Hayy Open Space, Umut Altıntaş küratörlüğünde Yapıt Kitap sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergi, kitabı bilgi taşıyıcısı bir araç olmaktan çıkarıp, kendi fiziksel varlığıyla —formu, mekaniği, hacmi, malzemesi ve üretim süreçleriyle— ele alan kavramsal bir zemine odaklanıyor.
“İçeriğini çıkardığımızda kitaptan geriye ne kalır?” sorusundan yola çıkan sergi, kitabın sembolik anlamlarını askıya alarak onu yeniden görmeye, yeniden okumaya çağırıyor. İçerik-okur ilişkisi yerini form-izleyen ilişkisine bırakırken, kitap; baskı, kâğıt, ağırlık, koku, ses, dolaşım, kullanım alışkanlıkları gibi izleyicinin çoğu zaman fark etmeden temas ettiği yönleriyle açığa çıkıyor.
Sergideki Sanatçılar
Alparslan Baloğlu, Emirkan Cörüt, Daniel Eatock, Gizem Hız, Amir Jamshidi, Vedat Ozan, Yağız Özgen, Monica Papi, Sarah Belle Reid, Ulaş Uğur, Gül Yavuz, Saliha Yavuz ve Caner Yılmaz gibi farklı disiplinlerden 13 sanatçının üretimleri; kitap nesnesini video, yerleştirme, ses, resim, yazı, buluntu malzemeler ve algoritmik yaklaşımlar aracılığıyla yeniden kuruyor.
Küratör Umut Altıntaş, kitabı “kendi dışında hiçbir şeyi temsil etmeyen” bir nesne olarak düşünme pratiğini izleyiciye sunarak; kitabın hem somut hem soyut potansiyellerinin açığa çıkmasına zemin hazırlıyor.
Umut Altıntaş’la kitabın içerikten bağımsız varlığı ve sergiyi nasıl kurguladığı hakkında konuştuk.
Yapıt Kitap 27 Aralık’a dek Hayy Open Space’te görülebilir.

“İçeriğini çıkardığımızda kitaptan geriye ne kalır?” sorusu serginizin çıkış noktası. Malzeme, form, baskı, hacmi gibi kitabı yalnızca kendi bileşenleriyle ele alma fikrinin ortaya çıkış sürecinden söz eder misiniz?
Bu fikir, 2018 yılında yazdığım “Yapıt (olarak) kitap: Kitabın fiziksel varlığı üzerine kavramsal okumalar” isimli Sanatta Yeterlik tezimden ortaya çıktı. Hatta tezi yazdığım sırada Manifold’ta yayımladığım “Kitap Üzerine Olur Olmaz Fikirler” yazısında bu sergide görülebilecek bazı işlerin taslak fikirleri bile yer alıyordu*. Tezin ana kaynağı, Ulises Carrión’un The New Art of Making Books (1975) isimli manifestosu. O manifestodan ilhamla düzenlenen Book Show sergisinden ve orada yer alan işlerden çok etkilenmiştim. Sergi, Gavin Wade ve James Langdon’ın küratörlüğünde Eastside Projects’te 2010 yılında açılmıştı ve boş kitaplar üzerine okumalar yapılan bir masadan başlayıp, “obje” olarak kitaba uzanan geniş bir anlatım perspektifi içeriyordu. Tezde hem bu sergiye hem de tarihten örneklere yer vererek kitap nesnesinin sanatsal üretim biçimlerine ve anlamlarına odaklanmıştım. Sonrasında Aslak Gurholt ve Martin Asbjørnsen’in küratörü olduğu Works on Books’a denk geldim. Beni heyecanlandıran türden düşüncelerin ve işlerin yer aldığı bu iki sergi, Yapıt Kitap’ın ilham kaynağı oldu. İkisinde de yer alan Daniel Eatock Works on Books için önerdiği kitabı bu sergiye özgü olarak yeniden üretti.
“İçeriğini çıkardığımızda kitaptan geriye ne kalır?”
Kavramsal sanatın düşünce metotlarına yakınlık duyan ve fırsat buldukça pratiğimde benzer yolları arayan bir kitap tasarımcısı olarak, bu olasılıkları gösterebileceğim bir sergi açmak istedim. Genelde aklıma bir fikir geldiğinde o fikirle kendi başıma mücadele etmek yerine, sanatın farklı alanlarında çalışan ve akıllarına güvendiğim insanları davet edip birlikte düşünmeyi ve üretmeyi tercih ediyorum. Bu sergi de öyle gelişti. Kafamı meşgul eden “İçeriğini çıkardığımızda kitaptan geriye ne kalır?” sorusunu 13 kişiye yönelttim ve hepsinden kendi dillerinden cevap vermelerini (veya belki o soruyu yeniden sormalarını) istedim.
Kitabı içeriği dışında handiyse sanatsal bir form olarak değerlendiriyorsunuz. İçerik-okur ilişkisini form-izleyen ilişkisine dönüştürmekle neyi amaçladınız?
