Taner Ceylan, Room with tiles, tuval üzerine yağlıboya, 140 x 200 cm, 2019.

Âheste Çek Kürekleri: Anlam, Üslup ve Metafor Üzerine

///

Uzun süredir İstanbul’da, İstanbul’a dair bir sergi yapmayı planlayan Taner Ceylan, Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın adlı sergisinde figürler üzerinden şehri yeniden keşfediyor ve izleyiciye yeni bir İstanbul fikri sunuyor. Bu keşif bir tesadüf değil, aslında sanatçının yıllar önce verdiği bir karar: “Her zaman şehrin farklı mekanları, semtleri ve alanlarına dair ‘örtülü’ bir İstanbul’un var olduğunu biliyordum. Hem geçmişe dair hem de şu an sürmekte olan İstanbullu olmak nedir sorusu üzerinden ürettiğim resimlerde bu örtülü şehri göstermek istedim.” Bu kararın sonucunda da Ceylan önce serginin nerede ve nasıl olacağına karar veriyor. Sergi için bir yalı, köşk, kısacası geçmişten kalma bir mekân hayal ediyor ve Kanlıca’daki Mehmet Emin Ağa Yalısı karşısına çıktığında serginin zaman ve mekân kapsamında buraya çok uygun olduğuna karar veriyor. Ceylan ince eleyip sık dokuyan bir sanatçı ve serginin her detayına özen gösteriyor. Onu, her zamanki gibi figüratif bir dil, incelikli üslup ve metaforlar kullanırken görüyoruz. Resimlerinde figürlerle anlattığı bu metaforların çoğu geçmişe dair olsa da bize bu zamanki İstanbul’un gerçeklerini ve derinliğini anlatıyor.

Mekânlar ve İnsanlar

Şehri farklı şekillerde değerlendiren Ceylan, sergide insanların mekanlara, mekanların da insanlara olan etkisini sorguluyor. Bir yandan insanları var eden mekânlar olduğunu söylüyor, diğer yandan, mekândan bağımsız olarak insanların varlığının nasıl değiştiğini ve geliştiğini de ifade etmeye çalışıyor. Yaşanılan yerler, ressam için bir tür bir arada kalma ve var olma isteği. Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın sergisinde gördüğümüz karakterler bazen bu yerlerden bağımsız olarak karşımıza çıkıyor. Bazen de onların bir parçası olarak ortaya konuluyor. Karakterler metaforları oluştururken, mekanlar tüm ihtişamıyla parlıyor.

Taner Ceylan, Moonlit Night, tuval üzerine yağlıboya, 240 x 160 cm, 2019.

Mehtâb Uyanmasın…

Sergiyi 2019 yılından beri İstanbul’u farklı perspektiflerden gözlemleyerek oluşturduğunu söyleyen Taner Ceylan, kentin tarihi yapılarını, farklı semtlerini ve hikayelerini yeniden keşfederken İstanbul’un gizli kalmış cevherlerinden ilham aldığını belirtiyor. Sergi ismini, Yahya Kemal Beyatlı’nın Çubuklu Gazeli şiirinden ilham alıyor. Ceylan, izleyiciye şehrin geçmişini ve bugününü, iki zaman arasındaki bağı resimler, heykel ve video çalışması aracılığıyla anlatıyor. Bunu yaparken figürler üzerinden kendi dilini yeniden ortaya koyuyor ve yeni anlamlar yakalıyor. Bu anlamlar, bazen bir figürün İstanbul’u temsil etmesi, bazen eski dönemlerdeki gizli yaşamları, bazen de tarihte gizli kalmış konular üzerine keşifler oluyor.

Tarihi Aramak

Taner Ceylan’ın bu resimleri ve serginin konusunu tasarlarken karakterlere önem verdiği ortada… Onun için her karakterin hikayesi bir mekanla ya da tarihsel bir olayla birleşiyor. Bu şekilde onun eserlerinde üzeri tüllerle kaplı bir kadını (Beril adlı resim) Harem’deki duvarlar ve desenler önünde görebiliyoruz, Halil Paşa’nın bir köşkte resmedildiğine tanık oluyoruz ya da bir at figürünü Topkapı’nın İftariye Köşkü’nde görüyoruz. Bunların hiçbiri tesadüf değil sanatçının tarihe olan ilgisinin kanıtı. Tarihi aramanın ve yeniden farklı bir şekilde yorumlayarak yeni anlamlar ifade etmenin sanatsal anlamda derinleştirici bir etkisi olduğunu söyleyen Ceylan için serginin hikayesi de çok önemli:

