Damla Yalçın ile “bir ev, içerisinde yaşadığım” Sergisine Dair - ArtDog Istanbul
Damla Yalçın, "bir ev, içerisinde yaşadığım" sergisi, imç5533, 2025.

Damla Yalçın ile “bir ev, içerisinde yaşadığım” Sergisine Dair

Damla Yalçın’ın Mart ayında imç5533’te gerçekleşen “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisi, izleyicilere mekânın sınırlılığını sorgulatır nitelikte. Son yıllarda değişkenliği betimlemesiyle işlevsel bulduğu biyosanatı pratiğine katan Damla Yalçın ile sergi, ev kavramı ve biyosanat ekseninde bir söyleşi gerçekleştirdik.

/

Damla Yalçın’ın “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisi imç5533’te Mart ayında gerçekleşti. Sergi, ev özelinde mekânın durağan algılanmasına karşın devingen bir yapısı olduğu kuramı üstünden, insan-mekân, yaşantı-zaman ilişkilerinin üstünde duruyor. Sanatçı bunu yaparken SCOBY malzemesini kullanarak biyosanatın imkânlarından yararlanıyor. Damla Yalçın ile “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisi, bir mekân olarak ev kavramı ile biyosanatın serginin kavramsal yanıyla nasıl örtüştüğüne dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

bir ev, içerisinde yaşadığım adlı serginizde mekânın sabitlikle ifade edilen genel geçer tanımını sorguluyorsunuz. Mekânı esnek ve akışkan bir alan olarak tanımlıyor ve tasarlıyorsunuz. Mekânın bu dönüşme potansiyelini biraz açmanız mümkün mü?

Mekânın dönüşme potansiyelini düşünürken, onu yalnızca fiziksel bir yapı olarak değil, hafıza, beden ve biyomalzeme ile kurduğu ilişkiler üzerinden ele aldım. bir ev, içerisinde yaşadığım isimli sergimde, mekânın sabit ve değişmez bir çerçeve içinde algılanmasına karşı, onun yaşayan, dönüşen ve içindeki varlıklarla birlikte şekillenen bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaya çalıştım.

CI BLOOM
CI BLOOM Mobil

“SCOBY, Sadece Biyolojik Bir Malzeme Değil, Aynı Zamanda Belleği, Geçmişi ve Deneyimleri Bünyesinde Taşıyan, Yaşayan Bir Yapı.”

Özellikle SCOBY’nin (Symbiotic Culture of Bacteria and Yeast) zaman içinde gelişen ve bulunduğu kaba, mekâna yayılan organik doğası, bu esnekliğin en somut örneklerinden biri. SCOBY, sadece biyolojik bir malzeme değil, aynı zamanda belleği, geçmişi ve deneyimleri bünyesinde taşıyan, yaşayan bir yapı benim için. Bunu söylememdeki neden evime, atölyeme gelen insanlara ikram ettiğim çayların kalan posasından tekrar çay üreterek SCOBY’nin fermantasyon sürecine girmesi sağlamam. İçinde bulunan malzemeler ile zamana ve mekâna ait öğelerin belleğini de içerisinde taşıması.

Damla Yalçın, “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisinden, imç5533, 2025.

SCOBY’nin biyolojik yapısı ve kavramsal olarak etkilendiğim smooth space (kaygan mekân) kavramı, mekânın esnek ve akışkan olmasını sağlayan temel unsurlar arasında. Félix Guattari’nin şekillendirdiği bu kavram, katı sınırlarla belirlenmiş mekân anlayışının aksine, sürekli değişen, akışkan ve farklı varlıkların birbirine geçtiği alanlar yaratma fikrine dayanıyor. Bu sayede mekânı esnek ve akışkan bir yapıya kavuşturmayı, SCOBY’nin var olma süreciyle ilişki kurarak gerçekleştirdim.

“Benim İçin Mekân Sadece İçinde Bulunulan Bir Yer Değil, Aynı Zamanda İçinde Hareket Edilen, Hissedilen ve Değiştirilen Bir Organizma.”

