Cansu Sönmez ile "Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat"a Dair - ArtDog Istanbul
Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden. Cansu Sönmez, "Herkesin ve Hiç Kimsenin", 1:59', ai video, 2025. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

Cansu Sönmez ile “Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat”a Dair

Cansu Sönmez, "Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat" sergisinde zamanın ötesinde bir anlatımla zeytinin dönüşüm hikâyesine yer veriyor. 30 Nisan'a dek Pg Art Gallery'de devam edecek sergi hakkında sanatçı ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

/

Cansu Sönmez’in üçüncü kişisel sergisi Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat, 07 Mart- 30 Nisan tarihleri arasında Pg Art Gallery’de gerçekleşiyor.

Sanat üretiminde disiplinlerarası bir yaklaşım benimseyen Sönmez, doğa, insan ve iktidar arasındaki dinamikleri araştırırken malzeme ve kavramsal yaklaşımlarını sürekli dönüştüren bir pratik geliştiriyor. Distopya ve ütopya arasındaki ince çizgiyi keşfetmek, onun sanatsal süreçlerinin temelini oluştururken, malzeme seçimleri, mekânla kurduğu ilişkiler ve yeni teknolojileri ele alış biçimi sanatçının yönelimlerini şekillendiriyor.

Araştırmaya dayalı üretim pratiğiyle, akademik okumalar, saha çalışmaları ve doğrudan gözlem süreçlerini sanatına entegre eden Sönmez, insan, doğa ve mekân arasındaki bağları yeniden kurmayı amaçlıyor. Zaman içinde malzeme tercihlerinde dönüşüm gerçekleştiren sanatçı, endüstriyel materyallerden ekolojik sanat pratiklerine yönelerek sürdürülebilirlik ekseninde üretimler yapıyor.

CI BLOOM
CI BLOOM Mobil

Geçmiş projelerinde kentleşme, toplumsal hırs ve iktidar ilişkilerini sorgulayan sanatçı, son dönem çalışmalarında doğanın belleğine odaklanıyor. Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinde sanatçı, zeytinin tarihsel ve ekolojik anlamlarını yeniden yorumlarken, zeytin atıklarından üretilen biyo-deriler, yapay zeka destekli soyut formlar, video üretimi ve seramik zeytin taçlarıyla farklı üretim biçimlerini bir araya getiriyor.

Bu röportajda, Sönmez’in ekolojik sanatla kurduğu ilişkiyi, malzemenin sanatındaki yerini ve yapay zekanın üretim sürecine etkisini derinlemesine inceledik. Zeytin atıklarından biyo-materyallere uzanan bu süreçte, sanatçının form anlayışındaki dönüşümü ve yeni anlatı kurma biçimlerini kendisinden dinledik.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinin ortaya çıkış süreci nasıl şekillendi? Zeytinin metaforik anlatımı doğa ve insan temasıyla nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisi, Mardin Bienali’nin “Invited” sergisi kapsamında Bor Sanat’ın desteği ve Ebru Nalan Sülün’ün küratörlüğünde gerçekleşen Müşterek sergisi sürecinde şekillenmeye başladı. Bu süreçte, güneşe dair araştırmalar yaparken ilk kez zeytin atıklarından üretilen bir materyalle çalıştım.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden. Cansu Sönmez, “Herkesin ve Hiç Kimsenin”, 1:59′, ai video, 2025. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

“Mardin’de Geçirdiğim Bu Dönem, Doğa, Ekoloji ve Sürdürülebilir Malzemeler Üzerine Düşündüğüm Süreçleri Derinleştirdi.”

Mardin’de geçirdiğim bu dönem, doğa, ekoloji ve sürdürülebilir malzemeler üzerine düşündüğüm süreçleri derinleştirdi. Orada, Deyrul-Zafaran Manastırı’nı ziyaret ederken safran bitkisinin güneşle olan ilişkisini araştırıyordum. Güneşin fiziksel yapısını incelerken, yüzeyindeki pürüzlü dokunun insan derisi ve kurak toprakla benzerliğini fark ettim. Bu benzerlik, güneşin fiziksel temsili için bir deri materyali kullanma fikrini ortaya çıkardı. Ancak, bu derinin doğaya uyumlu ve ekolojik olması gerekiyordu.

