Bu söyleşi, Oktowallz Street Art Platformu’nun kurucusu Görkem Kızılkayak ile, Türkiye’de sokak sanatı tarihinin en erken ve belirleyici isimlerinden Arhan Kayar arasında, Kayar aramızdan ayrılmadan önce yapılmış ancak yayımlanmamış bir kayıttan oluşuyor.
Bu söyleşi, yapıldığı tarihte güncel bir konuşmaydı. Bugünse bir tanıklık. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Arhan Kayar’la sokak sanatı, kamusal alan ve İstanbul’un hafızasında iz bırakan projeler üzerine uzun bir sohbet yapmıştık. Yayınlanması için son okumayı planlıyor, yeniden buluşmayı konuşuyorduk. Olmadı. Arhan Kayar’ı 18 Aralık 2024’te kaybettik.
Aşağıda okuyacağınız söyleşi, onun ardından kalan seslerden biri. 1990’ların başında Türkiye’de henüz adı bile konmamışken sokakta sanat üretmenin ne anlama geldiğini, Duyarkatlar gibi bugün hâlâ referans verilen bir kamusal sanat projesinin nasıl ortaya çıktığını, İstiklâl Caddesi’nin ilk kez bir sanat etkinliği için trafiğe kapatıldığı günleri, Keith Haring için İstanbul’da yapılan bir duvar işinin arkasındaki niyeti kendi ağzından anlatıyor.
Bu bir “geçmiş anlatısı” değil yalnızca. Arhan Kayar’ın sözleri, sokak sanatının neden vitrine sığmadığını, neden kontrol edilemediğini, neden bazen rahatsız edici ama her zaman canlı olduğunu hatırlatıyor. Kamusal alanda sanatın, izinler, engeller, itirazlar ve ısrarlar arasında nasıl yol bulduğunu gösteriyor.
Söyleşi yayımlanamadı.
Ama kaybolmadı. Şimdi, olduğu hâliyle, tanıklık olarak duruyor.

Seratonin sergisi sonrası aynı ekiple hayata geçirdiğiniz Duyarkatlar’ın fikri nasıl ortaya çıktı?
Seratonin 1’de yaptığımız işler bayağı yankı uyandırdı. Sergiden sonra Vakko Sanat Galerisi’nin sanat yönetmeni Gülçin Ülgezen ve Vitali Hakko bizi toplantıya davet ettiler. İstanbul Film Festivali (1990) sırasında İstiklâl Caddesi’ndeki galerilerinde sinema temalı bir sergi açar mısınız, diye sordular. Biz de dedik ki binanın cephesi ve caddeyi de kullanırsak açabiliriz. Hilmi Yavuz İBB Kültür Daire başkanıydı. Hocamıza gittik. Zaten Serotonin 1′de de mekânın tahsisini o yapmıştı bize. İstiklâl Caddesi’ni istiyoruz, hatta film festivali sırasında trafiğe kapatır mısınız, diye sorduk. Düşündü taşındı, ilgililerle konuştu. Sonra dedi ki günde dört saat kapatabilirim. Hazırlık için gece birden sabaha kadar bir hafta size verebilirim, dedi. Biz Vakko’nun bulunduğu yer ve Emek Sineması’nın olduğu sokağın yollarına film şeritleri boyadık ve metal plakaların üzerine eski otomobillerin fotoğraflarını basarak film şeritlerinin içine yerleştirdik. Üzerinden araç geçtiği zaman “plak, plak, plak, plak” sesleri çıkartıyor.