Sergide kullandığım yerleştirme yöntemleri, mekânın katı sınırlarını ortadan kaldırmaya yönelikti. SCOBY yüzeyler, transparan oluşlarıyla bir tür geçirgenlik sağlıyor ve izleyiciye mekânla farklı etkileşim kurma imkânı sunduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, benim için mekân sadece içinde bulunulan bir yer değil, aynı zamanda içinde hareket edilen, hissedilen ve değiştirilen bir organizma haline geliyor.

Mekân gibi kullandığınız biyomateryal SCOBY de içinde dönüşüm olanaklarını barındırıyor. Bu materyalle tanışmanız ve çalışmaya başlamanız nasıl oldu? Sizce serginin kavramsal çerçevesiyle nasıl örtüşüyor?

SCOBY ile tanışmam, akademik eğitim sürecimde biyomateryaller üzerine yaptığım araştırmalarla başladı. Lisans eğitimimi resim, yüksek lisans eğitimimi ise tekstil alanında tamamladım. Halihazırda üretimlerimi tekstil materyalleriyle gerçekleştirdiğim için, biyomateryallerle çalışma fikri bana doğal bir birliktelik gibi geldi. Yaklaşık beş yıl önce, tez sürecimde yaptığım okumalar ve araştırmalar beni SCOBY’ye (Symbiotic Culture of Bacteria and Yeast) yönlendirdi. Bu malzemenin biyolojik yapısını tanıdıkça, ilgim yalnızca akademik düzeyde kalmadı; üretimlerime ve sanatsal yaklaşımıma da derinlemesine yansıdı.

Damla Yalçın, “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisinden, imç5533, 2025.

Sanatsal üretimlerimde uzun süredir çocukluk, bellek ve mekân kavramları üzerine çalışıyorum. Son zamanlarda ise mekânla kurduğum ilişki ve bu konudaki okumalarım, pratiğimi şekillendirmeye başladı. İnsan, bir süre sonra yaşadığı yer ve içindekilerle bütünleşiyor; adeta uzuvlarının bir parçası haline geliyor.

“Doğduğumuz Ev, Anıların Ötesinde, Fiziksel Olarak İçimize Kaydedilmiştir…”

Gaston Bachelard’ın, “Doğduğumuz ev, anıların ötesinde, fiziksel olarak içimize kaydedilmiştir… Aradan yirmi yıl bile geçmiş̧ olsa, bilmediğimiz onca merdiveni çıkmış̧ da olsak, çıktığımız ‘ilk merdiven’in reflekslerine yeniden kavuşuruz…Evin varlığı da bize, bizim varlığımıza sadık kalarak tümüyle açılır. Gıcırdayan kapıyı aynı el hareketiyle iteriz, uzaktaki tavan arasına ışığı yakmadan gideriz. En küçük kapı mandalına bile elimizle koymuş̧ gibi ulaşırız.”alıntısında olduğu gibi, zamanla mekânı tanıyor ve onun içine yayılıyoruz. Tam da bu nokta doğduğumuz ev ile başlıyor.

SCOBY’nin büyüme süreciyle insanın mekânda var olma biçimi arasında bir paralellik kurdum. SCOBY, içinde bulunduğu kabın şeklini alarak büyüyor; yuvarlak bir kapta yuvarlak, kare bir kapta kare formunda gelişiyor. Tıpkı insanın mekânla kurduğu yayılma halini o da bulunduğu kap, mekân ile gerçekleştiriyor. Bu biyolojik adaptasyon, insanın yaşadığı mekâna yayılma biçimiyle benzerlik taşıyor.

Bu fikirden yola çıkarak, yaşadığım mekânların krokilerinden yola çıkarak kaplar oluşturdum ve SCOBY’yi bu kapların içinde fermantasyon olarak büyümeye bıraktım. Böylece, bakteri ve mayaların içinde bulundukları kabın şeklini almasıyla, belleğimin mekânsal bir form kazanmasını sağladım. SCOBY yalnızca fiziksel olarak değil, kavramsal düzeyde de sergimin ana ekseniyle örtüşen bir yapı sundu. Onun biyolojik yapısı ve geçirgenliği, mekânın sabit bir sınırdan çok esnek, akışkan ve değişime açık bir alan olarak ele alınması fikrini destekledi.