Bu noktada Oleatex firması ile tanıştım. Zeytin atıklarından üretilen vegan biyo-deri, doğanın dönüşüm sürecini doğrudan malzemeye yansıttığı için benim için güçlü bir metafor oluşturdu. Oleatex, sürecime özel olarak laboratuvarlarını açarak malzemeyi geliştirmeme olanak sağladı. Son dönemlerimde bitkiler üzerine araştırıyor olmakla birlikte zeytine odaklanmam da bu karşılaşmayla birlikte şekillendi.

“Zeytin, Yalnızca Bir Bitki Değil; Medeniyetler Boyunca Barışın, Bereketin ve Bilginin Taşıyıcısı Olmuş Bir Varlık.”

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi, zeytin ağacının zamansal ve kültürel hafızasını merkeze alarak ele alan bir süreçle ortaya çıktı. Zeytin, yalnızca bir bitki değil; medeniyetler boyunca barışın, bereketin ve bilginin taşıyıcısı olmuş bir varlık. Onun dönüşümü, kök salışı ve yeniden varoluşu, doğa ile insan arasındaki bağın güçlü bir metaforuna dönüştü.

Bu sergide, zeytinin yalnızca tarımsal bir ürün değil, aynı zamanda ekolojik ve sosyo-kültürel bir miras olduğunu vurguluyorum. Zeytin atıklarından üretilen biyo-materyallerle çalışarak, dönüşüm fikrini fiziksel bir forma taşıdım.

Zeytin, köklü geçmişiyle insanın hafızasına, doğayla kurduğu ilişkiye ve geleceğe dair tahayyüllerine dokunan bir fenomen. Bu sergide, onun yaşamı sürdüren, yok oluşa direnen ve yeniden doğan yapısını hem metaforik hem de malzeme üzerinden somutlaştırarak anlatıyorum.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden genel görünürüm. PG Art Gallery, 2025. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

Günümüzde ekolojik dengelerin bozulması, ekonomik ve toplumsal belirsizlikler, varoluşsal bir prekarite (kırılganlık, güvencesizlik) hali yaratıyor. Zeytin ise tarih boyunca direnç, bilgelik ve sürekliliğin sembolü olarak görülse de, içinde bulunduğumuz çağda kırılgan ekosistemler ve değişen anlam dünyaları bağlamında yeniden düşünülebilir bir metafor hâline geliyor. Bu perspektiften bakıldığında, Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinde zeytinin tarihsel ve kültürel anlamlarını çağdaş bir bağlamda yeniden yorumlarken, prekarite kavramıyla nasıl bir bağ görüyorsunuz?

“Günümüzde Zeytinlikler, Betonlaşma Baskısı, Maden Ocakları ve İklim Değişikliği Nedeniyle Tehdit Altında.”

Prekarite, yani güvencesizlik ve kırılganlık, ekolojik ve toplumsal dönüşümlerin bir sonucu olarak giderek daha fazla görünür hale geliyor. Günümüzde zeytinlikler, betonlaşma baskısı, maden ocakları ve iklim değişikliği nedeniyle tehdit altında. Oysa zeytin, tarih boyunca köklü, dirençli ve nesiller boyunca sürekliliği temsil eden bir varlık olarak görülmüştü.

Bu sergide, zeytinin bu kırılgan ama aynı zamanda dayanıklı yapısını, prekaritenin ekolojik, sosyo-ekonomik ve politik yönleriyle birlikte ele alıyorum. Zeytin atıklarından üretilen biyo-materyallerle çalışmam da bu bağlamda anlam kazanıyor. Atık olarak görülen bir malzemenin dönüşerek yeni bir forma bürünmesi, yok olmanın yerine yeniden var olma ve dönüşme fikrini öne çıkarıyor.

Prekarite, yalnızca kriz ve yıkımla ilişkilendirilemez; aynı zamanda yeni olasılıkların doğduğu, farklı direnç biçimlerinin ortaya çıktığı bir alan da olabilir. Zeytinin varlığı, bu döngüsel değişimi temsil ediyor. Tıpkı bir zeytin ağacının köklerinden yeniden filizlenebilmesi gibi, sanat pratiğimde de dönüşüm fikrini odağa alarak, kırılganlık ve dayanıklılık arasındaki bu ince çizgiyi görünür kılmaya çalışıyorum.

Zeytin atıklarından üretilen biyo-materyal ve yapay zeka destekli soyut formlar aracılığıyla, doğanın yapısal değişkenliğini yeniden yorumluyorsunuz. Bu bağlamda, eserlerinizde geometrik kompozisyon ile akışkan soyut anlatımlar arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Geometrik düzen ile organik akışkanlık arasındaki sınırları sorgulamak, sanatınızın mekânsal anlatısını nasıl dönüştürüyor?

