Alev İnan yeni kitabı Maxistra: Tales of Fortune’da fantastik öğeleri kullanırken günümüz dünyasına birçok atıfta bulunuyor. Günümüz dünyasının çevreye duyarsızlığını, insanoğlunun doğadan kopukluğunu, sistemin zayıfları daha da ezen bir düzene dönüşümünü, siyasetçilerin ve elitlerin ötekileştirerek, ırkçılığı ve soykırımı meşru kıldığı bir dünyayı eleştiri niteliğinde de olan bu roman, derinliği ve çok katmanlı oluşu ile sadece bir fantastik hikâye olmanın dışına taşıyor. Hikâye de bu noktaya parmak basıyor: Peki böyle bir sistemde, insanların şansa güvenmekten başka çaresi kalmamışken, güçlüler “Şansı” da tekellerine alıp yönetmeye başlarsa, diğerleri için ayakta kalmak nasıl mümkün olabilir, bu sorunun cevabı arıyor.
“Güçlü Olanların Şansı Yönettiği, Kendi Silahı Haline Getirdiği Bir Savaş Nasıl Kazanılır?”
“Her şey eski bir yazıtın gün yüzüne çıkmasıyla başladı… Yazıt bir lânetten söz ediyordu. Kim bilebilirdi ki lânet gerçek, efsane kıyametin habercisiydi. Artık Kadim Dünya’nın dört farklı ırkı karşı karşıya… Lanet gökyüzünde tezahür etmiştir; kaçışı yoktur artık, Kadim Dünya geçmişiyle yüzleşmek zorundadır nihayet… Savaş kaçınılmazdır. … Kadim Dünya’dan dört farklı ırk, dört farklı varlık… Güzel Şifacı Nissa, Ağaç Adamlar’dan Gunan, karanlık kavim Mortagular’dan Darkas ve hırslı Fortuni lideri Polux tek bir amacın altında birleşiyorlar. … Ancak güçlü olanların şansı yönettiği, kendi silahı haline getirdiği bir Savaş nasıl kazanılır?”
Alev İnan’la Maxistra: Tales of Fortune kitabına dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Şans Emeğin, İnancın, Aklın Ve Zekânın Baş Düşmanıdır”
MAXISTRA’da Şans temasını ağırlıklı bir şekilde işlemişsiniz, neden Şans?
Ben Şansa çok inanırım ve bildim bileli şanslı insanları sevmem. Bence şans emeğin, inancın, aklın ve zekânın baş düşmanıdır. Hepsini bertaraf edip, vasatın müttefiki olmaya karar verdiği an yapabileceğiniz hiçbir şey kalmaz, oturur seyredersiniz; ruhsal ataletin kaynağıdır şans ve adalet kavramını allak bullak eden tek unsurdur. Daha önce söylediğim gibi çözümleyemediklerimden yazarak kurtuluyorum, sanırım Şifacı’da bu konunun üzerine giderek Şans kavramıyla ilgili tüm hesaplaşmalarımı tamamladım ya da öyle sanıyorum ama yine de şanslı insanları sevmem.
MAXISTRA fantastik bir roman, peki konusu itibariyle gerçeklik payı yok mu?
Kitap baştan aşağı yaşadığımız dünyanın gerek tarihsel, politik, toplumsal gerçeklerinden esinlendiği gibi yer yer benim gerçeklerimden de ipuçları taşıyor. Şifacı hayatın her katmanına ve evrene dair kendi kendime sorduğum ve çözümleyemediğim tüm sorulara bir cevap arama niteliğinde aslında ama dolaylı, fantastik bir yoldan. Başta olmak üzere de bireysel bir meseleme eğiliyorum: Şansla ilgili alıp veremediğim nedir?
Kitabınız hangi noktalarda diğer benzer fantastik romanlardan ayrışıyor?
MAXISTRA fantastik romanın neredeyse tüm özelliklerini barındırıyor olmasına rağmen bazı noktalarda ayrılıyor. Çoğu fantastik romanlarının aksine, kitaptaki tüm kahramanlar, gerek kendi içlerindeki çekişmeler, gerek birbirleriyle olan ilişkileri ve gerek tarihleri ve kavimsel tabiatlarının günümüz yaşantısının içinde yarattığı karmaşadan dolayı derinlikli karakterlerdir. Çoğu fantastik romanda görülen siyah-beyaz, salt iyi ya da kötü karakterlere yer vermeden sadece büyülü ve mistik olay kurgusuyla değil, karakterlerin karmaşık yapılarıyla da okuyucunun dünyasında empati ya da özdeşleşmeye açık zengin bir alan yaratmaya çalıştım.
“Kadim Dünya’nın da Bir Matematiği Var”
Bunun yanı sıra fantastik romanın olmazsa olmazlarından sihirli yetenekler, büyüler ve olağanüstü güçleri cömertçe kullanarak kolaycılığa kaçmak istemedim. Her yeteneği belli kurallar ve koşullar doğrultusunda şekillendirdim ki okuyucuyu fantastik bir gerçeklik duygusundan yoksun bırakmayayım. Kadim Dünya’nın da bir matematiği var.
