Baksı Kültür Sanat Vakfı (Baksı KSV) tarafından bu yıl altıncısı yapılan “Anadolu Ödülleri 2025” töreni, 17 Aralık 2025 Çarşamba akşamı İstanbul Harbiye’deki Hilton İstanbul Bosphorus Exhibition Center Connie Balo Salonu’nda sahiplerini buldu.
Bu yıl, “Kıyının Ötesi” başlığıyla çeşitli jüri üyelerince seçilen Baksı KSV Anadolu Ödülleri Ödül Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı AİCA TR üyesi, sanat tarihçi ve eleştirmen Nazlı Pektaş üstlendi. Etkinlikte ‘Edebiyat’, ‘Müzik’, ‘Mimarlık’, ‘Görsel Sanatlar’, ‘Sinema’ ve ‘Doğan Değer’ ile ‘Onur Ödülü’ gibi dallarda ödüller, alkışlarla sahiplerine verildi. Gecede, Başkanlığını Oya Koçan’ın yaptığı Baksı KSV’nin, kurulduğu 2005’ten bu yana ortaya koyduğu etkinlikler, sivil toplum katılım projeleri ve aldığı ödüllerin özetlendiği retrospektif bir video belgeselle de zenginleşti. Törenin açılış konuşmasını, Baksı KSV Kurucusu, sanatçı Hüsamettin Koçan yaptı. Koçan açılışta, kadim Anadolu insanı ve kültürünün zenginliği ve yorum kabiliyetini Bayburt tarihi üzerinden ve kişisel tanıklıklarına dayanmak suretiyle överek, vakıf, müze ve yan projelerinin bölgeye kattığı etkinin altını çizdi.

“Anadolu İnsanının İrfanı Vardır”
Doğan Hızlan, Melih Fereli, Melkan Gürsel, Ali Güreli, Tülay Güngen, Gülşen Işık, Yeşim Turanlı, Bülent Ortaçgil, Genco Gülan, Tamer Levent, Esra Ekmekçi, İbrahim Cansızoğlu, Bülent Vardar ve Cem Erciyes gibi, kültür ve sanat alanından birçok davetlinin de katıldığı etkinlikte mikrofonu daha sonra ise, Başkan Oya Koçan ile, Bayburt Belediye Başkanı Mesut Memiş devraldı. Memiş çeşitli deyişlerle bezeli konuşmasında şu anlamlı sözleri de dile getirdi:
“Anadolu insanı olarak okumamış olabiliriz, üniversite tahsili yapmamış olabiliriz ama Anadolu insanının irfanı vardır. Birbirimizi tanımak zorundayız. Bunun için çaba göstermeliyiz. Düşüncesi, dili, ırkı, inancı ne olursa olsun kendini bu topraklara ait hisseden insanların birbirine saygı duyarak yaşaması mümkündür.”
Ödüller, kazananlara gecenin davetlilerinden bir seçki eşliğinde takdim edildi.
Törenin ‘Edebiyat’ ödülünü, kariyerinde yarım yüzyılı ardında bırakmış çok yönlü kalem Murathan Mungan alırken, Mungan, tasarımını ‘İnsanoğlu ve Evrenin Tekerlekli Medeniyet ve Varoluş Hikâyesi’ni sembolize eden heykeltıraş Osman Dinç’in yaptığı ödülünü duayen gazeteci, eleştirmen Doğan Hızlan’dan aldı. Hızlan törende, bu yılın TÜYAP Onur Yazarı olarak da seçilmiş Mungan’a ‘gelecek yıl tekrar kendisine bir ödül daha vermek arzusunda’ olduğunu ifade ederek, ‘kendisinin hızına yetişemediğinden’ yakındı ve “Benim korkum, bundan sonra ödülleri benden beklemesi,” dedi.
Kurukahveci Mehmed Efendi ve Doğan Holding desteği ile düzenlenen etkinliğin bu yılki ‘Onur’ Ödülü ise, yine Dinç’e, üstelik yine kendi tasarımı olan heykeli ile takdim edildi. Dinç ödül kabul konuşmasında, yine ödüle ilham veren Ortadoğu’dan başlayarak insanoğlunun tekerlek ve medeniyet ile ilişkisine gönderme yaparken, aynı zamanda evrendeki döngüsel varoluş haline de dikkat çekti.