“Biyolojik Süreçle Benim Sergiye Yaklaşımım Arasında Organik Bir Bağ Var; Her İkisi de Durağan Değil, Değişime Açık ve Yaşayan Yapılar.”

Félix Guattari’nin ve Martin Heidegger’in mekân üzerine sorgulamaları SCOBY’nin geçirgenliği ve değişken formu, sergide mekânın sınırlarını muğlaklaştıran bir unsur olarak yer almıştır. Biyolojik süreçle benim sergiye yaklaşımım arasında organik bir bağ var; her ikisi de durağan değil, değişime açık ve yaşayan yapılar.

Damla Yalçın, “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisinden, imç5533, 2025.

SCOBY’nin simbiyotik kültürünü, “yer” ve “yaşam” ile kurduğunuz ilişkide bir metafor olarak görmek mümkün mü? Bu simbiyotik ilişkiyi sanatınıza nasıl entegre ediyorsunuz?

Tabii, mümkün. Heidegger’in yer anlayışı, yeryüzünün bir varlık olarak kendini sürekli saklayıp açığa çıkarma haliyle tanımlanır. Bu bağlamda, SCOBY’nin simbiyotik kültürü, tam anlamıyla açığa çıkmamış, sürekli evrilen ve kendini saklayan bir yapıyı temsil eder. SCOBY, maya ve bakterilerin etkileşime girdiği, sürekli değişen ve dönüşen bir mikro-evren yaratır kendi içinde. Bu evren, tıpkı yeryüzü gibi zamanla farklı biçimler alır ve her katmanda farklı izler bırakır. Bu bağlamda SCOBY, “yer”in ve “yaşam”ın sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu simgeler.

Çalışmalarıma bu simbiyotik ilişkiyi entegre ederken SCOBY ve diğer biyomateriallerin yaşam döngüsünü, mekânın ve yerin dönüşen doğasıyla paralel bir şekilde kullanıyorum. SCOBY, her yeni katmanda farklı bir yaşam biçimi üretir; bu, tıpkı bir mekânın içinde, zamanla dönüşen ve gelişen bir yerin izlerini takip etmek gibidir. Mekânı, sadece fiziksel bir alan değil, aynı zamanda bir yaşam döngüsünün, bir etkileşimin ve sürekli bir evrimin parçası olarak görüyorum.

Biyosanat pratiğimde, SCOBY’nin bu simbiyotik kültürünü bir metafor olarak kullanarak, izleyiciyi sadece varlıkların fiziksel varlıklarına değil, aynı zamanda bu varlıkların mekânla olan etkileşimlerine de odaklıyorum. SCOBY’nin yerle olan ilişkisini, bir mekânın içinde yaşadığımız deneyimlerle karşılaştırarak, mekânın ve yaşamın, sürekli birbirini etkileyen ve dönüştüren bir süreç olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

“SCOBY, Çalışmalarımda Bir Yerin Sürekli Evrimleşen Doğasını ve Yaşamın Her An Yeniden Şekillenen Dinamiğini Simgeleyen Bir Araç Olarak İşlev Görüyor.”

SCOBY, çalışmalarımda bir yerin sürekli evrimleşen doğasını ve yaşamın her an yeniden şekillenen dinamiğini simgeleyen bir araç olarak işlev görüyor. Bu ilişkiyi çalışmalarıma entegre ederken hem biyolojik hem de felsefi açıdan yerin ve yaşamın iç içe geçtiği, birbirini sürekli besleyen bir etkileşimi yansıtmayı amaçlıyorum.

Serginizde ilk dikkatimi çeken, alanın ortasında yer alan form oldu. Bana bir apartman planı ya da sur içi eski bir kent planını çağrıştırdı. İşin adı da sanırım Hamlekent I-2/9. Bu işten biraz söz etmeniz mümkün mü?

