Bağımsız sanatçı olmayı nasıl tanımlıyorsunuz?
“Moda” sanat ifade ve eylem biçimlerini; muteber, prim yapan güncel kavram ve konuları benimsemek zorunda kalmamak, yani canın ne çekiyorsa, seni ne mutlu ediyorsa onu yapmak büyük bağımsızlık bence. Var olabilmek için yalnızca sanatı yönetenlere (kurum, kişi, direktör, küratör, simsar, vekil, menajer, temsilci, aracı vb.) mecbur kalmamak da çok önemli. Söz konusu mercilerle iş birliği yapmakla ilgili hiçbir sorunum yok ve sıklıkla yapıyorum zaten, sadece eşit konumda olabilmek ve karşılıklı saygı, nezaket ortamı oluşsun istiyorum.
Bağımsızlık muhalif olmayı gerektiriyor çoğunlukla. Bununla beraber, muhalefetin, üzerinden toplumsal kimlik, konum, makam edinmek için kullanılan bir istismar ve meşrulaştırma aracı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Muhalefet ve bağımsızlık kimsenin tekelinde ve tek tür değil; prestij malzemesi hiç değil. Bu kavramları toplumda kendine yer edinmek için kullanıyorsan ve bu senin kartvizit unvanın/mesleğin haline dönüşmüşse o zaman bağımsızlığını yitirmiş hale gelmiş olabilirsin.
Türkiye sanat ortamında bağımsız sanatçı olmanın olumlu ve olumsuz yanlarından söz eder misiniz?
Türkiye halen geçmişten gelen feodal toplum yapısını üzerinden atabilmiş bir ülke değil. Tek adam kavramından şikâyet eder gibi görünüp, eline güç geçince tek adam gibi davranan sanat yöneticileri var. Bunların miadı dolunca rahatlıyor gibi oluyorsunuz ama sonra bir bakıyorsunuz başkaları devralıyor tekelciliği, daha genç olmalarına rağmen…
“Kültür Sanat Ortamında İfade Özgürlüğü Yok”
Bu halleri eleştiren çok az çünkü çoğunluğun bir çıkarı var ve yükümlülük altındaki esnaf gibi davranıyor. Birey, kurum, coğrafya ismi vermeden ve belli bir noktayı hedef göstermeden söylediklerinle bile birileri gocunuyor, sana diş bilemeye başlıyor, arkandan iş çeviriyor, dedikodu çıkarıyor. Sıklıkla ifade özgürlüğünden dem vuran kültür-sanat ortamında ifade özgürlüğü maalesef yok.
Öte yandan, siyasi erk sizin gözünüzü korkutmak için “gözaltı”na alır, kültür-sanat endüstrisi şartlarında ise “gözardı”na alınıyorsunuz. Daha önce de benzer konulardan bahseden serzeniş yazıları yazdığım, boyun eğmekten hoşlanmadığım, yönetenlerin tercih ettiği konulara ve aktarım biçimlerine odaklanmadığım için 3-4 kurumda kara listede olduğumu varsayıyorum çünkü 20+ senedir hiçbir iş birliği teklif gelmedi bunlardan. Gene isim vermememe rağmen şu anda okuduklarınızı yazmış olmaktan dolayı, sadece ortamın daha demokratikleşmesini arzu etmeme karşın çok büyük olasılıkla yeni düşmanlar edineceğim ve yeni gözardılar yaşayacağım. Neyse, heyhat…
Sizin için reklam parası veren birileri olmadığı zaman dergilere, dijital bültenlere, kültür-sanat portallarına sergi haberiniz girmeyebilir; yapıcı anlamda bir eleştiri yazısı yazılmayabilir.
“Fon Verenlerin Tercih Ettiği Söylem ve Gündemlere Esir Olmak Zorunda Kalmıyorum”
Yerli ve yabancı destek fonlarının çoğunlukla belli sanat biçimlerine ve sanatçılara gittiğini söylemek olası. Bunun nedeninin, fonu sağlayanların tercih ettikleri söylemin ve gündemin oluşmasına zemin sağlamak olduğunu düşünüyorum ki bunun bağımsızlığa ters düştüğünü söylemek yanlış olmaz.
Sanatçının yüzyıllardır var olan bazı çıkar grubu, klik, oluşum, inanış, organizasyon, kurum, kulüp, vb.’ye üye olmadan pratiğini sürdürüyor olmasının da önemli bir bağımsızlık boyutu olduğunu belirtmek isterim.
