansallığı buradan kaynaklanır. Her ne kadar sürekli bir yıkım halinde olsa da, özne Kant’çı anlamda bir zamansallık anlayışı içinde ileriki bir zamanda kendisini kurabilme olasılığını taşımaktadır.

Laplanche’da yıkıcı, tahrip edici ama aynı zamanda ‘vaatkâr’ olan şey, bir hayatta kalma biçimidir. Bersani’ye göre ise mazoşizm “kişinin kendi ego sınırlarından belli bir haz alarak feragat etmesi anlamına gelir, bir tür kendini-yok etmekten alınan haz… Benim ilgimi çeken şey, hiçbir surette kayıpla eş tutulamayacak, daha çok  kendi dışındaki kendinin yeniden keşfiyle gelen, kendi’yi kaybetmek ya da onu yok etmekten alınan haz.”

Şimdi iki görüş arasındaki temel ayrımı özetlemek gerekirse, Laplanche’a göre bilinçaltı, zaman içinde tamamlanma vaadi taşıdığı için zamansal, Bersani’ye göre ise mekânsaldır – varoluşa geçişinin izi sürülemez ne de kökeni bir ilk gösterenin alımlanması olarak düşünülebilir: Bilinçaltı biçimin çuvallaması  olarak anlaşılır. Öte yanda, dikkatinizi çekerim ki iki kuramcıda da ‘imago’ya yer yoktur.

XII

Felsefe düşünce ve yeryüzü arasında gelişen ilişkide var oluyorsa, düşüncenin en temel bağı yer ile olanıdır. Bu ne anlama gelir? Yeryüzü zaman ve mekan kavramı tanımayan içkin bir düzlemdir ve yer her türlü belirlemenin sıfır noktasında oluşan bir ‘düşünce imge’dir. Her an her yerde oluşabilir, yersizyurtsuz kalabileceği gibi yeniden yerliyurtlu hale getirilebilir. O yüzden felsefe her yerde başlayabileceği gibi başlamış olduğu yer bir gereklilik sonucu oluşmamıştır. Bunun şöyle bir nedeni vardır: Felsefe özne ve nesne arasında olan şey değildir: “düşünce imge” özne ve nesne arasındaki ilişkide değil yeryüzü ve yer arasındaki ilişkide oluşur; o yüzden ‘düşünce imge’ bir imge değildir. Düşünen yeryüzünün, yeryüzü düşüncesinin Imago’ya cevabıdır.

Jeoloji ve felsefe arasındaki bağ göz ardı edilmemelidir. Elizabeth Grosz3 ‘ego’nun ‘geo’nun tersyüz edilmiş hali olduğunu söyler. Yani, önceki fragmanların birinde altını çizmeye çalıştığımız gibi. Ego’nun kendisini kurmak için imago’ya ihtiyacı olabilir ama geo ya da geofelsefenin düşünmek için bir ego ya da imago değil sadece yere ihtiyacı vardır. Yer bir imago değil olsa olsa bir düşünce imge’dir. Kurulduğu anda yersizyurtsuzlaşır; her an depreme açıktır; fay hatları sürekli birbiri üstünden kayar, sürekli hareket ve sarsıntı içindedir.

Zafer Aracagök
1- Laplanche, Jean, Seduction, Translation, Drives, trans. Martin Stanton, edited by Martin Stanton and John Fletcher. London: ICA Press: 1992, s. 89.
2- “A Conversation with Leo Bersani,” October 82, Fall 1997, s.6.
3- Grosz, E., K. Yusoff, and N. Clark, “An Interview with Elizabeth Grosz: Geopower, Inhumanism and the Biopolitical”, Theory, Culture and Society 34 (2–3): 129–146, 2017.
Previous Story

“1923” Müzikali

Next Story

Deprem Yazgı Değil

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.