Sen, "Bu Çağın İnsanı" Hep Birlikte Çürüdüğümüzü Biliyor musun? - ArtDog Istanbul
Bu Çağın İnsanı kitabının kapağından detay. Görsel: Emrah Yücel.

Sen, “Bu Çağın İnsanı” Hep Birlikte Çürüdüğümüzü Biliyor musun?

Artık hiçbir şey yüz yüze yaşanmıyor. Keder story’de, öfke yorumda, direnç retweet’te eriyor. Gerçeklik yerini gösteriye bıraktı. Bedia Ceylan Güzelce'nin yeni kitabı "Bu Çağın İnsanı", gösterilenle yaşanan arasındaki uçuruma odaklanıyor. Bireysel kırılmaların aslında sistemsel olduğunu, yalnızlığın değil, yalnızlaştırılmanın toplumsal bir politika hâline geldiğini açıkça gösteriyor.

Bu çağın insanı yalnız. Ama sessiz bir yalnızlık değil bu; gürültünün, bildirimlerin, kaydırılan ekranların, unutulmak üzere yazılmış cümlelerin ortasında yaşanan bir yalnızlık. Hiçbir şey gerçekten yaşanmıyor artık. Duygular hızla dijitalleşmiş cümlelere sıkıştırılıyor: itiraz bir tweet, keder bir story, öfke birkaç yorumla geçiştiriliyor. Okul, sadece sınav merkezine dönüştü. Medya, gerçekliği değil, sansürü yaydı. Bedia Ceylan Güzelce’nin, deneme yazılarından oluşan Bu Çağın İnsanı kitabı tam da bunları anlatıyor.

Yalnızlık Kişisel Değil. Kitlesel

“Sen bu çağın insanı, hep birlikte çürüdüğümüzü biliyor musun?”

Bu Çağın İnsanı, gazeteci, tv-radyo programcısı ve yazar Bedia Ceylan Güzelce’nin romanları 1473, Göğün Bütün Çeyrekleri ve Soyka‘dan sonra dördüncü kitabı. Kitap, bir bireyin değil, bir toplumun halini anlatıyor. Kırgın bir entelektüelin iç dökmesi değil; ayakta kalmaya çalışan milyonların, bastırılmış duygularla, yorgunlukla, korkuyla, yalnızlıkla örülmüş hayatlarının sesi gibi okudum ben. Kitapta anlatılan yalnızlık kişisel değil. Kitlesel. Sistemli.

Kolektif Bir Travmanın Tanıklığı

Güzelce’nin kitabını, dönemin toplumsal ruh halini bireysel kırılmalar üzerinden okuma girişimi olarak görüyorum. Kitap, farklı yaş, sınıf ve cinsiyetten karakterlerin iç sesleri aracılığıyla bugünün insan durumunu sorguluyor. Geleneksel anlatı örgüsünden uzaklaşarak her bölümü bir kişinin iç sesiyle başlatıyor. Bu kişisel anlatılar – bir kadın, bir anne, bir sokak çocuğu, bir işsiz, bir genç kız – görünürde birbirinden farklı olsa da temelde aynı duyguyu paylaşıyorlar: yorgunluk, yalnızlık, kopuş. Bu ortak duygu durumu, kişisel bir sorun olmaktan çıkarak sistemli bir yalnızlaştırmanın sonucuna işaret ediyor.

Bu Çağın İnsanı, Bedia Ceylan Güzelce, Çınar Yayınları, 2025

Sosyal Medya ve Algoritmik Uğultu

“Birbirimizi ne zamandır göremiyoruz böyle?”

Bu görememek hali, fiziksel mesafeden ziyade duygusal ve toplumsal bir körlük. Bugünün insanı ekranda var, gerçekte yok. Gerçekten yok, yokuz.

Artık hiçbir şey yüz yüze yaşanmıyor. İtirazlar tweet’te, keder story’de, öfke yorumlarda tüketiliyor. Gerçeklik yerini etkileşime bıraktı. Düşünmek yerine gösteriyoruz. Anlatmak yerine sunuyoruz. Sessizlik değil, algoritmik bir uğultu var. Ve bu uğultu, hiçbir gerçek talebi taşıyamıyor.