Sanat pratiğimde, doğanın yapısal formu ile insan yapımı sistemlerin estetik dili arasındaki ilişkiyi sürekli sorguluyorum. Kent üzerindeki çalışmalarım daha keskin hatlara sahipken bitkilere yöneldikçe bu hatlar daha akışkan formalara dönüştü.

“Ancak Doğa Her Zaman Kesin Sınırlar İçinde Değil, Akışkan, Değişken ve Kendini Sürekli Yeniden Üreten Bir Sistem İçinde Var Oluyor, İçinde Karşıtlıklarda Barındırıyor.”

Geometri, doğanın içinde var olan matematiksel düzenin bir yansıması olduğu gibi, insanın doğayı anlamlandırma ve ona müdahale etme biçimlerinden biri olarak da düşünülebilir. Ancak doğa her zaman kesin sınırlar içinde değil, akışkan, değişken ve kendini sürekli yeniden üreten bir sistem içinde var oluyor, içinde karşıtlıklarda barındırıyor.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden. Cansu Sönmez, “Ölmez Ağacı”, vegan deri kolaj, 70×100 cm, 2025. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

Yapay zeka destekli görsellerde, doğanın algoritmik olarak yeniden üretildiği, ancak bu sürecin içinde rastlantısallığın ve belirsizliğin de devreye girdiği bir yapı var. Biyo-materyallerde ise, doğadan alınan bir atığın tekrar şekillendirilerek yeni bir form kazanması, doğanın hem geometrik hem de organik süreçlerle iç içe geçen yapısını yansıtıyor. Geometrik yapı ile akışkan formlar arasındaki denge, doğanın hem düzenli hem de kaotik oluşunu aynı anda barındırmasından ilham alıyor. Sergide yer alan işler, bu dengeyi bozmadan, organik olan ile hesaplanmış olanın iç içe geçtiği bir alan yaratıyor.

Sanatta kullanılan malzemenin kaynağı ve etik yönü sizin için ne kadar önemli?

“Malzeme, Yalnızca Bir Araç Değil; Üretim Sürecinin, Emeğin, Ekolojik Sistemlerin ve Kültürel Mirasın Bir Parçası.”

Malzeme, yalnızca bir araç değil; üretim sürecinin, emeğin, ekolojik sistemlerin ve kültürel mirasın bir parçası.

Zeytin atıklarından üretilen vegan deri, yalnızca sürdürülebilir bir malzeme alternatifi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda tüketim alışkanlıklarımızın nasıl değişebileceğine dair bir öneri ortaya koyuyor. Yüzey işlerinin yanı sıra sergide yer alan heykel de tamamen zeytin atıklarından oluşturulmuş bir materyal ile basıldı heykelin basımını sürdürülebilir politikalarıyla mobilya üreten Factory Of Us gerçekleştirdi. Doğadan gelen bir malzeme, atık haline geldikten sonra yok olmuyor; aksine yeniden şekillendirilerek yeni bir anlatının parçası haline gelebiliyor. Bu süreç, sanatın yalnızca estetik bir alan değil, sürdürülebilir ve etik bir üretim pratiği olarak da nasıl var olabileceğini araştıran bir yaklaşımı içeriyor. Böylece sanat malzemesinin varoluş biçimiyle de dünyaya dair bir söz söylenmiş oluyor.

Sanat tarihi boyunca malzeme, sanat üretiminin temel unsurlarından biri olmuş; yalnızca yapı ve kompozisyon açısından değil, aynı zamanda taşıdığı sembolik, kültürel ve tarihsel anlamlar bakımından da derinlik kazanmıştır. Malzeme, bir sanat eserinin fiziksel varlığını mümkün kılarken, aynı zamanda onun kavramsal çerçevesini belirleyen bir öğeye dönüşebilir. Sizin sanat pratiğinizde ise malzeme, salt bir araç olmanın ötesine geçerek, ekolojik ve kavramsal bir anlatı kuran, dönüşebilen, zaman içinde farklı biçimler alabilen bir bileşene dönüşüyor. Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinde zeytin atıklarından üretilen vegan deriler ve doğal malzemelerle çalışmak, eserlerinizin ekolojik, kültürel ve tarihsel bağlamlarını nasıl yeniden şekillendirdi?

