James Sutherland: “İnsan Nedir?” - ArtDog Istanbul
Fotoğraf: Etter Sacre

James Sutherland: “İnsan Nedir?”

İngiliz koreograf James Sutherland, Ankara Modern Dans Topluluğu için yarattığı "İnsan" adlı eseriyle izleyici karşısına çıktı. “-Özellikle içinde bulunduğumuz yapay zekâ çağında-, bizi insan yapan nedir?” sorusuyla ortaya çıktı diyen Sutherland ile konuştuk.

/

Devlet Opera ve Balesi bünyesindeki Ankara Modern Dans Topluluğu (Ankara MDT) programında yer alan ve İngiliz koreograf ve dansçı James Sutherland tarafından koreografisi gerçekleştirilen İnsan geçtiğimiz ay sahnelenen prömiyer ile birlikte izleyiciyle buluştu. Geçtiğimiz yıllarda da Türkiye’de çeşitli çalışmalar yürüten Sutherland ile yapıtın yaratım süreci ve modern dans koreografisinin bugünü üzerine konuştuk.

Dans ve koreografi yolculuğunuz nasıl başladı?

Bu çok uzun bir hikâye. Uzun zaman önce London Festival Ballet bünyesinde klasik dans ile başladım ve Rudolf Nureyev’ın koreografilerinde dans ettim. Dürüst olmak gerekirse şu anda bulunduğum yere gelmek çok maceralı oldu. O zamanlar da klasik bale yapmakla pek ilgilenmiyordum. Dans etmeye İrlanda Ulusal Balesi’nde (National Ballet of Ireland) devam ettim ve onlarla neredeyse dünyayı gezdim. Ardından İsviçre’nin Basel şehrine gittikten sonra William Forsythe gibi önemli koreograflarla ve büyük isimlerle çalışmaya başladım. Sonunda ne yapacağımın söylendiği adeta bir kukla gibi olmak yerine, bu işi kendim yapmaya karar verdim ve koreografi öğrenmeye başladım.

CI BLOOM
CI BLOOM Mobil

Klasik Baleden Modern Dansa Uzanan Yolculuk

Aslında asıl istediğim öğrenmek değil, yapmaktı, bu benim içindeki arzuydu. Daha sonra bestecilere ve koreograflara için, Trisha Brown ve Judson Church rehberliğinde düzenlenen ve bana büyük ilham veren bir kursa katıldım. O zamandan beri serbest çalışıyorum ve Türkiye’ye gelip bu koreografiyi de bu sayede çalışabildim. 20 yıl önce kurduğum kendi topluluğumda işlerimi üretiyorum ve tiyatroya bu kadar büyük bir talebin olduğu Almanya gibi bir yerde yaşadığım için çok şanslıyım.

“İnsan”ın Doğuşu

Ankara Modern Dans Topluluğu (MDT Ankara) ile gerçekleştirdiğiniz ve sizin koreografisini üstlendiğiniz İnsan gösterisinin prömiyeri 18 Şubat tarihinde sahnelendi. İnsan nasıl ortaya çıktı? Hikâyesinden bahseder misiniz?

İnsan fikir olarak hep ilgimi çeken bizi insan yapan nedir “-özellikle içinde olduğumuz yapay zekâ çağında-?” sorusuyla ortaka çıktı kısmen. Bu soru üzerine düşünürken sonunda insanın kendi fiziksel kapasitesinin üzerine çıkma potansiyeline dair kendi cevabıma ulaştım. Zamana ve mekâna da bağlı olarak, ruhsal ve fiziksel kapasite birleştiğinde bizi daha ileriye iten inanılmaz bir güç ortaya çıkıyor. Mesela çocuğu otobüsün altında kalan bir annenin içinden çocuğunu kurtarmak için olağanüstü bir kuvvet çıkabiliyor. “Bunu nasıl yapabiliyor?”, “Bu güç nereden geliyor?” gibi sorular kişiyi “Bizi insan yapan şey bu” cevabına götürüyor. İşte bu potansiyel bizi birçok olasılığın olduğu tamamen farklı bir düzeye götürebilir. Yapay zeka bu seviyede değil ve asla gelemeyecek. Bu beni büyüledi ve bunu dansta nasıl gösterebileceğimi düşünmeye başladım. İşte “İnsan”ın fikrine böyle geldim ve bunun harika bir dans gösterisi olabileceğini düşündüm. Umarım sahnede gördüğünüz şey de budur… Ötesine geçmekle ilgili bir koreografi…