Bir insanın kitapla “okuyucu” olarak kitapçıda, kütüphanede veya bir evin kitaplığında karşılaşmasıyla, “izleyici” olarak galeri mekânında karşılaşması arasında fark var. Kitabın zaten bildiğimiz bir “şey” olduğu gerçeğini hiç düşünmeden, sorgulamadan elimize alıp kurcalamamız; arka kapağındaki tanıtım metnini okumamız, içini açıp göz gezdirmemiz, belki ilk satırları okumamız gibi olağan davranışların “sergilenen” bir kitapta neye dönüşebileceğini; “kurcalamaya” alışkın olduğumuz nesneyi bu sefer “izlemeye” yöneldiğimizde neyi “okumaya” başladığımızı görmek/göstermek istedim. Geleneksel anlamda kitap bilgi taşır ve aktarır. Bu sergide, içeriği olmaksızın kendini taşıyan; düşünce olarak yapılma aşamasından matbaada bitme aşamasına, kitapla kurduğumuz kişisel bağlardan kullanılan malzemelerin kökenlerine; masada, rafta, elde nasıl durduğuna; nasıl bir kokusu veya sesi olduğuna; kitap gibi değil de resim gibi görünse neye benzeyeceğine; bu sefer “öyle” değil de “böyle” dursa, hatta hep durduğu yerde hiç olmasa nasıl olur(a) bakmak istedim.

Bazı işlerde kitap temsili doğrudan nesne ya da malzeme üzerinden kurulurken, bazılarında algoritmik, soyut ya da performatif yönler öne çıkıyor. Bu bağlam sizin küratöryel yaklaşımınızı nasıl yansıtıyor?
“Kitap”, bu sergide ateşleyici bir kavram ve içerisinde soyut ve somut bir sürü üretim potansiyeli taşıyor. Bazı sanatçılar bu potansiyeli soyut bir düşünme modeli olarak ele alırken, bazıları fiziksel özelliklere odaklandı. Hatta kitabı doğrudan alışkın olduğumuz biçimde ele alıp yeniden üretenler de oldu. Ama söylemleri farklıydı. Bu çeşitlilik, davet ettiğim sanatçıların kendi üretim mecralarına ve yaklaşımlarına özgü gelişti. Zaten baştan öyle olmasını arzu ettim. İşi ses üretmek olan bir besteci, yine en iyi bildiği enstrümanı kullanarak ses üretti ve “kendi başına var olabilen bir kitap” fikrini alıp, “kendi kendisini yazıp icra edebilen bir müzik” eylemine dönüştürdü. Bir illüstratör üslubunu kullanarak “Kitap dediğimiz bu şeyin dilini yazmaya ve okumaya nasıl başlarız?” düşüncesi üzerinden cevap verdi. Galerinin arşivinde yer alan kitaplar bile bir performans aracılığıyla yeniden yerleştirilerek sergiye dahil oldu. Sergiye katılan herkesin kendi dünyasından yaklaşmasını istedim ki, sembolik olarak çok güçlü bir kimliğe sahip olan bu nesneyi bu sefer görmeye pek alışkın olmadığımız şekillerde görebilelim. Bu açıdan, sergiye bilindik anlamda kitap görme beklentisiyle gelen izleyicilerin beklentilerinin farklı açılardan karşılandığına ve şaşırmalarına tanık olmak güzel.
“İşleri bizzat galeriye gelip görmek gerekiyor.”
Serginin bir diğer özelliği de sosyal medyadan fotoğraflar aracılığıyla tam olarak anlaşılamaması. İşleri bizzat galeriye gelip görmek gerekiyor.
Yayının sınırları ve nesne olarak varlığı ile ilgili ilk projeniz değil Yapıt Kitap, bundan önce de yine Hayy Açık Alan’da F: Fotokopi Yayın Projesi’ni gerçekleştirmiştiniz. Basılı materyal sizin için kavramsal düzlemde ne ifade ediyor?
Bir grafik tasarımcı olarak basılı malzemeye karşı ayrı bir bağ kuruyorum şüphesiz. Çünkü basılı olan, materyal çeşitliliği ve kullanım alanları açısından çok zengin anlatım olanakları sağlıyor. Söz konusu kitap tasarımı olduğunda kâğıt tipleri, boyut, kalınlık, ağırlık, baskı ve cilt yöntemleri gibi tercihler her kitabı birbirinden farklı kılıyor.
“Kitap, yüzyıllar boyu yaşamını sürdürebiliyor.”
Ayrıca kitabı okuma, sayfayı çevirme, elde tutma, masaya veya rafa koyma gibi alışkanlıklar ise kolaylıkla yönlendirebileceğiniz ve içeriğe dönüştürebileceğiniz tasarım kararlarını beraberinde getiriyor. Ayrıca kitabı (afiş, logo, ambalaj gibi) diğer grafik tasarım ürünlerinden ayıran en büyük farklardan biri de son kullanma tarihinin olmaması. Kitap, yüzyıllar boyu yaşamını sürdürebiliyor.