Ama şu da bir gerçek ki kitapta fantastiğe öz ne ararsanız var; aksiyon sahneleri, dünya dışı yaratıkları, mistik, büyülü bir atmosfer, doğaüstü güçler.
Kitabınız zengin bir mitolojiye ev sahipliği yapıyor ve bir de Kadim Dünya’ya özgün bir dil yaratmışsınız, yazıtlar, bilmeceler, şarkılar, ninniler, büyüler…
Doğru, kitapta zengin bir mitolojik yapı yaratmaya çalıştım. Kadim Dünya’nın her dört kavmine ait efsaneleri, mitleri, tarihi geçmişleri, gelenekleri, dine ve yama bakış açıları ayrıntılı bir şekilde sunulduğundan, okuyucuda “Acaba ben hangi kavimden olurdum?” sorusunu uyandıracak bir gerçeklik yaratıyor. Ama en çok üzerinde durduğum nokta Kadim Dünyalıları bahşedilmiş büyülü yetenekleri, kişisel ve kültürel özellikleriyle günümüz dünyasına nasıl asimile oldukları, insanoğullarına nasıl uyum sağladıkları ya da sağlayamadıkları, çarpık yeni dünya yapılanmasını ele alarak gözler önüne sermekti.
Kadim Dünya’nın antik diline gelince, o öylesine oldu, kavimlerin kültürel geçmişini biraz daha pekiştirmek istedim ama tercümeleri var, merak etmeyin.
Biraz modern insandan da rahatsızsınız galiba, kitabınızda onlardan insanoğlu diye bahsediyorsunuz ve Kadim Dünyalıları o kategorinin dışında bırakıyorsunuz…
Kadim Dünyalılardan “varlık” diye söz ediyorum böylece diğer varlıklardan ayırmıyorum (hayvan, ağaç vs).
“Kendini Tüm Evrenden Ayrıştırdığı Ve Tüm Olan Bitenin Kendiyle İlgili Olduğu Yanılgısının Altını Çiziyorum.”
Burada az çok insanoğlunun (ki Kadim Dünyalılardan çok sonra yaratılmışlar) büyüklük illüzyonuna ve yarattığı bu illüzyonla doğayla arasına koyduğu mesafeye atıfta bulunuyorum; kendini tüm evrenden ayrıştırdığı ve tüm olan bitenin kendiyle ilgili olduğu yanılgısının altını çiziyorum. İnsanoğlunun bu dayanaksız kibrine rağmen bireysel arayışında ne kadar zavallı duruma düştüğünü, aslında arada derede kalmaktan başka hiçbir yol katedemediğine değiniyorum. Bu yüzden de modern zamanlarda Kadim Dünyalıların maşaları olmaktan öteye gidemiyorlar.
O zaman biz de MAXISTRA’nın kadim dünyasından günümüze kadar uzanan dört kavimle tanışalım:
Fortuniler (Şanslılar): Yıldızların tek sahibi Fortuniler modern zamanların astrologları, medyumlarıdırlar… İnsanoğulları ise maşaları… Yeteneklerini sapkın bir ideal uğruna kullanıp Şans’ın peşine düşmüşlerdir… Şans’ın mekânı yıldızların işaret ettiği yerdedir ve Fortuni onu bulup çıkarmıştır. Tek ihtiyaçları olan Despera’dır…
Mortagular (Susuzlar): Fortuniler’in soykırımından kurtulan, atalarının öcüyle tutuşan huzursuz ruhlar… Fortuniler’in ezeli düşmanları… Karanlık yetileri ve kanlı alışkanlıklarına modern çağ insanını alet eden ve kendi yararına kullanan Susuzlar… Dünyanın sunduğu tüm nimetlerine aç ve susuz…
Kuradorlar (Şifacılar): Kadim Dünya’nın şifacıları, yeni dünyanın hekimleri… Tüm kavimler arasında en inançlı, tutucu, kuralcı yapıya sahip varlıksever ırk. Tarihleri boyunca tarafsız kalmayı seçtiler… Ama kadim zamanda işlenmiş korkunç bir suça göz yummanın kefaretini ödeme vakti gelmiştir artık…
Arbolalar (Ağaç Adamlar): Topraktan dünyaya gelmiş Ağaç Adamlar’dır onlar… Fortuniler’in “yabani” diye hor gördükleri basit varlıklardır. Diğer kavimler ve doğa ana arasındaki köprüdürler… Doğanın dilinden anlar, doğanın dilinden konuşurlar. Yeni dünyaya uyum sağlayamamış şehir dışındaki hayatlarını tercih etmişlerdir… Yaklaşan felaketten onlar da kaçamayacaklardır…