Anadolu Ödülleri’nde, ‘Kıyının Ötesi’ni ‘Müzik’ alanında bu yıl gören isim, çağdaş caz, Türk halk müziği yorumları, araştırma, kayıt ve solo performanslarıyla gerek Türkiye, gerekse dünya çapında özgün bir kariyer sahibi olan Erkan Oğur oldu. Oğur’a ‘Anadolu’ ödülünü on yıllarca aynı sahneyi paylaştığı dostu, yoldaşı Bülent Ortaçgil, yaptığı bir konuşma ile sundu.
2025 Baksı KSV Anadolu Ödülleri’nde ‘Görsel Sanatlar’ Ödülü’nü ise, bu yıl sanatçı, yönetmen Ali Kazma aldı. ‘Mimarlık’ ödülünü sosyal ve deneysel projeleriyle gündemi tayin eden çağdaş imza Selva Gürdoğan’ın aldığı törende ‘Sinema’ ödülü ise, 27 Eylül 2013’te yitirdiğimiz Tuncel Kurtiz onuruna, eşi Menend Kurtiz’e takdim edildi. Kurtiz burada yaptığı konuşmada, özetle şunları dile getirdi: “Tuncel aramızda olsaydı, çok mutlu olurdu. Anadolu’ya çok bağlıydı. Hep Anadolu’dan bir yüz olarak vardı.”

“Söylesem Tesiri Yok, Sussam Gönül Razı Değil”
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile, Ankara Valisi Vasip Şahin’in de birer mesaj yolladığı etkinlikte, bunun ardından alkışlanan isim, ‘Doğan Değer’ ödülüyle Murat Morova’ya sunuldu. Morova’nın da “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil,” diye yaptığı ödül konuşması da yine önemli ayrıntılar taşıyordu. Sanatçı özetle şu ifadeleri kullandı:
“Anadolu’nun tabii, bir isyan tarafı da var. Dolayısıyla bütün bu Dengbej hikâyeleri, Menakıbnâmeler, Bozlaklar, ağıtlar, başkaldırışlar, haksızlıkları, acıları da beraberinde taşıyan şeyler. Ödüller, bana kendi serüvenimin sonunda verilmiş olan bir şey değil. Bir emanet. Bu yolda, bu sesleri çoğaltanların, şu an bana yükledikleri bir emanet. O yüzden, gene çok değerli bir ozanımız. Kul Nesimi’den şunu söylemek isterim: Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem.”
Murathan Mungan’dan Kültür Politikası Eleştirisi
Baksı KSV Anadolu Ödülleri 2025’in “Kıyının Ötesi” teması ile bu yılki Edebiyat Ödülü’nü alan Murathan Mungan, çarpıcı bir ödül konuşmasıyla geceye ve gündeme (yine) damga vurdu. İlk gençliğinden bu yana, kalemi ve okurlarına duyduğu sadakatin altını çizen kıdemli edebiyatçı, döneminde bu uğurda babasıyla yaşadığı küskünlüğü ve ardından gelen barışma sürecini de, tüm içtenliği ile davetlilerle paylaştı.
Ancak Mungan’ın Türkiye’nin kültür sanat iklimine yönelik çarpıcı analiz ve eleştirileri ise tam da bu samimi girişin ardından üst üste alkış topladı. Murathan Mungan ödül konuşmasında Türkiye ve dünyadaki kültür ve sanat politikasını eleştirerek, Türkiye’de yaşayanların maruz kaldığı dil kuraklığı ve çeşitliliği gittikçe azalan kültür atlasından yakındı. Mungan yaklaşık 15 dakikalık ödül kabul konuşmasında, şunları dile getirdi:
“ …Türkiye maalesef toplumun bütün hafıza işaretlerini silmeye, hatıralarını silmeye yönelik sistemli biçimde ağır bir yozlaşmadan geçiyor. Sadece vicdan, ahlak, duyarlılık, insani değerler kaybolmuyor, hafıza da kayboluyor. Şehrin işaretleri siliniyor. Ortak hatıralarımızın, bizi büyüten sokakların, yolların, binaların izleri siliniyor. Hafıza bağlamında dönemin muhafazakâr Kültür Bakanlarından biri, Milliyetçi Cephe Hükümetlerindendi, şöyle bir öneride bulundu:: ‘Biz bu topraklardaki bütün Yunan, Latin ve Hıristiyan eserlerini ülkelerine gönderelim; onlarsa bize İslâmi eserleri göndersin.’