Film artistlerinden oluşan metale fotoğraf baskısı cutout’lar yaptık, filmin yıkandığı zamanki pelikül kısmının Türkçe karşılığı olan “duyarkat” kelimesi üzerinden de bir şey yapmak istedik, onu yaptık ve bayağı ilgi çekti. O sırada bütün o İstiklal Caddesi’nin vitrinleri de dediler ki gelin buraya da bir şeyler yapın. Caddeye yayılan 15 gün süren büyük bir etkinlik oldu. O sırada Pozitif Sun Ra’yı İstanbul’a getirmişti. Biz de Mehmet Uluğ’la dedik ki Sun Ra’yı İstiklâl Caddesi’nden bir kamyonun arkasında geçirelim…
Ne tesadüf ki geçenlerde Beşiktaş Belediyesi’nde Akbank Caz ekibini ağırladık, Pozitif’le ekibiyle birlikte… Belediyenin kültür merkezlerinden birinde konser yapmak istiyorlarmış. Ben de -biraz kışkırtmak için- siz Sun Ra’yı İstiklal Caddesi’nde kamyon üstünde konser verdirtmiş bir ekipsiniz. Niye bu festivali sadece kapalı salonlarda yaşatıyorsunuz diye sordum. Öneriniz ne dediler. Ben de Beşiktaş’ın her hafta binlerce vatandaşı ağırlayan semt pazarlarını önerdim. Güvenlik ve benzeri problemleri öne sürerek kabul etmediler. Birkaç ay sonra yeniden randevu istediler. Ardından Beşiktaş’taki Cumartesi Pazarı’nda güzel bir konser düzenlendi, dahası fikir hoşlarına gitmiş olacak ki festivalin duyurularında sokak satıcıları kullanıldı.
“Keith Haring için Keith Haring”
Sun Ra konseri büyük ilgi gördü. Sonra Emek Sineması’nın karşı duvarı boştu. Bu duvara bir şey yapar mısınız, dediler bize. O sırada Keith Haring vefat etmişti. Onun işlerinden birini yorumlayarak bir tane duvar yaptık. “Keith Haring için Keith Haring” yazdık o duvara.

Kimler boyadı?
Biz bir kâğıda çizdik. Sinema dünyasında çalışan afişçiler vardı. Onlarla birlikte İstanbul Film Festivali sırasında yaptık. O duvar yıkılana kadar iş orada kaldı.
O dönem Keith Haring’i Türkiye’de tanıyan birkaç kişiden biriydiniz herhalde?
Çok az kişi tanıyordu. New York’ta yaşamış olan birkaç Türk sanatçı biliyordu. Onlar da Haring’i sanatçı olarak kabul etmiyorlardı. Hatta önemli yazarlardan bir tanesi “Keith Haring’i kopyaladılar, çakma bu” diye yazdı. Biz de dedik ki bunu bilinçli yaptık Haring’in anısına… Dünyada yapılır böyle şeyler (gülüyor). O zaman yaptığımız şeyleri deli saçması olarak değerlendiriyordu millet. Şimdi Serotonin‘lerdeki enstalasyonları kopya ediyorlar mesela. Hatta bizi eleştiren sanatçılar yapıyor bunu.
Street art adı 1990’larda Türkiye’de geçmezken siz street art projeleri yapmışsınız. O dönem dünyayı nasıl takip ediyordunuz?
Arkadaşlarım Berlin’e gidip geliyordu, Berlin duvarını anlatıyorlardı. Ben ancak 1994’den sonra yurt dışına çıkabildim. O zamana kadar pasaport alamıyordum.
Kent insan yaşantısının çok önemli bir parçası ve çağdaş sanatın içinde de sokaklar çok önemli bir yer tutuyor. Sokak kullanan insan kendisiyle barışık. Bunlar tabii çok eskilerden, klasik zamanlarda mural’lerle başlamış, hâlâ devam ediyor. Ama bir yandan da tepkisel olarak graffiti doğmuş, öte yandan da sokağa yerleştirilen sanat var. Mesela biz İstanbul Design Week’i yaparken sokaklarda, meydanlarda enstalasyonlar yapıyorduk. Belli tasarımcılara, belli sanatçılara objeler tasarlatıp sokağa yerleştiriyorduk. Karaköy’e, Taksim’e, İstiklal Caddesi’ne, farklı yerlere… Onlara da devam etmek istiyoruz aslında. Tabii bunun bütçesini ve sponsorluk sistemini çözmek gerekiyor. Vakko’ya Duyarkatlar projesini hazırladık ve bir bütçe götürdük Bay Vitali’ye. Bay Vitali baktı projeye. Bu arada toplantıdan önce bize Bay Vitali para vermez, eli çok sıkıdır dediler. Kendisi ben iki mislini vereceğim size, bu para yetmez dedi. O kadar güzel, o kadar vizyoner bir insandı.