“Uzun süredir İstanbul’da, İstanbul ile ilgili bir sergi yapmak istiyordum. Bunun için de uygun bir mekan arayışına girdik ama bu arada tanıştığım antikacı ve tarihçiler Alaturka House’un sahibi Erkal Aksoy, Hikmet Mezanoğlu İstanbul’a bakış açımı değiştirdi diyebilirim. Bir anda kendimi bambaşka bir İstanbul fikrini keşfetmeye çalışırken buldum.” Alaturka House’ta Harem’den çıkmış ve el değiştirmiş nesneler bulan Ceylan buluntu antika eşyalardan da ilhamla, kendine ait İstanbul’un tarihsel keşfine kapıları açmış. Sonuçta, resimlerinde özellikle de 2010 – 2013 yılları arasında ürettiği ve Kasmin Gallery New York’taki kişisel sergisinde gösterilen Kayıp Resimler Serisi ile başlayan tarih keşfi, Osmanlı Devleti’nin anlatılmayan hikayeleri ve olası halleri üzerine olan çalışmaları, bu serini konusunu oluşturmuş.

Rüstem Paşa

“Yeni serideki resimlerimde farklı mekanlar kullandım, bunlar arasında, Topkapı Sarayı ve saraydaki, İftariye Köşkü, Sünnet Odası ve bu mekanların girişindeki fayanslar, Harem avlusu duvarları, Harem’de de sedef kaplı dolaplar ve nişler, havuzlar ve Bağdat Köşkü var” diyen Taner Ceylan’ın mekân kullanımı sadece bunlarla bitmiyor: Serideki en önemli çalışmalardan biri Rüstem Paşa adıyla sergilenen resim. Bu resimde Rüstem Paşa Camii’ndeki kırık dökük ve üst üste farklı şekilde yapıştırılmış çinileri betimlemiş. Sanatçı resmin hikayesini şöyle anlatıyor: “Bu çok uzun ve emek isteyen bir süreçti. Bu resmin de hikayesi önemli. Ben öğrenciyken hocamız bizi bu camiye yollardı. Burası Tahtakale girişinde, altında esnaf dükkanlarıyla dolu bir camii. Biraz saklı kalmış bir mekân. Buraya özel yapılmış çiniler var ve yıllarca dökülmüş, üst üste gelişi güzel yapıştırılmış yamalı bir duvar… Bu duvarda uyumsuzluk içinde uyum gördüm, güzellik ve çirkinliğin bir arada durduğuna şahit oldum. Zıtlıkların bir arada olduğunu fark ettim ve bu duvarı resmetmek istedim.” Ceylan, bu görüntüyü İstanbul’a ve Türkiye’ye benzettiğini söylüyor.

Mehmet Emin Ağa Yalısı

Rüstem Paşa Cami’nin hikayesi de tarihin önemli aşk hikayelerinden birini içinde saklıyor. Rüstem Paşa’nın kendisi adına yaptırdığı cami, Mimar Sinan’ın erken dönem eserlerinden. Mimar Sinan’ın, Rüstem Paşa’nın eşi, Kanuni ile Hürrem’in kızı Mihrimah Sultan’a beslediği büyük aşk pek konuşulmasa da camiinin hikayesinde gizli. Taner Ceylan bu sergiyi düşünürken ve tasarlarken birçok farklı kaynaktan yararlanmış. Bu nedenle sergiyi de tarihi bir köşkte yapmak istemiş: “Böylece Sipahiler Efendisi olarak bilinen Mehmet Emin Ağa Yalısı’na karar kıldık. Bu sergi ile dönemin ruhu ve benim güncel yorumum bir araya geliyor.” Serginin mizanseninin oluşturulmasında Ceylan, mekân ve sergileme tasarımı için dünyaca ünlü tasarım ofisi Autoban ile iş birliği yaparken, serginin ruhunu canlandırmak üzere sanatçı ile birlikte çalışan Hikmet Mizanoğlu, işlerden ilham alarak mekana özel objeler yerleştiriyor.

Taner Ceylan, Beril, tuval üzerine yağlıboya, 153 x 200 cm, 2020.