Türkiye’de bağımsız sanatçının para ile ilişkisinin olmaması gerekirmiş gibi bir algı ve bunun beraberinde getirdiği bir acımasız bir eleştiri biçimi var; eser sattığında sanatçının ensesinde boza pişirmeye varabilen. Açıkçası, imkansızlıkla boğuşma sonrasında rahata varınca söylem, saf değiştirenlerden olmak yerine; saf değiştirmeden kendime finansal bağımsızlık zemini sağlamayı tercih ederim. Bunun için de genellikle kendi kendimi fonlamayı tercih ediyorum. Koleksiyonerlerin çoğunlukla satın almayı tercih ettiği eser serilerinden üretmeye keyifle devam edip; gönüllülük gerektiren, bilâbedel veya sadece masrafların karşılanması telafisiyle yapmayı tercih ettiğim çok sayıda değerli proje için gerekli fonu kendim sağlıyorum. Bu sayede, fon verenlerin tercih ettiği söylem ve gündemlere esir olmak zorunda kalmıyorum.
Kişi tercihi sonucu mu galeri temsiliyetindense bağımsızlığı seçer yoksa bir fırsat yoksunluğu mudur?
Bağımsız çalışmayı bir fırsat yoksunluğu olarak değerlendirmekten yana değilim. Fırsat yoksunluğu daha çok mecburi bir çaresizlik gibi. Bağımsızlık ise seçilen bir şey. Bu kararı alabilmek için yedekli bir hayat kurgulamak lazım tabi, cesaret gerektiren bir hamle. Aylık yatan bir maaş olmasa bu kararı almakta zorlanabilirdim (mirasyedi değilim).
Bazı “ışıltılı” galerilerin insanın aklında ciddi soru işaretleri yaratan bazı finansal meşrulaştırma süreçlerinin parçası olduğunu duyuyoruz arada. Bundan şahsen kaçınmak pek kolay olmayabilir ama böyle bir yapının içinde yer alırsanız devamlı buna hizmet etmek zorunda kalabilirsiniz; ki bu aşamada, bağımsız kalmanın daha az “karbon ayak izi” bırakma konusunda avantaj sağladığını söylemek olası.
Bağımsız olmak azınlık olmaktır, azınlık olmak pek engebeli bir patikada yürümek demektir ama azınlık olmak insanı diri tutar, çoğunluk olmanın rehavetine kapılmazsınız, ezbere algılarınız azalır, dünyaya daha bilinçli bakarsınız.
Sizin kendi kişisel tarihinizde bağımsız sanatçı olmayı nasıl seçtiniz? Bağımsız sanatçı olarak içinde bulunduğunuz süreci nasıl tanımlarsınız?
Sadakat çok değer verdiğim diğer bir kavram. Galerilere bağlı çalıştığım dönemin ikinci yarısında koleksiyonerler direkt benimle iletişim kurmaya başladılar. Ben de onları istisnasız hep galerilere yönlendirdim ve birçoğu gitmedi tabii ki. Yönlendirme yüzdesi o kadar artmaya başladı ki kendimi neredeyse galeri temsilcisi gibi hissetmeye başladım ve “işim bu değil!” deyip bağımsızlaşmaya karar verdim.
İyi ki bu kararı vermişim çünkü bu sayede daha çok iş birliği teklifi gelmeye başladı. Galeriler ellerindeki mevcut koleksiyoner portföyü ile çalışıyorlar ve yeni müşteriler aramak konusunda çok çaba sarf etmiyorlar. Farklı galerilerle çalışınca farklı izleyiciler ve koleksiyonerlerle tanışmak fırsatı oluyor.
“Bağımsızlık Benim İçin Kendini Ezdirmemek”
Bağımsız olmanın en iyi taraflarından birisi “hayır” diyebilmek, diğer deyişle kötü kokular aldığın projelere katılmama lüksünü tadabilmek. Onurumu kırmaya yönelik herhangi bir tavırda hiç düşünmeden köprüleri yakabilmek, haksızlıklara sessiz kalmamak, erkin baskılarına boyun eğmemek, karşılıklı saygı ve nezaket olmayan her yerden kaçabiliyor olmak bağımsızlığın getirileri. Kısaca, bağımsızlık benim için kendini ezdirmemek.
Bunları söylerken kendimi matah birisiymiş gibi gördüğüm anlaşılmasın sakın. Kesinlikle kusursuz birisi değilim, isteyerek ya da istemeden bazı hatalar yaptım; façasız hayat olmuyor. Ama hatalarımdan öğrenmeye çalışan birisiyim; bunu yapmazsanız engebeli bağımsızlık yolunda size gereken güçlü duruşu inşa etmek olası değil.
Son olarak, çeşitli olumlu/olumsuz nitelikteki çıkarlar olduğu sürece tam bağımsızlığın mümkün (ve hatta gerekli) olmadığını da eklemek gerekir. Böyle bir amacım da yok zaten; saydığım, sevdiğim, güvendiğim insanlara bağ(ım)lı olmak ve iş birliği yapmak pek hoşuma gidiyor.