Bağımsız Sanatçı Olmak: Yoksunluk mu Özgürlük mü? – Candaş Şişman - ArtDog Istanbul
Candaş Şişman

Bağımsız Sanatçı Olmak: Yoksunluk mu Özgürlük mü? – Candaş Şişman

“Bağımsız Sanatçılar” söyleşi dizimizin son konuğu Candaş Şişman. Sanatçıyla sistem ve sanatçı ilişkisinden, yeni medyanın Türkiye'deki koşullarından ve sanatta alternatif finansal modellerden söz ettik.

//

Candaş Şişman, dijital ve mekanik teknolojileri ifade aracı olarak kullanan bir sanatçı. Çalışmaları, çoklu duyusal enstalasyonlar, kapsayıcı deneyimler, ses enstalasyonları, kinetik heykeller, animasyonlar ve görsel-işitsel performanslar gibi birçok farklı disiplini kapsar. Çalışmalarında dijital ve mekanik teknolojiler kullanarak zaman, mekân ve hareket algılarımızı manipüle eder, dijital ve fiziksel gerçeklik arasında köprüler kurar.

Onunla gerçekleştirdiğimiz söyleşide, bağımsız olsun olmasın sistem içinde sanatçının kendi duruşunu koruyarak var olmasının mümkün olup olmayacağını, alternatif finansal modeller ile zaman ilişkisini ve yeni medyanın Türkiye’deki koşullarını konuştuk.

Söyleşi dizimizde sanatçılara bağımsızlıkla özgür üretim arasındaki ilişkiden, bağımsız olmanın işlerin üretimi, görünürlüğü ve koleksiyonere ulaştırılması aşamalarındaki avantaj ve dezavantajlarından söz ettik. Sizin için bağımsız sanatçı olmak ne anlama geliyor?

Bağımsızlık tam anlamıyla mümkün değil. Sistem içinde var olmak zorunda kaldığımız sürece, bir noktada onun gerekliliklerine uyum sağlamamız bekleniyor. Açıkçası bu sistemin dayattığı dinamiklerden oldukça sıkılmış ve bunalmış bir noktadayım. Sürekli olarak network kurmaya çalışmak, kendini ve projelerini bir format çerçevesinde paketleyip satmak, kaos içerisinde görünür olabilmek için çaba harcamak, gerçeğe dönüştürmek istediğin idealindeki proje ve yaklaşımların için sürekli sistemin gerekliliklerini yerine getirmeye çalışmak… Tüm bunlar bir sanatçıyı fazlasıyla yorabiliyor, özellikle de benim gibi asosyalseniz. Sanatın kendisiyle uğraşmak yerine, onu var edebilmek için sistemin kurallarına göre hareket etmek zorunda kalıyorsunuz ve bu bir noktada kendi karakterinize ters düşebiliyor.

“Bir Yerle Anlaşmalı Olup Olmamanız Fark Etmiyor Çünkü Sistem Her Şekilde Aynı Dinamikleri Dayatıyor”

En büyük mesele sisteme adapte olabilmek için kendi karakterinden ne kadar ödün verebileceğin. Eğer bütün bunları sorgulayan bir sanatçıysan, her şeyin anlamı bulanıklaşabiliyor ve anlamsızlaşabiliyor. Sürekli üretmek, görünür olmak, içinde bulunduğun sistemi sorgularken ona uyum sağlamak… Bunların arasında sıkışıp kalmak, sanatçıyı bir boşluk ve yalnızlık hissine sürüklüyor. Bir yerle anlaşmalı olup olmamanız fark etmiyor çünkü sistem her şekilde aynı dinamikleri dayatıyor. Sanatta ve üretimde bağımsız olmaya çalışırken aslında kaçınılmaz bir şekilde onun kurallarına dahil oluyorsunuz.