Halil Paşa

Ceylan, yine tarihte az bilinen ama önemli bir figür olan Halil Paşa’yı resmederken Mehmet Emin Ağa Yalısı’ndan yararlanıyor: “Halil Paşa’nın portresini tasarlarken çağdaş bir fotoğrafı Osmanlı paşası haline getirdim. Halil Paşa, Osmanlı dönemi sanat ortamı için önemli bir karakter. Sanatla iç içe büyüyor ve daha sonra dönemin birçok önemli ressamına resim siparişi vererek koleksiyonunu oluşturuyor. Örneğin, Jean August Dominique Ingres, Eugene Delacroix ve Gustave Courbet gibi ressamlara sipariş vererek oluşturduğu koleksiyonda Courbet’nin ‘L’origine du Mond’u da vardı. Bu nedenle Halil Paşa’nın sanat tarihinde de de önemli bir kişilik olduğunu düşünüyorum.” Taner Ceylan, Halil Paşa’yı resmederken onun gerçekten de entelektüel ve sanatsal kişiliğini ortaya çıkarmaya çalıştığını söylüyor. Halil Paşa, Avrupa resminin çok önemli yapıtlarının yer aldığı bir özel koleksiyon oluşturan ilk Osmanlı. Ceylan onun Kahire’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın konağında doğduğunu ve bu nedenle sanatsal bilgisinin yüksek olduğunu ifade ediyor. Kısacası burada ciddi bir sanat külliyatı olduğunu görüyoruz. “Farklı tarih kitaplarında da Halil Paşa’nın oldukça zarif ve her ortamda dikkat çeken birisi olduğu yazıyordu ve ben de tüm bunlardan ilham aldım” diyen Ceylan’ın Halil Paşa tablosun bir tesadüf ya da bir yorum olmaktan çok, gerçek bir karakteri yansıtıyor.

İlginizi çekebilir:  Tilda Tezman’dan Tiyatro Tutkunlarına: "Oyunname 2"

Sultan des Nuits au Clair de Lune

Sergideki diğer resimler de yine Taner Ceylan’ın tarih merakını ortaya koyuyor. Örneğin; Sultan des nuits au clair de lune adlı tabloda egzotik hayvanlar ve bitkilerin tam ortasında resmedilmiş genç bir erkek portresi dikkat çekiyor. Taner Ceylan yine kendi araştırmalarından ve saraydaki yaşamdan ilham alarak yaptığı bu tablo için şöyle diyor: “Buradaki figür aslında o dönemde sarayda nasıl bir yaşam sürdüğünü de anlatıyor. Her zaman tarih kitaplarında yazmadığı bir durumu da resmetmek istedim. Tam ortada genç bir erkeğin ve çevresinde birçok farklı egzotik hayvan ve bitkinin olması ise bu erkek figürünün de egzotik bir figür olarak algılanmasını için gösterdiğim çabadır ve elbette burada aynı zamanda Henri Rousseau’ya da gönderme yaptım.”

Moonlit Night

Taner Ceylan’ın resimlerine çağdaş yorumlar katarak yeni bir söylem ve anlam oluşturmaya çalışması her alanda dikkat çekiyor. Tüm üslup kullanımını da buna göre belirliyor. Örneğin, Moonlit Night adlı eserde figür olarak yine ortaya yerleştirilmiş bir Türk atı görüyoruz. Bu atın resmedildiği mekân ise Topkapı İftariye Köşkü. Atın, bir metafor olarak Osmanlı’yı ifade etmesi ve kenarda baygın yatan bir erkek figürün olması ise Ceylan’ın resme dair keşfetmek ve göstermek istediği yeni anlamlarla dolu. Detaylı çizilmiş bir arka planın önünde kimlik ve şehre ait metafora dönüşmüş iki figürle karşılaşıyoruz ki bu da sanatçının çağdaş ve klasiği resminde harmanlaması, üzerine metaforlar ekleyerek yeni bir üslup ve anlam yaratması olarak önümüze çıkıyor. Bu resimde yine eski İstanbul’a ait detaylar saklı; bitki örtüsü olarak yaratılan flora ve faunanın o zamanlarda özel olarak egzotik bitkilerin yetiştiği ülkelerden geldiğini biliyoruz. Örneğin Beylerbeyi Sarayı’nın yazlık saray olarak kullanıldığı için farklı ülkelerden gelen çiçek ve ağaçlarla yapılandırılması önemli bir tarihi detay. Ceylan’da bize bunu hatırlatırcasına Moonlit Night’ta ağaç ve farklı bitki detaylarını resmediyor.