Kültürlerarası Bir Deneyim

Görüşmemizde bu prodüksiyonun çeşitli kültürler ve farklı kültürel anlayışların karşılıklı değiş tokuşu bağlamında çok özel bir an ortaya çıkardığından ve bunun siz ve dansçılarda bir değişim yarattığından bahsettiniz. Bu sizin Ankara’ya ilk gelişiniz ve buradaki ilk üretiminiz olmadığını biliyorum. Bu kez nasıl bir çalışma üretim süreci geçirdiniz birlikte?

Bu parçanın bir ortak yaratım olduğunu söyleyebilirim. Yurtdışında bir ülkede yaratım sürecinde pek çok zorlukla başa çıkmak durumunda kalıyorsunuz. Sonuçta dünyayla ilgili benim bir fikrim var, sizin de belli bir derecede farklı bir bakış açınız ve fikriniz var. Benim için soru, bu fikirleri nasıl bir araya getirebileceğimle ve insanlara nasıl açıklayabileceğimle ilgili. Bu yüzden de dansçılar ve benim için büyük bir kültürel değişimin gerçekleşmesi gerekiyordu. Dürüst olmak gerekirse belli anlam ifade edecek bir iş için bir araya gelmek kolay olmuyor. Bu benim için inanılmaz zorlayıcıydı, zihnimi Türkiye’de yaşamın nasıl olduğunu birçok farklı yönden anlamak üzere açtı. MDT dansçılarının zihinlerini de benim çalışmalarımı anlamaya yönelik olarak açtığını düşünüyorum ve öyle olduğunu umuyorum.

Bir araya geldikçe olağanüstü şeyler gerçekleşti. İşin tamamı son birkaç günde tortaya çıktı ve bu benim bilgim sayesinde ya da onlara nasıl görünmesi gerektiğini söylememle olmadı. Aslında dans benden de onlardan da daha güçlüydü ve kontrolü ele geçirdi. Günün sonunda inanılmaz bir şey oldu ve birden tümünün neyle ilgili olduğunu anladılar. Bu onlar ve benim için oldukça dikkate değer bir deneyimdi. Farklı köklerden ve kültürlerden gelen insanlar bütünleşip “bir” olabiliyorlar. Ben de birdenbire onlardan biri olduğumu ve onların da benim bir parçam olduklarını hissettim. Bu özel bir deneyimdi.

Evet, daha önce Türkiye’de bulundum. O zaman da bir iş üretmiştim ancak o bir klasik bale topluluğu içindi. Stuttgart Balesi için bir iş gerçekleştirmiştim ve Ankara’daki klasik bale topluluğunun direktörü bu işi Ankara’da sahnelemek üzere beni davet etti. Çalışırken harika vakit geçirdim. Gerçekleştirdiğimiz iş Mavi / Blue 30 dakikalık kısa bir koreografiydi ve müzikler Bach ve Brian Eno’nun birleştiği bir eserden oluşuyordu. Bir koreograf olarak hem dansçılar hem izleyenler için özel bir an yarattığını ve yeni kapılar açtığını düşünüyorum. Bu benim buradaki ilk çalışmamdı. Daha sonra pandemi araya girdi. Ve o sırada 30. Yıl kutlamaları için Ankara MDT benimle temasa geçti. Beni müzikleri Laurie Anderson’a ait olan ve toksik ilişkilere alaycı bir bakış sunan O Superman isimli gösteri için davet ettiler.