“Hamlekent I-2/9 İsimli Çalışmam Ankara’da Yaşamış Olduğum Yerin, Apartmanın İsmi ve Konumu.”

Hamlekent I-2/9 isimli çalışmam Ankara’da yaşamış olduğum yerin, apartmanın ismi ve konumu. Aslında tüm sergi ve biyomateryal ile olan ilişkimin ilk örnekleri bu şekil üzerinden ilerledi. Bu şekil bahsettiğim konumda yer alan evin krokisi, birebir ölçüleri değil, hatırladığım kadarki kısmı. En net hatırladığım ve içerisinde en uzun yaşadığım ev olduğu için tüm süreç bu kroki üzerinden gelişti.

Damla Yalçın, “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisinden, imç5533, 2025.

2022 yılında krokisini yaptırdığım kap içerisinde SCOBY’e üremesi için alan açtım. İlk denemem kontaminasyon nedeniyle başarısız oldu. Tekrar fermantasyon sürecini tekrarlamam gerekti. Kapların hacim büyüklüğünden dolayı en az 30l çay demlemem gerekti. Tüm koşulları uygun hale getirdiğimde istediğim yüzey kalınlığına uzun bir süre sonra ulaştı ve suyun üzerinden alıp, kurumaya bıraktım. Kuruduktan sonra ise kendi üretim disiplinim olan nakış tekniği ile mekânın bölümlerini işledim.

Sergilerken mekân ve yerleştirme üzerine çok düşündüm. Krokileri hep yatay düzlemde görürüz. Dikey düzlemde mekâna temas etmeden dursa nasıl olur diye düşünürken formun şekline uygun bir konstrüksiyon tasarlayarak içerisine askı aparatları ile astım. Bu sayede biyomalzemenin saydamlığı ve ışık geçirgenliği daha arttı.

Deleuze ve Guattari’nin ortaya koyduğu “smooth place” (kaygan ya da pürüzsüz mekân) kavramını düşünecek olursak, bizi lineer ve metrik olmayan, yoğun ve dokunsal bir yapıya; sürekli hareket ve akışkanlığa götürür. Serginin kavramsal odağı “ev”e dönecek olursak, onun için de bu sıfatları kullanmamız mümkün olacaktır. Sizin için ev nedir? Bugüne dek nasıl deneyimlediniz?

“Ev, Birey ve Çevresi Arasında Sürekli Bir Etkileşim ve Dönüşüm İçinde Olan Bir Mekân.”

Deleuze ve Guattari’nin “smooth place” (kaygan mekân) kavramı, mekânın sabit, belirli sınırlarla tanımlanmış bir alan olmaktan çok, sürekli bir akış, hareket ve dönüşüm içinde olan, dokunsal ve yoğun bir yapıyı ifade eder. Bu kavram, mekânın özdeşlik, statik düzen ve netlikten uzak bir şekilde, daha çok akışkan, çok katmanlı ve her an dönüşen bir varlık olarak algılanması gerektiğini vurgular. “Ev”, çoğunlukla güvenli, kalıcı ve sabit bir yer olarak algılansa da benim için bu kavram çok daha akışkan ve dinamik bir yapıya sahip. Ev, birey ve çevresi arasında sürekli bir etkileşim ve dönüşüm içinde olan bir mekân. İçinde yaşadığımız çevreyle, nesnelerle, insanlar ve yaşam formlarıyla kurduğumuz ilişki sürekli bir değişim ve evrim içeriyor. Bu anlamda ev, bir tür “smooth place” gibi işlev görür; mekân, yalnızca bir fiziksel alan değil, bir deneyim, bir süreç, bir akış olarak var olur.

“Ev Hem Fiziksel Hem de Duygusal Bir Yapıdır ve Çoğu Zaman Kendi İçindeki Dinamiklerle Şekillenir.”

Ve insan yaşadığının bilincine ilk doğduğu evde kendini bir yere konumlandırdığında farkına varır. Ev hem fiziksel hem de duygusal bir yapıdır ve çoğu zaman kendi içindeki dinamiklerle şekillenir. Ev, içinde yaşayan bireyin deneyimlerine göre şekil alır; yer değiştiren, yeniden inşa edilen ve sürekli evrilen bir yapıdır.

