Burhan Uygur Şiirli Resimleriyle Casa Botter’de - ArtDog Istanbul
Burhan Uygur. Fotoğraf: Vesile Uygur

Burhan Uygur Şiirli Resimleriyle Casa Botter’de

Akademinin kurallarından sıyrılıp sanatı özgürlüğün dilinde konuşan, şiiri resmeden Burhan Uygur’un resimleri Casa Botter'in tarihi duvarları arasında…

/

Üsküdar’ın dar ve dolambaçlı sokaklarında omzuna asılı, eskimekten yumuşamış deri çantasıyla dolaşıyor sanki hâlâ. Ayak izleri, kaldırımların üzerine düşen gölgeler gibi silinmez bir hatıra bırakıyor ardında. O çanta birazdan omzundan ayrılacak; belki sabahın ilk ışıklarında bir vapur iskelesinde, belki de eski tahta sandalyelerin gıcırdadığı bir çay bahçesinde… Yahut dostlarla çevrili, kahkahaların yankılandığı bir meyhane masasında, anların büyüsünü, yaşamın fragmanlarını resmetmek için bir çift elle dünyaya açılacak.

Peki, çantanın içinde ne var? Ucu kurumuş fırçalar, mürekkep lekeleriyle dolu defterler, kıvrılmış kağıtlar, birbirine karışmış pastel boyalar, renklerin sığındığı tüpler… Ve mutlaka ama mutlaka şiir! Çünkü onun için şiir, yalnızca okunan değil, yaşanan, hissedilen, resimlerin içine işleyen bir varlık.

Burhan Uygur: “Resmin Hamalıyım”

O, kendinden önce gelen hiçbir fırçanın izini takip etmeyen, kendi yolunu kendi elleriyle açan bir ressamdı. Sanatı bir ifade biçimi değil, varoluşunun en yalın haliydi. “Resimlerim bana hayat verir, ben de resimlerime hayatımı veririm” derken, yalnızca sanatına olan bağlılığını değil, kendini sanatı içinde eritmiş oluşunu da söylüyordu.

CI BLOOM
CI BLOOM Mobil

“Bu Herif Karnabahar Değil, Karnı Güneş…”

Burhan Uygur, alışılmış kalıpların ressamı değildi. Bir tabloya baktığında, yalnızca ışığın düşüşünü değil, bir çöp tenekesinde dahi kendini görebilen bir ressamdı. Can Yücel’in içten tespitiyle, “Bu herif karnabahar değil, karnı güneş… Bu herif ressam…”dı. “Resmin ışığı değil; uşağıyım, çömeziyim, hamalıyım,” diyerek sanatın önünde eğilmişti. Ferit Edgü’nün kaleminden dökülen satırlarda ise o, “çelimsiz; başı sürekli bir omzu üstüne düşmüş, elleri, konuşurken, hatta susarken sürekli devinen; soru sorarken ve karşısındakini gözlerini şaşkın, kocaman açarak dinleyen, yaşlı bir çocuk”tu.

Burhan Uygur: Kural ve Gelenek

Burhan Uygur, akademinin katı kurallarından sıyrılarak sanatını özgürlüğün dilinde konuşmayı seçti. Sokağın sesini, insanların yüzlerine sinmiş hikâyeleri, hayatın ham, işlenmemiş duygularını resmetmeyi tercih etti. Onun resimleri, sınırların ötesinde bir ruhun fırça darbeleriyle şekillenmiş düşleriydi. Her biri, geleneklerin sınırlarını zorlayan, bilinenin ötesinde yeni anlatım biçimlerine yelken açan cesur bir serüvenin izlerini taşıyordu. Sadece renklerle değil, kelimelerle de düşündü, şiirin içinde gezindi, harfleri ve imgeleri bir araya getirdi. Onun için bir tablo, yalnızca bir görüntü değil, aynı zamanda bir anlatı, bir şiir, bir hikâyeydi.