“Bu işin doğasında yaşam var.”
Kamusal alanda sanatın gücünü Türkiye biraz geç keşfetti. Street art’ın gücünü ise hâlâ keşfedebilmiş değiliz maalesef. Venedik Bienali’nde son dönemde en çok ses getiren işlerinin altında Saype, JR gibi street artist’lerin imzası var. İkisi de Türkiye’ye geldi. Ama İstanbul Bienali’nin programında street artist’leri göremiyoruz. Neyse ki Contemporary İstanbul’a tek tük de olsa sızan street artist’ler var. Onlar da tuvalleriyle sızabildiler. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
O zamanlar biz çok özgür hareket ediyorduk. Arkamızda bir sivil toplum bile yoktu. Sokakta bireysellik çok önemli. Kolektif oluşturabiliyorsunuz. Orada da bireyler var. Seratonin‘i yapan insanlar da bireyler… Bazı bireyler ve firmalar bizi destekledi. Ama biz kimseye fatura kesmedik. Dedik ki şunu yapacağız, şuraya ödemeyi yapar mısınız, buraya bunu yapar mısınız? Değişik bir mantıkta iş yaptık ve herkes de bize çok destek oldu. Yalnız çok ciddi finansal sıkıntı çektik. Ondan sonra profesyonel hayata tekrar atıldım ben. Bir vakıf kurduk. İstanbul Sanat Tanıtım Araştırma Vakfı diye. Ama vakfın da kaynak bulması gerekiyordu. İSTAV Vakfı hâlâ yaşıyor. Vakfa para bulmak için şirketleştik. Bunun belirli fonlarını oluşturmak gerekiyor ve sürdürülebilir bir şekilde devam etmek gerekiyor. Bazı bina sahipleri street art’ı binasının üzerinde kir olarak görüyor. Mesela Karaköy geceleri yaşamayan bir alan olduğu için orada street art rahat gidiyor. Ama başka bölgelerde sanatçının fikrini beğenmiyor, ideolojisini beğenmiyor, değiştirtmeye kalkıyor. Bu bir sorun. Sanatçı da kısıtlandığı zaman yapmıyor. Çünkü bu işin doğasında yaşam var. Mesela JR’la İstanbul’da proje yaptığımız zaman, JR’ın bazı print’lerinin üzerine graffiti artist’leri graffiti yaptı. Ama JR çok sevdi bunu. Dedi ki bizim sokak sanatının en büyük özelliği üstüne ekleme yapılması. Ben zaten onları yapıştırdıktan sonra fotoğrafını çektim, amacıma ulaştım. Zaten zamanla yok olacaktı.

Street art’ın en önemli farkı da bu değil mi? Sanatçı işini bitirdikten sonra iş sokağın malı oluyor. JR’ın projesi hakkında biraz daha detay verebilir misiniz?
Inside Out global bir projeydi. Üretim için belirli sponsorları vardı. Bir de Türkiye’de JR’ın ciddi koleksiyonerleri var. Onlardan birisi de benim bir arkadaşım olan Fırat Gönenç. Beni aradı, kentte çok proje yapıyorsun, bize yardımcı olur musun, diye sordu.
Bunları yapmak için izin almamız lazım. Vinçleri ayarlamak lazım. Bir sürü detayı var. Sonra yerleri seçtik beraber. Eski tersane içinde iki büyük iş yaptı. Çok güzel bir iş oldu. Bunların yapım aşamalarını çektim. Sonra ahbap olduk JR’ın ailesiyle. Kız kardeşinin yaş gününü kutladık İstanbul’da. Fırat tekne ayarladı. Sonra JR bana bir baskısını hediye etti.