Kullandığım bu yeni malzeme bir zamanlar toprağa bağlı bir ağacın parçasıydı, şimdi ise başka bir formda varlığını sürdürüyor. Bu bana, doğanın asla tam anlamıyla yok olmadığını, sadece dönüşerek yeni anlatılar oluşturduğunu hatırlatıyor. Zaten malzemenin varlığı zeytin gibi kadim bir bitkiye daha yakından bakmamı sağladı.

“Sanatta Malzemenin Sadece Biçimsel Bir Öğe Olmaktan Çıkıp, Tarihsel ve Sosyo-ekolojik Bir Katman Taşıdığına İnanıyorum.”

Sergide yer alan biyo-materyalden oluşan yüzey çalışmaları ve heykel, vegan deri kolaj ve seramik zeytin dalı taçları, malzemenin zamansallığını ve ekolojik bağlamını görünür kılıyor. Vegan derinin yüzeyi, doğanın hafızasını taşıyan bir dokusal alan yaratırken, seramik binlerce yıldır süren varlığı ile geçmişin izlerini günümüzle ilişkilendiriyor. Bu malzemeler, aynı zamanda insan müdahalesinin doğa üzerindeki etkisini, sürdürülebilirlik ve üretim pratikleri üzerinden sorgulamamı sağlıyor.

Sanatta malzemenin sadece biçimsel bir öğe olmaktan çıkıp, tarihsel ve sosyo-ekolojik bir katman taşıdığına inanıyorum. Bu yüzden, eserlerimde kullandığım her malzeme, bir anlam taşıyor; doğanın döngüselliğini ve insanın bu döngü içindeki rolünü tartışmaya açıyor.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden. Cansu Sönmez, “Herkesin ve Hiç Kimsenin”, 1:59′, ai video, 2025. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

Sanat pratiğiniz, kent ve doğa arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir çerçeve içinde şekillenirken, malzeme kullanımınız da bu dönüşümün temel taşıyıcısı hâline geliyor. “Etki-Tepki” serisini yeniden yorumlarken, beton yerine zeytin atıklarından elde edilen sürdürülebilir malzemeleri kullanmanız, üretim sürecinizde estetik ve kavramsal bir kırılma noktası yaratıyor. Bu dönüşüm, sadece teknik bir değişim değil, aynı zamanda beşeri yapıdan ekolojik bir bakış açısına yönelen bir sanat anlayışını da yansıtıyor. Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinde, kent dokusunun katı ve yapay formundan doğanın içsel döngüsüne doğru ilerleyen bu dönüşüm, önceki işlerinizle kurduğunuz anlatıyı nasıl etkiliyor?

Önceki işlerimde genellikle kentleşme, insan-doğa ilişkisi ve endüstriyel süreçlerin doğayla kurduğu gerilimler üzerine çalışıyordum. Mekân, mimari ve yapı söküme odaklanırken, keskin geometrik formlar ve sert yüzeylerle çalışıyordum. “Etki-Tepki” serisi, beton gibi sert malzemelerle kentleşmenin insan üzerindeki etkilerini ele alırken, Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat daha organik ve dönüşüme açık bir malzeme diliyle bu ilişkileri sorguluyor.

“Bu Sergiyle Birlikte, Bitkilerin Zaman İçindeki Direnci, Ekolojik Döngüler ve Malzemenin Doğayla Kurduğu Bağ Pratiğimin Merkezine Yerleşti.”

Betondan biyo-malzeme kullanımına geçiş, aslında beşeri yapıdan ekolojik yapıya doğru ilerleyen bir dönüşümü de simgeliyor. Bu, yalnızca malzeme bazında bir değişim değil, kavramsal bir kırılma anlamına da geliyor. Kentin sert ve baskın formu yerine, doğanın kendi iç dinamikleriyle şekillenen bir süreç ön plana çıkıyor.

Bu sergiyle birlikte, bitkilerin zaman içindeki direnci, ekolojik döngüler ve malzemenin doğayla kurduğu bağ pratiğimin merkezine yerleşti. Kullandığım formlardaki katmanlı yapı, doğanın zamanla aşınan yüzeylerini, yeni formlara dönüşen bitki dokularını ve geçmişten bugüne taşınan sosyo-kültürel hafızayla olan bağını vurguluyor.