Ardından Ankara MDT’nin direktörü Bürge Kayacan beni Ankara’ya yeniden davet etti. Bu kez eski bir işi sahnelemek yerine, yeni bir yaratım gerçekleştirmeyi tercih ediyordum. Bu şansı kendim ve dansçılar için değerlendirip, maceraya atılmayı istedim. Bu kadar maceralı bir deneyim olacağını pek beklemiyordum. Ama sonuçta harika bir oldu ve bunu yaptığımız için çok mutluyum. Umarım MDT de yaptığımız işten memnundur.

İnsan’da, izlerken ilginç ve şaşırtıcı bulduğum, çok özel, geleneksel Türk müziği eserleri var. Siz ve müzik direktörü bu iş üzerinde nasıl çalıştınız ve müzikle ilgili bu seçimler nasıl gerçekleşti?

Bu seferki benim için neredeyse yepyeni bir çalışma şekliydi. Çalışmaya başladığımda müzik ortada yoktu. Genellikle çok yoğun bir besteci olan Davidson Jaconello Ankara’ya geldi ve müzikler üzerine çalışmaya başladı. Öncesinde gerçekten hiçbir şey yapılmamıştı. Belli kararlar vermek zorundaydık ve öncelikle etrafımızda olan müzikleri kullanmamız gerektiğini düşündük. Dolayısıyla elektronik seslerle büyüleyici bir şekilde bir araya geldiğini gördüğümüz eski, geleneksel bazı Türk müziği parçaları belirledik. Bu, müziğe belirli bir derinlik veren bir temel yarattı ki bu da uğraştığım tema ile çok örtüşüyordu. İlk yarının temelinde insan var oluşunun çeşitliliği ve insanın fiziksel tarafı ile ilgili bir giriş söz konusu. İkinci yarı ise daha çok ruhsal, manevi tarafla ilgili. Ve koreografi Bolero eşliğinde ikisinin çarpışmasıyla sona eriyor. Bu, Davidson’ın da yakından takip ettiği belirgin bir tema idi. Bolero’yu insanların fiziksel ve ruhsal olarak, zamanın ve mekânın içinde senkronize olmasını temsilen kullandık.

Müziği gerçek anlamda gün gün çalıştık. Bazen provalarda ben bir parça deniyordum, o da bakıyordu. Yavaş yavaş müziği yoktan temellendirmiş ve var etmiş olduk. Bu şekilde çalışmanın dansın yaratım süreci bağlamında çok uyumlu olduğunu düşündüm çünkü sonuçta gördükleriniz duyduklarınız, duyduklarınız da gördükleriniz oluyor ve böylece danstan iki bölüm halinde bahsedebiliyoruz. Dolayısıyla müzik ve ses koreografinin gerçek anlamda ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

Modern Dansın Değişen Yüzü

Dans ve koreografi, son zamanlarda diğer alanların işin içine dahil olmasıyla birlikte daha disiplinler arası ve kolektif bir yaratım alanı haline gelmiş gibi görünüyor. Buna katılıyor musunuz ve eğer öyleyse, bunun izleyicilere nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?

Öncelikle, koreografinin ne olduğunu tanımlamalıyız. ‘60larda John Cage’in müzik alanında yaptığına benzer şekilde Judson Church’ün sahne sanatları ve dansın ne olabileceğini yeniden değerlendirmesi, yorumlamasıyla birlikte çağdaş dansta muazzam değişiklikler oldu. Tüm bu isimler ‘60larda ortaya çıktılar ve şimdi yavaş yavaş ana akım haline gelmeye başlayan koreografi kavramını temelinden alt üst ettiler. Koreografın artık dansçıların önünde adımları gösteren ve onlara ne yapacaklarını söyleyen kişi olmadığı bu sürecin temsilcileri William Forsythe ve Ohad Nahrin’dir.