“Solo Botter: Burhan Uygur” sergisinden

Solo Botter: Burhan Uygur

1992 yılında sonsuzluğa karışan bu eşsiz ruh, şimdi İstanbul’un tarihi dokusunda, Casa Botter’in duvarları arasında yeniden hayat buluyor. Levent Çalıkoğlu’nun küratörlüğünde, asistan küratör İrem Büşra Coşkun’un katkılarıyla düzenlenen Solo Botter: Burhan Uygur sanatçının dünyasını bir kez daha izleyiciyle buluşturuyor.

İki kez ziyaret ettiğim bu sergi, her seferinde kalabalık ve yoğun bir ilgiyle karşılaşmama neden oldu. İnsanlar yalnızca resimlere bakmıyor, onların içine giriyor, Burhan Uygur’un dünyasında bir süre kalıyor, onun fırça darbeleriyle iç içe geçiyordu. Serginin düzeni, yalnızca görsel değil, aynı zamanda duygusal bir bağ kurmaya odaklanmıştı. Çalıkoğlu, sanatçının eserlerindeki tematik bağlantıları, imgeler arasındaki gizli diyalogları açığa çıkaran bir sergi düzeni kurgulamış. Bu yaklaşım, Uygur’un sanatının özü olan şiirselliği, hüznü ve sanatla yaşam arasındaki sınırları silikleştiren niteliği kusursuz bir biçimde yansıtıyor. Ve şiir demişken…

Burhan Uygur’un “Şiirli” Yakası

Onun için şiir, yalnızca dizelerden ibaret değildi. Kimi zaman bir resmin içinde saklanmış bir kelime, kimi zaman bir tuvalin köşesine ilişmiş bir dize… Kendisi de dile getirmişti: “Bir şiir aylar, hatta seneler boyu yakamı bırakmaz.” Ve o şiir, bir gün, ansızın, resimlerin en beklenmedik köşesine yerleşiverirdi; tıpkı bir kedinin evde en rahat köşeyi bulması gibi. Şairlerle kurduğu dostluklar, onun sanatsal yolculuğunun ayrılmaz parçalarından biriydi. Ahmet Oktay’ın Sürgün’ü, Can Yücel’in Rengahenk’i ve Gülseli İnal’ın Sulara Gömülü Çağrı’sı, onun fırçasının dokunuşuyla yeni bir boyut kazanan eserler oldu. Resim ve şiirin birlikteliği, onun dünyasında doğal bir akıştaydı. Behçet Necatigil’in 100. doğum yılı anısına ortaya çıkan sürpriz ise bu yaratıcı ruhun en güzel örneklerinden biriydi. Necatigil’in 1968’de yayımlanan İki Başına Yürümek kitabı, Burhan Uygur’un elinde yeniden doğmuş, sayfalar yalnızca okunacak değil, dokunulacak, resmedilecek, yeni bir anlatıya dönüşecek yüzeyler haline gelmişti.

Renklerin ve Şiirin Yolcusu

Casa Botter’in tarihi atmosferinde sergilenen eserlerinde, bu sıra dışı sanatçının duygusal derinliğini, şiirsel yoğunluğunu, yaşamın içinden süzülen hakikati bütün çıplaklığıyla görebilirsiniz. Kapılar, seramik tabaklar, resimler, imgeler, portrelerle bir dünya… Onun renklere ve çizgilere döktüğü dünyasında, düş ile gerçeğin, umut ile kederin, coşku ile hüznün nasıl iç içe geçtiğine tanıklık edeceksiniz. Renklerin ve şiirin bu eşsiz yolcusu, bedenini terk etmiş olsa da, ruhu eserleriyle, fırçasının izleriyle, kelimeleriyle ve her şeyden öte, sanatla yaşamı birleştiren o benzersiz yaklaşımıyla aramızda yaşamaya devam ediyor.

Solo Botter: Burhan Uygur sergisini 20 Mayıs’a dek ziyaret edebilirsiniz.

Previous Story

“Yeni: Şimdi” Sergisi CerModern’de

0 0,00