JR konuları ve yapacağı yeri iyi seçiyor. JR’ın burada bazı işler yapması zor olabilir. Çünkü kitleleri yanında sürüklüyor. İzinlerini alırken ya da yapılış sırasında müdahale olabilir. Sokaktan birisi bunu beğenmedim diye şikâyet etse bile gelip engel olabiliyorlar. O da buna yanaşmıyor.
Sokakta başka projeler yaptınız mı?
Yaya sergileri yaptık mesela. Sanatçılar duvarlara ya da binalara, kent silüetine işler yaptı. Önce Şişli Belediyesi’nde yaptık, sonra Beyoğlu Belediyesi’ne sunduk. Şişli’ye sanatçı olarak katılmıştım. Beyoğlu Belediyesi’ndekini Emre Baykal ve Fulya Erdemci’nin küratörlüğünde yapmıştık. Tülin Ersöz’ün başında olduğu İstanbul Turizm Atölyesi diye bir altyapı vardı. Onunla beraber hem Beyoğlu Belediyesi hem Büyükşehir Belediyesi’ne projeyi sunduk. Karaköy Meydanı ve İstiklâl Caddesi’nde bazı sanatçılar kaldırımları boyadı, bazıları duvarlara bir şeyler koydu, bazıları enstalasyon, bazıları heykel yaptı. Haliç Tersanesi’ndeki vinçlerin üzeri de bu kapsamda boyanmıştı.
Heybede bekleyen işler var mı?
Bizim bir land art projemiz var, Harran Earth Works. Ünlü fotoğrafçı Michel Comte on yıl evvel, ben artık fotoğraf çekmek istemiyorum, sanat ve tasarım yapacağım dedi. Japonya’daki Naoshima Müzesi’ndekiler gibi Nevada Çölü’nde bir land art yapmak istiyordu. Yerin altında, görünmez bir alanı tasarlamaktı planı… Ben de dedim ki Harran’a gidelim seninle. Harran’a gittik, orada birkaç bin yıllık taş ocağı bulduk. Adı Bazda, ocak bir mağarayı andırıyor. Orayı bir süreliği kiraladık ama sonra uzun vadeli bir proje olması gerektiği için bunun kirasının devamı sorunu çıktı. Orası çok fakir bir bölge, kaymakamlığı gelir anlamında ülkenin en sıkıntılı kaymakamlığıymış. Bize sadece manevi desteklerini verebildiler. Dolayısıyla proje bir süreliğine askıda kaldı. Yurtdışından para bulup yapmaya kalkıyorduk ama şu an yaşanan savaş durumu bizi tedirgin ediyor. Sınıra sadece 12 kilometre uzaklıkta iş yaptığımız yer. Bir milyon metrekarelik bir alandan bahsediyoruz, projesi hazır, koşulları bekliyoruz.
Sanat eliyle devasa bir kırsal kalkınma projesi yaratmışsınız.
Ortadoğu’da barışın hakim olmasını bekliyoruz, projeye başlamak için. Çok emek ve para harcadık. 2025’te burada en azından bir happening yapmak istiyoruz. Michel’le Zürich’te bir design şirketi kurduk. Şirketin kazandığını buraya harcayacağız.
Oktowallz Street Art Hakkında:
Oktowallz, Görkem Kızılkayak tarafından 2025’te İstanbul’da kuruldu; amacı sokak sanatını kamusal alanda görünür kılmak ve yaratıcılar için yeni ifade alanları açmak. Oktowallz, sadece duvar boyamaya alışkın sanatçılarla değil; daha önce duvara hiç fırça vurmamış ama işleri sokakla paslaşan yaratıcılarla da çalışıyor. Sanatçıyı, izleyiciyi ve şehri bir araya getirerek sanatı gündelik hayatın doğal bir parçası hâline getirmeye çalışıyor. Daha fazla bilgi için sitesini ziyaret edebilirsiniz.