Sanat pratiğinizde yapay zeka araçlarının sunduğu esneklik ve yenilikçi olanakların, çalışmalarınıza ilham verdiğini belirtiyorsunuz. Bu bağlamda, yapay zekanın estetik gücünü eserlerinizde nasıl deneyimliyorsunuz? Yapay zeka ile çalışırken, insan yaratıcılığı ve makine öğrenimi arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Yapay zeka, sanat pratiğimde hem bir araç hem de bir ortak üretici. Geleneksel sanat üretimi, sanatçının doğrudan malzemeyle kurduğu ilişki üzerinden ilerlerken, yapay zeka ile çalışmak insan yaratıcılığı ve algoritmik süreçler arasında yeni bir diyalog kurmayı gerektiriyor.

“Özellikle Doğanın Yapısal Süreçlerini Simüle Etmek, Doğadaki Rastlantısallığı ve Kaotik Düzeni Dijital Araçlarla Yeniden Üretmek Açısından Yapay Zeka Benim İçin Büyük Bir Keşif Alanı.”

Sergide yer alan “Herkesin ve Hiç Kimsenin” adlı yapay zekâ videosu, zeytin ağacı üzerine yaptığım araştırmaların farklı veri setleriyle yorumlanarak yeni bir estetik form oluşturmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra, sergide yer alan heykellerin, zeytin dallarından taçların tasarım sürecinde yapay zekâyı, biyolojik ve mimari formları analiz eden bir hesaplama yöntemi olarak kullanıyorum.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat sergisinden genel görünüm. Fotoğraf: Deniz Tapkan.

Özellikle doğanın yapısal süreçlerini simüle etmek, doğadaki rastlantısallığı ve kaotik düzeni dijital araçlarla yeniden üretmek açısından yapay zeka benim için büyük bir keşif alanı sunuyor. Ancak bu süreçte, makinenin yalnızca bir üretici değil, sanatçının yönlendirdiği bir yaratıcı ortak olmasını sağlamaya özen gösteriyorum. İnsan yaratıcılığı ile makine öğrenimi arasındaki sınırları keskin çizgilerle ayırmak yerine, ikisinin birbirine nasıl eklemlendiğini, birinin diğerini nasıl tamamlayabileceğini araştırıyorum. Yapay zeka, insanın sezgisel yaklaşımıyla birleştiğinde, doğal ve dijital olanın sınırlarını bulanıklaştıran bir estetik deneyim yaratıyor.

Son olarak, serginizde, izleyicinin deneyimleyebileceği seramik zeytin taçları üretiyor ve zeytine dair kapsamlı bir dökümantasyon sunuyorsunuz. Bu iki unsur, zeytinin hem fiziksel bir nesne hem de tarihsel ve kültürel bir anlatı olarak nasıl ele alındığını görüyorum. Bu bağlamda, izleyicinin seramik taçları deneyimleyerek sürece fiziksel olarak dahil olması ve zeytin üzerine oluşturduğunuz dokümantasyonla düşünsel bir bağ kurması arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz? Ve sanatsal deneyimin bir bilgi aktarımına dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sergide, izleyiciyi yalnızca bir gözlemci olarak değil, deneyimin bir parçası olarak konumlandırmak istiyorum. Seramik zeytin taçları, hem fiziksel hem de tarihsel bir referans taşıyor; zeytinin ritüelistik ve sembolik anlamlarına izleyiciyi doğrudan dahil eden bir obje olarak sergide yer alıyor. Bu noktada, seramik taçların geleneksel anlamdaki “taç” kavramıyla kurduğu bağ da sorgulanıyor. Bir güç ve statü simgesi olarak bilinen taç, burada doğa ile kurulan bir bağın temsilcisi hâline geliyor. İzleyicinin bu taçları giymesi veya dokunarak deneyimlemesi, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden kurduğu bir ritüele dönüşüyor.

Zeytin üzerine oluşturulan dokümantasyon ise, izleyicinin bu deneyimi düşünsel bir bağlama oturtmasını sağlıyor. Yani sergi, hem bedensel hem de zihinsel bir deneyim olarak izleyiciyle etkileşime geçiyor. Bu, sanatın yalnızca bir estetik nesne değil, tarihsel ve kültürel bir aktarım alanı olarak nasıl var olabileceğini de sorgulayan bir yaklaşımı içeriyor.

Soğuk Su Kadar Eski Bir Tat, 30 Nisan’a dek Pg Art Gallery’de görülebilir. Cansu Sönmez, 2023 yılında yine Pg Art Gallery’de Cynara sergisinde bir enginar bitkisi ile çocukluk temasına yer vermişti.

 

Previous Story

“Uyuyan Güzel” Uyanıyor

Next Story

Oğuz Erten: Her Koleksiyoncu Kendini Toplar

0 0,00