Basılı kitaba karşı duyduğum ilk ilgi, 2008 yılında Esen Karol’un atölyesinde, üzerinde düşünme fırsatı yakalayabileceğim ve onu en saf hâliyle dönüştürebileceğim boş bir kitap nesnesiyle karşılaştığımda ortaya çıktı. Kitabın tasarlanmayı bekleyen endüstriyel bir mecra olmasından öte, üzerine düşünmeyi gerektirecek kavramsal bir düzleminin de olduğunu ilk o atölyede anlamıştım. Kitap dediğimiz şey zaten kendiliğinden, bugüne kadar geldiği hâliyle bir “fikir”. Ben ona hiç dokunmasam da var. Kararı kendiliğinden verilmiş. Bu noktadan itibaren ne yaparsak yapalım o nesne kendi üzerine katlanarak başka anlatılara dönüşmeye başlıyor, kendinden ve kendiliğinden çoğalıveriyor. İşte bunlar üzerine düşünmek bana o zamandan beri çok heyecan veriyor.

*kaplanacak kitap, “kitap kabı”
[Mesud b. Ahmed, Süheyl ü Nevbahar terc., 1354][1] Kesilmiş dana derisi
[2] Vegetal deri, renkli hamur kâğıt, ham pamuk bez, bitkisel boyalı ciltleme bandı
[3] Kuzu derisi, bitkisel boyalı pamuk bez, keçi derisi, iplik dikişli hamur kâğıt
[4] Boyanmış kuzu derisi
[5] Üç parça kuzu derisi
F Projesi’nde (2019) bu düşünce deneylerini basit bir A4 ve A3 ofis kâğıdı ve bir fotokopi makinesi aracılığıyla yapmaya çalışmıştık. “Başka bir içeriğin kopyası olmayan, orijinal bir fotokopi yayın üretilebilir mi?” sorusunu merkeze almıştık. Orada malzeme ve mecra sabit, içerik değişkendi. Bu sergide ise içerik sabit, malzeme ve mecra değişken.
Çoklukla içeriğini ön planda tuttuğumuz kitap, enikonu “güzel” bir nesne. Bir nesne olarak kitabın bulunduğu fiziksel mekânla ilişkisini nasıl betimlerseniz?
“…koltukta, metroda, orada burada, her yerde…”
Kitap, önce matbaada 100 x 70 cm’lik, üst üste istiflenmiş kâğıtlar hâlinde basılıp, ciltlenip kesildiği giyotin tezgâhına, oradan kolilere yerleştirilip sahiplerine ulaştığı ana kadar yaşadığı yolculuktan kitapçıların raflarına; o kitabı raftan alan bir insanın kitabı tuttuğu iki elinden koyduğu çantasına, ardından evine gelip attığı masasına veya rafta duran diğer kitapların yanına; düzgünce ya da belki uzun bir süre hiç okunmamak üzere öylesine sıkıştırılmış vaziyette; koltukta, metroda, orada burada, her yerde…
Kitapları çok düzgün saklayanlar, koruyanlar, kimseyle paylaşmayanlar da var; her yerine çizip notlar alan, kıvıran, buruşturan ve başkalarına ödünç vermekten çekinmeyenler de. Ben bazen çok sevdiğim bir kitaptan iki kopya alırım: Birini hunharca kullanırım, diğerini poşetinden bile çıkarmam. Aynı kitabın bir koleksiyon kopyası ve bir de kullanılan kopyası bulunur. Matbaaları ziyaret ettiğimde bazı kitapların hatalı veya prova baskılarını edinirim. Bu baskılar piyasaya sürülmezler; dolayısıyla çöpe gidecekken benim kütüphanemde kendimce “değerlenmiş”, diğer kopyalarından farklı bir anlama bürünmüş olurlar. Sevdiğim bir tasarımcının elinden çıkan bir kitabın, bizzat o tasarımcı tarafından hediye edilmiş kopyası benim için çok anlamlıdır. Yıllar önce tasarlayıp yayımladığım bir kitabı, hiç tanımadığım birisinin dünyanın başka bir yerindeki bir kitapçıda görüp sosyal medyada beni etiketleyerek paylaşması bambaşka bir şey söyler.
“Kitap, bulunduğu yerin fiziksel koşularını da etkiler.”
Kitap, bulunduğu yerden bağımsız olarak kendi fiziksel mekânını da oluşturur. Zaten bir hacmi ve ağırlığı vardır. Sayfaları çevirirken içinde gezinirsiniz. Okurken kaybolabileceğiniz gibi ilginizi çekmezse sıkılıp hızlıca bakıp çıkarsınız. Çok kitap olan bir ev, çoğunlukla kitapların önceliğine göre düzenlenir; en çok yer kaplayan onlardır, taşınması en zor olanlar da. Kitap, bulunduğu yerin fiziksel koşularını da etkiler.
Yani kitap, aslında insanı odağına alan; kimin nasıl okuduğu, kullandığı, nasıl paylaştığı ve nasıl sakladığıyla ilişkili olarak, zamansal ve mekânsal yolculuklarıyla yaşamaya devam eden, sıradan ama bir o kadar da kıymetli bir nesne.