Her zaman benimsediğim yaklaşım, sistemin beni mümkün olduğunca az manipüle etmesine izin vermek, kendi öz karakterimi minimum düzeyde etkilemesine ve samimiyetimi bozmasına engel olacak şekilde, sistemin çarklarını en etik biçimde kullanabilmek ve gerektiğinde hackleyebilmektir. Bu yaklaşımın en azından bir nebze olsun iç huzuru sağlayabileceğini düşünüyorum. Bu şekilde biraz olsun özgürleşebileceğimize inanıyorum.

IPO-cle, 2013, Immersive installation. Fotoğraf: Barış Aras & Elif Çakırlar (flufoto).

Mümkün olduğunca sistemin dışına çıkıp yeni yöntemler kullanarak bir çözüm bulmaya çalışmak benim için önemli. Özellikle son zamanlarda yapay zeka ve otomasyon alanındaki gelişmeler, geleceğe dair bana umut veriyor. İnsan ilişkilerinin yıpratıcı doğasından sıyrılıp kaotik süreçleri daha verimli hale getirebilecek çözümler üretmek bana daha mantıklı geliyor.

Ancak tüm bunları, belirttiğim çerçevede, yani karakterimle minimum düzeyde çelişecek şekilde ve özgürleştirici sistemler kurmanın bizi aynı zamanda bağımlı hale getirdiği gerçeğinin de farkında olarak yapmak gerekiyor.

“Sanırım Bağımsız Olmak Dediğimiz Şey de Bu: Sistemin Seni Tamamen Yutmaması İçin Sürekli Olarak Yeni Yollar Keşfetmek”

En azından, sanatımı mümkün olduğunca kendi koşullarıma göre var etmek için bir yol arıyorum. Ve sanırım bağımsız olmak dediğimiz şey de bu: Sistemin seni tamamen yutmaması için sürekli olarak yeni yollar keşfetmek. Bağımsızlık dediğimiz şey sadece sanatsal üretimle ilgili değil, aynı zamanda etik bir duruşu, varoluşsal bir seçimi de içeriyor. Sistemin içinde var olup onun çarklarını en az ödün vererek nasıl çevireceğimiz, nerede duracağımız, neye “hayır” diyebileceğimiz en büyük mesele.

Yeni medya, deneyime dayalı dijital ve mekanik teknolojilerle ortaya konan çoklu duyusal enstalasyonlar uzun süredir sanat üretiminin içinde. Büyük bütçeli bu işlere galerilerin üretim bütçesi sağlaması; işleri sergi, proje gibi doğru mecralarla buluşturması; zaten sayısı az olan bu alanın koleksiyonerlerine ulaştırması daha da zorlu bir süreç gibi tınlıyor. Türkiye’de galeri ve kurumların yeni medya sanat üretimine uyumları sizce nasıl ilerliyor?

Türkiye’de yeni medya sanatına yönelik altyapı ve kurumsal destek hâlâ çok zayıf. Son yıllarda umut verici birtakım gelişmeler olsa da Avrupa’daki köklü sistemlerle kıyasladığımızda hâlâ çok gerideyiz. Ne bu alana adanmış köklü müzeler var, ne üretimi destekleyecek güçlü fon mekanizmaları ne de deneysel üretimleri destekleyecek festival yapıları. Daha çok konvansiyonel ve ticari sanat anlayışına odaklanan galeriler mevcut ve yeni medya sanatını estetik ve teknik bir yüzeyin ötesine taşımaya istekli kurumsal yapılar oldukça sınırlı. Teknik üretim bilgisi, teknik altyapı ve prodüksiyon süreçleri yeni medya sanatında kritik bir rol oynuyor ama Türkiye’de bu alana yönelik ciddi bir yatırım yapılmadığı için sanatçılar üretim süreçlerinde finansal olarak büyük zorluklar yaşıyor.

Patterns of Possibility v2, 2022, Generative installation. Fotoğraf: Barış Aras & Elif Çakırlar (flufoto).

