Böyle olacağını herhâlde hiç kimse düşünmemişti. Evet dünya ısınıyor gibiydi -bu da tam olarak emin olmadığımız bir şeydi- ama bugün, şimdi bir etkisini göreceğimizi kimse söylememişti. Buzlar eriyecek, deniz seviyesi yükselecekti. Maldivler’de ev almadıysanız sorun yoktu, Venedik’i de dünya gözüyle gördüyseniz üzülecek bir şey kalmıyordu.
Ama işler böyle gitmedi. Üç ay içinde hem de çok medeni beyazların yaşadığı bir kıta, yaşanmaz hâle gelmenin eşiğinde. Eviniz, çiftliğiniz, çocuklarınızın okulu yanmadıysa bile hava solunamayacak kadar duman olduysa ve yangınların ne zaman biteceği, veya bitip bitmeyeceği tamamen bir bilinmez ise hayatınızın bu üç ayda tamamen tepetaklak olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun en azından bundan sonra bir şeylerin değişmesi için yeterince sert bir mesaj olabileceğini de bu fikre ekleyebiliriz. Yani artık bundan sonra bir şeyler değişecek diye bekleyebiliriz. Ne yazık ki bu konuda en azından ben hiç iyimser değilim.
Diğer ülkeleri bir kenara bırakalım, dünyanın önemli kömür ihracatçılarından Avustralya henüz karbon emisyonları konusunda bir adım atmış değil. Ülkelerinin/kıtalarının sonuna kadar yanmasını mı bekliyorlar diye sorabilirsiniz, görünen o ki düne kadar pek çoğumuz gibi Avustralyalılar da “aman benim işim gücüm bozulmasın, birileri bir şeyler yapsın ama o ben olmayayım” demişler. Bugün belki farklı düşünüyor olabilirler, ama milyonlarca koala, kanguru ve diğer canlılar için artık çok geç.
Peki ya bizler ne yapıyoruz? Önce kısaca devletler bu konuda nerede duruyor ona bakalım. Bir Türk çevre aktivistiyle konuşursanız Türkiye’nin Kyoto ve Paris anlaşmalarındaki tutumunu çok sert bir şekilde eleştirip hükümetimizin acilen emisyonlarımızı düşürmek için harekete geçmesi gerektiğini söyleyecektir. Kömür ve doğalgaz santralleri, emisyonu yüksek sanayi tesisleri kapatılmalı, benzinli ve dizel yakıtlı taşıtlar en azından kısıtlanmalıdır. Evet bu ekonomimiz için ağır bir darbedir ama yakın gelecekte kuraklık, susuzluk, salgın hastalıklar veya seller tarafında yok edilmekten iyidir.
Ancak devlet yönetimleri meseleye farklı bakarlar. Yine Türkiye örneğini verelim. Gelişmekte olan bir ülke olarak pek çok başka gelişmekte olan ekonomi gibi Türkiye de gelişmiş ülkelere şunu söylüyor: “Bizler tarım ve el işleriyle geçinirken sizler kömür çıkarıp sanayileştiniz. Dünyayı ilk ve en uzun süre kirleten ve ısıtan da sizlersiniz ve bu sayede zenginleştiniz. Şimdi bizler sanayileşirken bize ‘dur’ diyorsunuz. Eğer sıra tam bize gelmişken sanayileşme duracaksa, ya da en azından yavaşlayacaksa, bir zamanlar sınırsız sanayileşmeyle zenginleşmiş olan sizler bizim bugünkü zararlarımızı karşılamalısınız.”
Bu söylem hiç de haksız sayılmaz. Sorun, bu konuda bugüne dek bir anlaşma sağlanamamış olmasında. Bundan sonra da gelişmiş ülkelerin bu gerçeği kabul etmeleri ihtimali en azından düşük.
Küresel ısınmayla mücadele ancak tüm insanlığın ortak çabasıyla mümkün. Biz burada benzinli arabalarımızdan vazgeçerken Brezilya ormanlarını keserse, Çin yeni kömür santralleri kurarsa boşuna çabalamış oluruz. Peki dünya ülkeleri birleşip ortak bir iradeyle küresel ısınmayla mücadeleye başlayacaklar mı? Hiç sanmıyorum. Her hükümet kendi vatandaşının çıkarını düşünerek oturacaktır masaya.