Bu kafalar, yıllarca Türkiye’yi yönetti ve hâlâ Türkiye’yi yönetiyor. Bugün, işler çok daha sarpa sarmış durumda. Bütün bunları görmüş biri olarak söylüyorum; Türkiye, bu iktidar ve yönetimin elinde, Cumhuriyet tarihinin en karanlık 30 yılını yaşıyor. Siliniyoruz. Bütün bu kültürel malzeme, bugüne kadar milliyetçilik ile ümmetçilik politikaları arasında sıkıştırıldı. Buradan, kendine bir yol açmaya çalıştı. Zannediyorum ki, bu yolda geleneksel anlamda malzemeyle de, bu toprakların değerlerine de, toprak kardeşliğine de, daha çok solcular sahip çıktı.
Bu ülkede, özellikle mevcut iktidarın ‘Biz, kültürel alanda varlık gösteremiyoruz,’ diye tepinmesinde, varlık gösterecekleri bir kültürlerinin olmadığı gerçeği yatıyor.
Bu ülkeyi, bu kültürü inşa eden ve hiç unutmayan kesim, ilerici bir kesimdi. Çünkü sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Bizans’ın da mirasçısı olduğunun bilinciyle, toprak kardeşliğiyle, dili, dini, etnisitesi ne olursa olsun, üretilmiş kültürel değerlere sahip çıkarak yol alan bir kesimdi.
Ben, kendimi bu yüzden Nâzım Hikmet’ten başlayan bir geleneğin sürdürücüsü olarak görüyorum. Evet, Sabahattin Âli sınırlarda öldürüldü; biz, bir iki adım daha rahat konuşuyorsak, daha rahat yazıyorsak, geçmişte bu ülkenin kurban ettiği yazarların, şairlerin, sanatçıların mirası yüzünden bir lokmacık nefes alabildik. Ben, kendimi onlara borçlu da hissediyorum. Sadece yeteneğime değil, topraklara da, bu toprakların kültürüne de borçlu hissediyor ve bunu sürdürmek gerektiğini düşünüyorum.
Genellikle, kalabalıklar karşısına çıktığım zaman çok rahat olmamla bilinirim. Ama, açıkçası entelektüel vicdanın ve entelektüel ahlâkın bu kadar kayıp verdiği ve yozlaştığı bir dönemde, hâlâ inatla devam etmek, hâlâ inatla sürdürmek, gerçeğe, güzele, hakikate kendimizi borçlu bilmek ve inşa etmenin önemli olduğunu, bizden sonraki kuşaklara mutlaka aktarmamız gerekiyor.
“Bu Ülke Dilini Kaybetmiş Bir Ülke”
Türkiye’nin şu anda pek çok sorunu var. Ama, en önemli sorunlarından bir tanesi, demin sözünü ettiğim kayıplar; ki en başta adalet kaybı ve yanı sıra, dil kaybı.
Bu ülke dilini kaybetmiş bir ülke. Dilini günde 300 kelimeye konuşan, bütün sözcük dağarcığı 300 – 400 kelime arasında kalan bir ülkede, yıllardır kaleminin namusuna asılarak iş yapmaya, eser üretmeye çalışan bir edebiyatçı kuşağı var. Dilimizi kaybetmek, düşüncemizi de kaybetmek; iletişim haklarımızı da kaybetmek. Her türlü tartışmanın zeminini kaybetmek.
Bu, benim ‘Dijital Ortaçağ’ diye adlandırdığım bu çağın yozlaşmasıyla alâkalı bir şey değil. Politikalarıyla, ülkelerin kültür politikasıyla alâkalı. Artık, gazetelerin kültür – sanat sayfaları yok. Dergiler kapatılmış. Televizyon kanallarının hiçbirinde doğru düzgün kültür ve sanat programı yapılamıyor. Çünkü, bu ülke yazarından, sanatçısından korkan bir iktidar tarafından yönetiliyor. Bunu, burada sizlere söylemeyeceğim de, nerede söyleyeceğim?
“Sadece Umuda Değil, İnada da İnanıyorum”
Ama, her zaman altını çizerek belirtmek gerekiyor ki, gelecek tasavvurumuzu kaybetmeden, ütopyalarımızı kaybetmeden, en başta entelektüel vicdanımızı, ahlâkımızı, çalışkanlığımızı kaybetmeden, dayanışarak, birlikte bir şeyler üretmek, bir şeyler sürdürmek, mümkün.
Sadece umuda değil, inada da inanıyorum. Devam etmeye de inanıyorum. Zaten bu yüzden bir deneme kitabımın da adı Devam Ağacı’dır. Ben devam edeceğim. Umarım hep birlikte devam ederiz. Bu ödül için tekrar teşekkür ediyorum. Bu ödülü alan diğer arkadaşlara da başarılar diliyorum. Ve beni sevenlere de, beni okumaya devam edin diyorum.”