Bu boşluğu doldurabilmek adına, yeni medya sanatçıları genellikle özel şirketlerle işbirliği yapmak zorunda kalıyor. Ancak bu noktada büyük bir problem ortaya çıkıyor: Şirketlerin odak noktası genellikle sanatın kavramsal derinliği veya eleştirel potansiyeli değil, daha çok teknolojik gösteriş ve eğlence kültürü oluyor. Bu da sanatçıları kısıtlıyor ve sanatsal özgürlüklerinden ödün vermelerine sebep oluyor. Özgün ve deneysel projeler genellikle fon bulmakta zorlanırken, daha popüler, teknik olarak gösterişli ama içeriği yüzeysel işler destek görüyor.

“Kapitale Erişmek Mümkün, Ancak Bu, Sistemin Bir Parçası Olarak Ne Kadar Popüler Olduğunuza Bağlı”

Sanatsal projelere destek verecek kurum ve galeriler olmadığından, bu alandaki önemli sanatçılar çoğu zaman ortada kalıyor. Oysa yapılabilecek pek çok şey varken, işlevselliği, teknik yeniliği, popülaritesi veya estetize edilmiş eğlencelik unsurları olmayan projeler Türkiye’de neredeyse hiç destek bulamıyor. Bu tür projelere ayrılan kaynak çok az ve onlara ulaşmak da sistemin işleyişi gereği oldukça zor. Kapitale erişmek mümkün, ancak bu, sistemin bir parçası olarak ne kadar popüler olduğunuza bağlı.

Ne yazık ki Türkiye’de hâlâ yeni medya sanatı denildiğinde genellikle yalnızca dijital çıktılardan oluşan birkaç ekranın sergilenmesi, popüler teknolojik trendlere odaklanan yüzeysel işler ya da interaktif eğlencelik deneyimler akla geliyor. Oysa yeni medya sanatı, disiplinlerarası derin bir yapıya sahip olup kavramsal sanattan mekânsal deneyimlere, hibrit gerçekliklerden biyoteknolojiye kadar geniş bir alanı kapsıyor.

Yüzeysel teknoloji fetişizmi ve derinlemesine araştırma yapılmadan yalnızca popüler trendlere odaklanma gibi yaklaşımlar, bu alanın Türkiye’de doğru algılanmasını ve gelişmesini zorlaştırıyor. Oysa dünyada ZKM gibi köklü müzeler veya ARS Electronica gibi köklü festivaller, yeni medya sanatının farklı yönlerini araştırarak disiplinlerarası üretim ve sergileme modelleri yaratıyor ve medya sanatları algısını doğru şekilde yönlendirebiliyor.

Yeni medya sanatının Türkiye’de gerçekten gelişebilmesi için öncelikle zihniyet değişimine, ardından üretimi destekleyecek güçlü bir altyapıya ihtiyaç var. Sanatçılar için teknik prodüksiyon süreçlerini kolaylaştıracak destek mekanizmaları, fonlar ve donanımlı sergileme alanları oluşturulmalı. Koleksiyonerlerin bu alana yaklaşımının değişmesi, sanat eserlerinin arşivlenmesi ve korunması gibi konuların daha çok konuşulması gerekiyor. Bunlar gerçekleşmezse, sanatçılar ya yurt dışına yönelmek zorunda kalacak ya da sistemin sınırlarında takılmaya devam ederek bu ülkenin bataklığında eriyip gidecekler.

Moments of Patterns of Possibility v2, 2022, Installation. Fotoğraf: Barış Aras & Elif Çakırlar (flufoto).

Sanat, tasarım ve teknoloji odaklı interdisipliner deneyimler sunan üretimler büyük marka ve kurumların odağında. İnterdisipliner çalışan sanatçıların bu gibi projeleri hayata geçirip elde edilen kazançla kendi sanatsal projelerini gerçekleştirmesi bir finansal model olarak mümkün mü?