Bu Çağın Sineği

Kitabın en çarpıcı metaforu olan sinek, değersizleştirilen hayatların simgesi olarak işlev görüyor. “Az önce öldürdüğün sineğin bir çocuk olduğunu, onun bir annesi olduğunu ve aslında bağırmadığını, ağladığını filan bilmeyiz” cümlesi, toplumun kıyısında yaşamaya çalışanların adının sineğe dönüştüğü bir dönemi ifşa ediyor.

Sessiz, küçük, kolayca göz ardı edilen, yokluğu fark edilmeyen bir varlık. Ama bu sinek, yalnızca bir hayvan değil. Görülmeyen insanların, sesi duyulmayan hayatların, toplumun dışına itilmiş, değersizleştirilmiş, yok sayılmış tüm varlıkların simgesi hâline geliyor.

Bugünün düzeninde sinek, yardım çığlığı atan mülteci çocuk, adını kimsenin bilmediği bir kadın işçi, hastane kapısında bekleyen yaşlı bir adam, sokakta büyüyen, ölen bir genç. Herkesin gözü önünde yaşıyor, herkesin sessizliğinde ölüyor.

Sinek, artık yalnızca sinek değil. Bir toplumun duyarsızlık sınavı. Vicdanın test edildiği her anda karşımıza çıkan bir varlık. Ve sineği öldürmek, artık yalnızca bir refleksten ibaret değil. Yaşamı değersiz gören bir zihniyetin, fark etmeden içselleştirdiğimiz bir parçası. Çünkü bu çağ, değer biçemediği her hayatı “sinek” sayıyor.

Bu çağda bazı ölümler ölümden sayılmıyor, bazı hayatların yasını tutmak bile lüks haline geliyor. Güzelce, kimin hayatının “kıymetli”, kiminkinin “gereksiz” olduğunu belirleyen ölçütleri sorguluyor.

Kadınların Görünmeyen Yükü

Kitap, kadınların taşıdığı görünmeyen yüklere de dikkat çekiyor. Sevgiyle, sabırla, sessizlikle taşınan yüklerin hiçbir karşılığının olmadığı bir düzende kadınlar, duygusal, fiziksel ve sosyal tüm yükleri omuzlarında taşımak zorunda kalıyor. “Ben seni hiç üzmezdim, sen beni hiç kırmazdın” cümlesi, duyulmamış bir emek ve dile getirilememiş bir öfkenin izini taşıyor.

Bedia Ceylan Güzelce

Sistemli Unutkanlık ve Ahlakî Sorumluluk

Bu Çağın İnsanı, bireysel gibi görünen kırılmaların aslında kolektif bir travmanın parçası olduğunu gösteriyor. Bir annenin suskunluğu, bir çocuğun duvara çizdiği resim, bir işçinin yorgunluğu – hepsi bu çağın sistemli unutkanlığının izleri. Güzelce’nin dili abartısız, süssüz ve doğrudan; bu sadelik içeriğin ağırlığını azaltmak yerine daha da yoğunlaştırıyor. Bireysel duyguları tekil anekdotlara sıkıştırmıyor; aksine iç dünyaların kolektif bir ruh haline dönüşmesini sağlıyor.

Tanıklığın Kayıt Defteri

“İnsan, bu düzende insan kalabilir mi?”

Bu Çağın İnsanı, yalnızca bir kitap değil; bu çağın unuttuğu seslerin, görmezden geldiği hikâyelerin ve susturulan duyguların kayıt defteri. Güzelce, “bireysel” gibi görünen sessizliklerin aslında sistemli bir yalnızlaştırmanın sonucu olduğunu gösteriyor. Çünkü bu çağda insanlar yalnızlıktan değil, yalnızlaştırılmaktan kırılıyor.

Kitap, bu nedenle rahatsız edici. Bu nedenle acil. Ve bu nedenle, belki de kurtarıcı.

Previous Story

Yasemin Saraç’tan “Ben Ölümü O Gün Anladım”

0 0,00