Onat Kutlar ilk kitabı “İshak”ı 1959 yılında yayımladığında büyük bir övgüyle karşılanmıştı. Büyülü Gerçekçilik akımının öncülerinden sayılabilecek bir yapıttı hatta kitap 1960 yılında Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Sorbonne Üniversitesi’ne felsefe eğitimi almak için gittiğinde Paris’te bulunan Sinematek’i keşfetti ve Türkiye’ye döndüğünde Türk Sinematek Derneği’ni, arkasından da “Yeni Sinema” dergisini yönetti.
Sinema bir şenlikti ama “aşk, ateş ve anarşi günleri” vardı. İşte tüm bu hikâyenin tanıklarını, onların anılarını ve Onat Kutlar‘ın sinemaya duyduğu aşkı Önder Esmer’in “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” belgeselinde MUBİ Platformu üzerinden izleyebilirsiniz. Dönemin tanıkları, Kutlar’ın yol arkadaşları Mete Akalın, Cevat Çapan, Atilla Dorsay, Burçak Evren, Mustafa Göçmen, Ahmet Kutlar, Filiz Kutlar, Mazlum Kutlar, Onat Kutlar, Seza Kutlar Aksoy, Ali Özgentürk, Nijat Özön, Adnan Özyalçıner, Ömer Pekmez, Vecdi Sayar, Aydın Sayman, Giovanni Scognamillo, Ahmet Soner, Jak Şalom, Hülya Uçansu, Rekin Teksoy.
Kurgucu ve yaratıcı yönetmen Tuvana Simin Günay, görüntü yönetmeni Serdar Aydın, müzisyen Alper Maral ve yapımcı Matthias Kyska’dan oluşan belgeseli yönetmeni Önder Esmer’le konuştuk.
Onat Kutlar ve Sinematek üzerine bir teziniz var sanıyorum. Belgesel tezden mi beslendi yoksa tez halen devam ediyor mu?
Belgesel, Türk Sinemateki ve Onat Kutlar hakkında, doğrudan tanıkları üzerinden kurulan hikâye örgüsüdür. Hazırlanan tez çalışması da bu anlatının teoride tarafını çevrelemek üzere 2020 yılında tamamlanan metnidir. Tabii şimdilerde, zamanda buldukça, Türk Sinematek Derneği’nde gerçekleşen Açık Oturum kayıtlarını deşifre ederek bir kitap haline getirmeyi planlıyorum. Hazırladığım tezi de konuşmacılarımızdan elde ettiğim bilgilerle yeniden düzenleyerek bir önsöz/giriş formuna dönüştüreceğim. Bu sayede anlatının merak edilen unsurları da daha etraflıca görülmüş olacak diye düşünüyorum.
Genç bir sinemacı olarak geçmişe dönüp baktığınızda Türk Sinematek’i, Onat Kutlar ve arkadaşlarının yaptığı gerçekten bir devrim miydi?
İçinde bulundukları çağın ruhunda ve duruşunda bir devrim inancı yükselirken, kendilerini tıpkı 1917 Sovyet Devrimi öncesindeki rönesans sanatçıları olarak atıflarlar. Bir devrim olacak ve bizler bunun kurucu sanatçıları olacağız inancı. Henüz 12 Mart 1971 Muhtırası’nın olmadığı, 28 Nisan Öğrenci Olayları deneyiminin yakın geçmişte yaşandığı ve 1968 Türkiyesi’nin ilk soluğunda. Bunları tekrarlıyorum çünkü adımlanacak inancının önce bir coşkuya, karşılığa ve dirence ihtiyacı vardır. Dönemin birikim ve değişim tavrı bunu getiriyordu. Türk Sinemateki’nde saf tutan yazar, sinemacı ve aydınlarımızın sinemaya dair inşa ettikleri bu sorgu, gelecek kuşağın izlerinde düşünsel bir değişim etkisi yaratmıştır. “Bu değişme uzun bile sürse…”
Yeşilçam Düzeni: Kurutulması Gereken Bir Bataklık
O dönem “Yeşilcamcılar”la “Sinematekçi”ler ayrışmış, taraflaşmış. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Bu taraflaşma Türk Sinematek Derneği üzerinden çok sesli bir çıkış olarak görülse de aslında sinema yazarlarının ve yapıcılarının geçmiş dönemlerden gelen çatışmalarının da bir sonucudur. Dönemin: “Si-Sa” (1960), “Sine-Film” (1962), “Sinema 65” (1965) gibi sinema dergilerinde bir araya gelen yazarlar Yeşilçam Düzeni hakkında sorgularını ve kızgınlıklarını aktarmaktadırlar.
“Yazarları, oyuncu ve yapıcıları bir türlü bir araya gelemiyor, birlik olamıyorlar. Yol gösterici, birleştirici bekliyorlar, istiyorlar belki de” sözlerinin geçtiği o yılların sonunda Türk Sinematek Derneği o soluğu coşkuyla karşılar. “Kurtarılmış bölge” olarak tariflenen bu mekân “ölü noktanınn ötesinde” denilerek bir meydan okumanın yeri haline gelir. Bu doğrultuda Yeşilçam düzenini, Halit Refiğ’in sözüyle hatırlamak gerekirse “Kurutulması gereken bir bataklık” olarak görürüm.
Bugün içinde bulunduğumuz ortamda sinemanın açmazları, çıkmazları nedir sizce?
Genç sinemacının “mevcut imkânların sürdürebilirliği”ne mecbur bırakılıyor olması deneme/yanılma dediğimiz riskleri almasına da bir sınırlılık getirmekte. Bu sebepten kendi dilinin keşfini deneyimlemek ertelenirken, kısa sürede parlayışları bulması beklenir. Bu durum bana göre tekrar eden bir çıkmazın içine sürüklenmesini kaçınılmaz kılar. Film yapım imkanlarının görece yeterliliği mümkün olsa da, yetiştirilmesi gerekli çabanın, düşünce yorgunluğuna ayrılacak zamanları da yaratılamaz. Haliyle hazırlık çalışmalarının kağıt üzeri tahminlerinde henüz gerçekleşmemiş filmin etkisi sorgulanır. “Ama sinema… Sinemada her şey değişir.”
“Çağının Ruhunu Yaratan Bir Sinematek”
Belgesel alanında yeterince iyi ya da hevesli olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Belgesel sinemaya dair geçmişte bir yönelimim olmamıştı aslında. Daha çok kurmaca film üzerinden fikirlerim oluştu. Bu çalışma özelinde deneyimlemek gerekti diyelim. Tabii etraflıca belgesel sinemaya dair okumalarımı yürüttüm fakat yeterince bir pratiğe sahip olduğumu maalesef düşünmüyorum.
Peki bugüne bakalım; sinema izleyicisinin “Sinematek Ruhu”na ihtiyacı ya da beklentisi var mı sizce?
Sinemayı bilmede, Sinematek olgusunun “sıfır noktası” olarak konumlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Daimi varolacak bu mekân, kişilerin sinemaya dair arayışlarını da bulmalarını sağlayacaktır. O vakit kendi çağının ruhunu yaratan bir Sinemateki de görüyor olacağız. Yeniden!