Damla Yalçın, “bir ev, içerisinde yaşadığım” sergisinden, imç5533, 2025.

Bu yüzden ev, benim için her zaman sabit olmayan, akışkan bir varlık olarak algılandığı bir mekân olmuştur. Yaşamın akışı, mekânla kurduğumuz etkileşim ve çevremizdeki koşullar evin anlamını sürekli olarak dönüştürür. Ev, bir tür öznel algının şekillendiği ve sürekli evrilen bir alan olarak, hem birey için bir sığınak hem de sürekli değişen, dönüşen bir deneyim alanı olarak var olur.

Burak Mert Çiloğlugil, sergi hakkındaki “Kendini Saklayan Yeryüzü̈: Heidegger’in Mekân Kavramıyla Biyosanat’ı Düşünmek” adlı yazısında Heidegger’in, yerin ancak insanın orada mesken tutmasıyla anlam kazandığından ve bunun, yer ile insan deneyimi arasında sürekli bir alışveriş̧ gerektirdiğinden söz ettiğini vurgular. Bu alışveriş bu durumda iki taraf için de geçerli. İnsan da mekândan doğru anlam kazanıyor. İnsan ve mekân arasındaki bu ikili ilişkiden biraz söz etmeniz mümkün mü?

Heidegger, yerin yalnızca sabit bir fiziksel alan olmanın ötesinde, insanın varlık biçimiyle, deneyimiyle ve yaşantısıyla anlam kazandığını savunur. Yer, ancak insan orada “mesken tutarak” anlamlı hale gelir. Buradaki “mesken tutmak” ifadesi, sadece fiziksel bir yerde bulunmak değil, o yerle bütünleşmek, o yerin ruhunu, doğasını ve insan üzerindeki etkisini derinlemesine hissetmek anlamına gelir.

“Bu İlişki Bir Alışveriştir; Mekân İnsanı Şekillendirir ve İnsan da Mekânı Kendi Varlığıyla Şekillendirir.”

İnsan, bulunduğu mekânla etkileşim içinde olarak, o mekânı deneyimler, anlamlandırır ve zamanla bu mekânın bir parçası haline gelir. Bu ilişki bir alışveriştir; mekân insanı şekillendirir ve insan da mekânı kendi varlığıyla şekillendirir.

Herhangi bir mekânda bulunurken, bu mekânın içindeki tüm dinamiklerle etkileşime girmeye çalışırım; mekânın bana sunduğu olanakları, duygusal ve fiziksel etkilerini düşünürüm. Biyosanat çalışmalarımda, özellikle SCOBY gibi organik malzemelerle çalışırken, mekânın ve yaşamın kesişim noktalarını organizmaları gözlemleyerek oluşturuyorum. SCOBY’nin ve diğer biyomateryallerin mekânı şekillendirme ve dönüşüm süreçleri, mekânın sabit olmayan, yaşayan bir yapıya bürünmesini sağlıyor.

Mekân ile insan arasındaki bu karşılıklı ilişkiyi, bir tür “görünmeyen bir alışveriş” olarak da tanımlayabiliriz. İnsan, mekânı, tarihini, geçmişini ve çevresindeki unsurları hissederek deneyimler. Ancak aynı zamanda insan, mekânı yeniden yorumlar, şekillendirir ve kendi varlık biçimiyle dönüştürür. Bu ilişki, sürekli bir etkileşim, değişim ve dönüşüm içindedir. Mekân, bir sabitlik değil, bir dinamiklik barındırır. Bu anlamda, mekân ve insan arasındaki ilişki hem bir anlam arayışı hem de varoluşsal bir deneyimdir.

Previous Story

Artweeks Istanbul XI. Solo Edisyon 10 Nisan’da Başlıyor

Next Story

CI Bloom 4. Edisyon’da Öğrencilere Özel Yenilik 

0 0,00