Biz bir arada, kolektif olarak çalışıyoruz. Tabii ki fikirler ve adımlar önemli, ama burada yalnızca koreograf olarak siz yoksunuz, dansçılar da dahil oluyor. Dansçıların sizin önünüzde doğaçlama yaptığına ve konunun orada bittiğine dair çok büyük bir yanlış anlama var. Birçok insan koreografinin bu olduğunu düşünüyor ama konu bu değil. Önemli olan dansçıların nereye kadar gidebilecekleri ve koreografın onları ne kadar ileri taşıyabileceğiyle ilgili. Genel anlamda koreograf bugün izleyen ve „bu işe yarıyor, bu yaramıyor“ diyen kişi. Orada durup dansçılara adımları gösteren kişi değil. Bu günümüzde uyumlu ve bütünsel bir yapıt ortaya çıkarmanın muhtemelen tek yolu.

Bu radikal değişimin devam edeceğine inanıyorum. Koreograf önce bir fikir üzerine çalışıp ardından pek çok farklı yöne gidebilir. Peeping Tom ve Dmitri Papaioannou gibi örneğin sahnenin nasıl olması gerektiği gibi konularla ilgilenen müthiş isimlerin yaptığı gibi… Yani nihai yönetmen koreograftır çünkü yaratım sürecinde kullanmak istediği herhangi bir bileşeni kullanabilir. Her şey ona nasıl baktığına, bakış açınızın nasıl olduğuna ve ne söylemek istediğinize bağlı. Bu, dans alanında, diğer sahne sanatları formlarına göre muhtemelen daha fazla gelişiyor.

Tüm bunların izleyiciye nasıl yansıdığına gelince; ben bunun bir yapıtın anlaşılma şeklini değiştirdiğine inanıyorum. Yüzlerce kez tekrar eden bir şeyi izlemekten ziyade, performans ile birlikte bir deneyim yaşamaktan bahsediyoruz. Tiyatronun “şu anda” oluyor olması ve sizin de aynı anda onu deneyimlemeniz sahip olduğumuz bir güç. Bu çok geniş bir çerçeve olduğu için bunu gerçekleştirmenin yollarını bulmaya çalışan birçok insan var. Her şeyin mümkün olması işleri zorlaştırıyor. Ancak dışarıda bir yerlerde moden dansın veya modern dans olarak değerlendirdiğimiz şeyin basitçe “dahi” olarak nitelendirebileceğimiz temsilcileri var.

Tiyatro ve Yeni Medya

Yeni medya teknolojilerinin ve özellikle sosyal medyanın hızlanan gücünün bedenimiz, sahne sanatları bağlanımda bedenle kurduğumuz ilişki ve bu alanda kolektif üretim açısından bir şekilde daha derin bir anlayış oluşturmamıza yardımcı olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa tam aksine işleri biraz daha karmaşık hale mi getiriyor? Siz sanıyorum bunları destekleyici birer güç olarak nitelendiren taraftasınız…?

Bu çok ilginç bir soru. Tabii ki, yeni medya teknolojileri inanılmaz gelişiyor ancak uzun vadede bakarsanız, tiyatro söz konusu olduğunda zararı da oldu. Çünkü bir noktada tiyatro eğlence kültürünün %100‘üyken artık bugün belki de %5’ine gelecek kadar azaldı. Bu bakımdan tiyatronun ne olduğunu ve ne yaratması gerektiğini yeniden tanımlamalıyız. Bugün içinde yaşadığımız dünyada tiyatronun kültürel alışveriş ile dünyayı farklı bakış açıları üzerinden anlamak için yeni kapılar aralamak bağlamında önemli olduğunda hemfikirim. Tiyatro hâlâ bunun gerçekleşeceği yer, sosyal medya ise değil. Çünkü sosyal medyada ne görmek istediğinizi seçebiliyorsunuz. Tiyatroda ise bunu yapamazsınız, daha ziyade sorularla karşılaşırsınız ve dünyayı farklı açılardan algılarsınız. Tiyatro bu yönüyle size kültürel anlayışın açılımı olan ve insanın insan olmasının temeli olan seçeneği sunar.

Previous Story

Belkıs Balpınar’ın 40 Yılı “Zamanla Dokunanlar”

0 0,00