Dünya düzenini, siyaseti, liderleri suçlayabiliriz. Çocuklarımız için fedakârlık yapalım, bu çılgınlığa bir son verelim diyebiliriz, çoğumuz da diyoruz. Ama bu son derece haksız bir yargı. Gelin bizler kendi hayatımızda neler yapıyoruz bir bakalım.
Bir şehirde yirmi milyona yakın insan yaşayıp günde üç öğün yemek yiyorsa o şehre günde kaç tavuk dolu kamyon gelir? O şehirde yazın kaç klima çalışır, kaç arabanın egzozu havaya karbondioksit saçar? Bunlar zaruri ihtiyaçlar diyelim, peki en son ne zaman kendinize bir kıyafet aldınız? Geçen hafta mı? Evvelsi hafta? Hiçbirimiz yeni bir giysi almasak herhâlde üç yıl (bazılarımız için belki daha da uzun bir zaman) idare ederiz. Bu, elbette, hiç gerçekçi bir önerme değil, hayat artık böyle yaşanmıyor. Modayı takip ediyoruz, herşeyin yenisini istiyoruz, istemek de değil, bu yeni hayatımız. Refahımız yükselmiş, ömrümüz uzamış, çoğalmışız; annem 10 yaşındayken 21 milyon olan nüfusumuz bugün 82 milyon.
Ne bekliyoruz bilemiyorum. Sürekli alışveriş yapalım, herşeyin yenisi olsun, evimizden her pazar torbalarca çöp çıksın, bol bol seyahat edelim, ama dünya ısınmasın. Bunu böyle söylemek istemezdim, ama hepimiz hayat tarzlarımızı radikal şekilde değiştirmezsek dünyamızın ısınması durmayacak.
Üstelik küresel ısınmanın nereyi vuracağının hiç belli olmadığını da pek anlayamamışız. Kimin aklına gelirdi müreffeh beyaz Avustralya’nın ilk kurban olacağı? Avustralya yangınları kitlesel dramların ne zaman ve nerede ortaya çıkacağının tam bir bilinmezlik olduğunu çok acı bir şekilde göstermiş oldu.
İnsanların, devletlerin bir araya gelerek kendi bireysel çıkarlarının ötesini görüp küresel ısınmaya karşı toplu bir eyleme geçebileceklerine ben inanmıyorum. Bütün insanlığın katıldığı bir dava bugüne kadar hiç olmamış. En temel, kimsenin tartışmayacağı bir prensip düşünelim: Çocukların korunması. Mülteci akınını önlemek isteyen ülkeler çocukları, bebekleri sınırlarda soğukta bekletip mülteci kamplarında tutmaktan çekinmiyorlar. Aynı ülkelerin birleşip bugünkü çıkarlarını bir kenara bırakıp küresel ısınmayla mücadele edeceklerini zannediyorsak yargı melaikelerimizi gerçekten bir kez daha değerlendirmemizde yarar olacaktır.
Peki durum gitgide kötüleşirse ne olacak? Bölgesel iklimlerde radikal değişiklikler, seller, kuraklık, aşırı ısı seviyeleri görmeye başladığımızda değiştirmemekte ısrar ettiğimiz hayat tarzlarımız ister istemez değişmeye başlayacak. Küresel ısınmanın önümüzdeki on yılda piyasalardaki en önemli etken olma ihtimali gayet yüksek. Avustralya’daki gayrimenkuller birkaç ay içinde değerini neredeyse tamamen kaybetti. Benzer bir felaket dünyanın başka bir yerindeki tarım alanları, turistik tesisler veya limanlar için söz konusu olabilir. Yıllar, hatta onyıllar içinde kapımıza geleceğini düşündüğümüz, heyecanlı bir bilimkurgu/felaket filminden daha gerçek bir tehlike olarak addetmediğimiz değişimler kapımıza gelmiş olabilir. Yarın mı? Gelecek ay mı? Yok artık olur mu öyle şey diyorsanız Avustralya çiftçileriyle bir konuşmanızı tavsiye ederim.