Room with Tiles 

Her ne kadar tarihe olan merakını resimlerine yansıtsa da Taner Ceylan’ın çalışmalarında çağdaş figürlerin önemi çok büyük. Örneğin, Room with Tiles adlı eserinde arkada resmedilen çinilerin önünde neon ışıkları içinde bir erkek figürü görürüz. Bu figür mekânın içinde poz vermiş ve çağdaş fotoğraf öğelerini bir araya getirircesine resmi etkiliyor: “Tüm resimlerimde figürler örtülü bir İstanbul’u anlatıyor. Bunu en çok sergi için ürettiğim 2 metrelik mermer heykelde görüyoruz. Burada üzerinde tül örtülü ama tüm vücut hatları belli olan bir erkek figürü var ve yine İstanbul için bir metafor olarak ortaya çıkıyor. Eğer gerçekleri görmek istiyorsak bu örtüyü kaldırmamız gerekiyor ama yine de her şey örtünün üzerinden bizlere göz kırpıyor.”

Taner Ceylan. Fotoğraf: Alp İşmen

Eski ve Yeni Taner Ceylan

Yeni sanat sezonunda Taner Ceylan’ın yeni eserlerini izlerken eskilerini de görmek mümkün. Sanatçının bu durumu çok farklı şekillerde ve kendi kişisel gelişimiyle birlikte ortaya koyduğunu görüyoruz. Ceylan, bu dönemde farklı yapıtlarının farklı yerlerde sergilendiğini belirtiyor: “Selen Ansen’in küratörlüğünü üstlendiği, Ömer Koç Koleksiyonu’ndan oluşturulan, İsmi Lazım Değil adlı sergide iki farklı eserim sergileniyor. Birisi 2002 yılında Galerist’te sergilenen Nude resmi diğeri ise Birth of Hope.’’ Abdül Mecit Efendi Köşkü’ndeki sergide özellikle Birth of Hope’un özel bir yeri var çünkü bu resim; yeni sergisinde yer alan işlerinin öncüsü olan Kayıp Resimler Serisi’nden, Osmanlı Devleti’nin bir albino tavus kuşunun içkin ve şiddetli güzelliği aracılığıyla tasvir ediliyor. Bu eserde de tıpkı yeni sergisinde ve serisinde olduğu gibi figürle birlikte anlamların ve metaforların bir araya geldiğini görüyoruz.

Diğer yandan, sanatçının kişisel sergisiyle eş zamanlı olarak, SALT Beyoğlu’nda gerçekleşen Sahnede 90’lar başlıklı karma sergide, Ceylan’ın kariyerinin en başlarında hayata geçirdiği ve Türkiye güncel sanat tarihinin ilk ‘happening’ örneklerinden olan Monte Carlo Stili’nin video dokümanları gösteriliyor. Bu iş, Ceylan’ın en önemli eserlerinden. Kendisi bu eserden bahsederken, “Hayatım pahasına bir performans yapmıştım ve bu performans hayatımı değiştirdi” diyor.

Monte Carlo Stili, Taner Ceylan’ın sanatçı olarak alanda varoluşunu göstermeye çalıştığı bir dönemde, 9 Aralık 1995 yılında, Beyoğlu İmam Adnan Sokak’taki Devlet Han’da gerçekleştirdiği, her detayı özenle tasarlanmış ve İstanbul’dan koleksiyonerlerin, sosyetenin tanınmış simalarının ve sanatseverlerin davet edildiği ‘kurmaca’ bir parti. SALT Beyoğlu’ndaki sergi için hazırlanan dokümanter videonun yanı sıra sanatçının resimleri, özel kostümler, parti davetiyesi gibi çeşitli materyaller de gösterime sunuluyor. Bu şekilde Taner Ceylan’ın o dönemden bugüne işleriyle sorguladığı sanat dünyası dinamiklerine tanık oluyoruz. Ceylan, sanatçı – koleksiyoner güç dinamikleri, bu dinamiklerin sanat tarihi ile ilişkisini sorguluyor. Bu eserin bir diğer önemli yanı ise Taner Ceylan’ın tıpkı Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın sergisinde olduğu gibi şehir ile olan bağlarını sorgulaması. Taner Ceylan’ın yeni sergisi Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın ile ‘90’larda gerçekleştirdiği ve büyük ses getiren Monte Carlo Stili birbirini tamamlarcasına, İstanbul’da yeni söylemler, ifadeler ve şehre dair yeni anlamlar ortaya çıkartıyor.

Bu şekilde sanatçının kariyerinin birleşimi ve ayrışımı. Bir yandan onun her şeyi bir arada tutmasını, diğer yandan da onun her şeyi ve her sanatsal anı ayrıştırmasını izliyoruz.

Previous Story

Zarastro Art’ta Yeni Sergi

Next Story

“Istanbul Calling”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.