Soğuk Savaş yıllarında Jackson Pollock’ın sanatı, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin, komünizme karşı Batı’nın kültürel üstünlüğüne kanıt olarak gösteriliyordu: Sadece Amerika Birleşik Devletleri gibi özgür bir ülkede sanat yapılabilirdi (!) Bu anlatının gücü, bugüne kadar etkisini kaybetmedi.
İşte, New York’taki Whitney Müzesi – Covid-19 salgınını önlemek amacıya şimdilerde kapalı olsa da – ‘Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945’ sergisiyle bu anlatıya karşı çıkıyor. Sergi, 1929 yılında patlak veren Büyük Buhran’dan önce ve sonra, Meksikalı sanatçıların ABD sanat tarihi üzerinde göz ardı edilemez etkisini anlatıyor. New York Times’ta serginin, “sanat tarihini yeniden yazacağı” yorumu yapılırken, The Vulture ise sergi için “21. yüzyılın en önemli sergisi” başlığını attı. Meksikalı ve ABD’li 60 sanatçının yaklaşık 200 eserini bir araya getiren sergi, Meksikalı sanatçıların yaptığı duvar resimleri ve fresklerin o dönemde ABD’deki sanatçılar üzerindeki etkisinin izlerini sürüyor.
BÜYÜK HİKÂYE RESİMLERLE YAZILDI
Serginin anlattığı hikâye, Meksika’daki 10 yıllık iç savaş ve devrimin ardından 1920’de başlamıştı. Yeni hükûmet, hem İspanyolların kıtayı işgalinden önce ülkede yaşayan yerli kültürlerin derin köklerini hem de son devrimci mücadelenin kahramanlıklarını vurgulayan, birleştirici bir ulusal kimlik inşa etmek için sanata ‘başvurmuştu.’ Başkan Álvaro Obregón yönetiminde yeni hükümet, büyük ölçekli duvar resimleri yapması için ülke çapında sanatçıları işe aldı. Bu resimler Meksika’nın yerel kültürünü yansıtmalı ve umutlu geleceği işaret etmeliydiler. Mesaj için seçilen araç, kamu malı olan anıtsal, erişilebilir, anti-elitist duvar resmiydi.
Yeni bir ulusal kimlik oluşturmak amacıyla devlet tarafından başlatılmış olsa da bu duvar resimleriyle yeni ve görsel olarak güçlü bir hareket ortaya çıkmıştı.
ÜÇ BÜYÜKLER: LOS TRES GRADES
Böylece sahneye “Los Tres Grandes” çıktı: José Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros.
Rivera aralarında en üretken ve en tanınmış olanıydı. Yerli nüfusun güzelliğini, baskıya karşı mücadeleyi ve Meksika için parlak bir geleceği, renkli figürler ve çoğunlukla kolaj benzeri düzenlemeyle anlatıyordu.
José Clemente Orozco’nun resimleriyse tamamen farklıydı; karanlık görüntülerle özgürlük mücadelesinin zorlu taraflarına odaklanıyordu. Bu üçlünün en küçüğü David Alfaro Siqueiros’in derdiyse esas olarak işçi hareketini örgütlemek ve hareketin politik hedeflerini formüle etmekti.
Ancak, 1924’te yönetime gelen hükûmet, duvar resimleri çalışmasını sonlandırdı. Böylece önemli bir para kaynağı kesilmişti. ‘Los Tres Grandes’i oluşturan üç sanatçı da peyderpey ABD’ye giderek şansı ve başarıyı orada aradılar. Umduklarını da bulmuşlardı nitekim Los Angeles Times’ın eleştirmenleri, Orozco’nin eserini “zamanımızın en önemli sanatsal akımı” olarak niteledi. O dönemde New York’ta yeni açılan Modern Sanat Müzesi, Diego Rivera’nın kişisel sergisini düzenledi. Sergi ziyaretçi rekoru kırmıştı. Siqueiros için daha sonra şu yorum yapıldı: “Onun Los Angeles’taki varlığı, gerçeküstü akımı sanatçılarının 1940’larda New York’taki varlıkları kadar önemliydi.”
O zamanlar genç ve tanınmamı bir sanatçı olan Jackson Pollock da ‘Los Tres Grandes’in başarışlarından etkileniyor, onlardan ilham alıyordu. Hatta, bu sanatçıların yaptığı duvar resimlerini görmek için 1923 yılında Meksika’ya giderek ülkeyi tavaf etti. Orozco’un Kaliforniya’da Pomona College’in duvarına çizdiği ‘Prometheus’u daha 1930 yılında görmüştü. Bu resmin bir reprodüksiyonunu, New York stüdyosunun duvarına asan Pollock’ın eser için “modernizmin en büyük resmi” dediği anlatılır. Pollock bununla da yetinmedi, Siqueiros’un New York’taki atölyesine kaydoldu. Siqueiros sınıfa liderlik ediyor, öğrencilerinin eşi görülmemiş şeyler yapmasına izin veriyordu; boyalar tuvallere damlatılıyor, fırçalar hızla dönüyor, farklı malzemeler kullanılıyordu.Bu sınıf Pollock’u açıkça etkilemişti ve takip eden yıllarda sanatı kökten değişti.
Barbara Haskell başkanlığındaki küratöryel ekip tarafından hazırlanan ‘Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945’ sergisi, aralarında Pollock’un da olduğu o dönemin genç ABD’li sanatçıların çalışmalarını da içeriyor. Örneğin sergide Orozco’nun ‘Prometheus’unun diğer sanatçılar üzerindeki etkileri izlenebiliyor. Afro-Amerikan yaşamını tasvir eden ABD’li sanatçı Jacob Lawrence’ın da üç büyüklerden etkilendiği biliniyor; sergi bu bağlantıları da ortaya koyuyor. Sanatçılar Ben Shahn, Philip Evergood, Thelma Johnson Streat, Xavier Gonzalez ve Marion Greenwood’un da üç büyüklerden aldığı ilhamın izlerini sergide takip etmek mümkün.