Bir yandan evet, bir yandan hayır. Benim denediğim ve organik şekilde oluşan süreç de bu yöntem üzerinden ilerledi. Kişisel sanatsal kariyerim dışında, markalarla işbirliği yaparak kolektif üretimler yapan tasarım stüdyosu Nohlab’i ortağım Deniz Kader ile kurduk. Burada tasarım odaklı sanatsal dil ve teknolojiyi bir araya getiren bir yapı oluşturduk. “Tasarım stüdyosu” dememin sebebi, markalara ve kurumlara tasarımsal çözümler sunuyor olmamız. Bunu yaparken olabildiğince klişe piyasa beklentilerinden kaçmaya çalıştık. Tabii ki bu, salt sanat projelerine göre kapitale ulaşmayı çok daha mümkün kılıyor. Böylece elde ettiğimiz kapitalle, kişisel sanatsal projelerim için zaman kazanarak, daha kaygısız ve kapital odaklı olmadan deneysel yöntemler kullanarak sanatsal üretimler yapmaya çalıştım. Bu süreç, üretimlerimde beni bazı açılardan özgürleştirdi diyebilirim. Teknik yatırım anlamında değil fakat üretim kaygıları ve genel yaklaşım açısından.

Ancak büyük prodüksiyonlar veya disiplinlerarası ekipler gerektiren sanat projelerinde aynı özgürlüğü sağlayamadı. Bu noktada tekrar sistemin gereklilikleriyle yüzleşmek zorunda kaldım ve bu da gerçekleştirmek istediğim birçok projeyi hayata geçirememe neden oldu. Çünkü sistem her iki taraf için de geçerli; ne yaparsanız yapın, belli gerekliliklere uyum sağlamanız gerekiyor. Stüdyo tarafında tasarım yaptığım için kapitale ulaşmak daha esnek, kişisel sanatsal üretimlerimde ise özgürlük alanım daha geniş. En ideal senaryo, ikisinin bir araya gelmesi fakat burada da sistemin çarklarına takılıyorsunuz. Bağımsız olamama durumu da burada devreye giriyor.

Tasarım ve deneyimsel projeler yoğun prodüksiyon süreçleri gerektiriyor ve bu da çok fazla zaman ayırmak demek. Stüdyo tarafına ağırlık verdikçe, istediğim sanatsal projelere yeterince vakit ayıramamaya başladım ve bu durum bir kısır döngü yarattı. Sanatsal üretimlerimden kapital elde edemediğim için stüdyoya daha çok yöneldim, aslında hepimizin bu hayatta yaptığı gibi… Doğru yolun ne olduğundan emin değilim çünkü her seçeneğin kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Ben iki yolu da aynı anda denemeye çalışıyorum ve ikisi de belli noktalarda özgürleştirici olabiliyor.

Candaş Şişman
SYN-Phon v2, 2013-2024, Graphical notation and composition. Fotoğraf: Barış Aras & Elif Çakırlar (flufoto).

Bence kapitalden önce en önemli şey zaman. Çünkü sistem, kendisine uyum sağlamamız için sürekli olarak zamanımızı çalıyor ve zamanımız bu hayatta giderek tükeniyor. Bir yandan kendi istediğimiz işleri yapabilmek için zaman kazanmaya çalışırken, bir yandan da zaman kaybediyoruz. Bu, doğadaki pek çok şeyde var olan temel bir prensip. Örneğin canlıların biyolojik olarak var olabilmesi için enerjiye ihtiyacı var, bunun için yemek zorundalar ve yemek bulabilmek için de tekrar enerji harcamak zorundalar.

“Sanat Yapmak İçin Zaman Kazanmak Zorundayız Ama Zaman Kazanmak İçin de Sisteme Adapte Olmak Gerekiyor”

Bu kısır döngü varoluşumuzun her alanında mevcut ve sanat pratiğinde de farklı değil. Sanat yapmak için zaman kazanmak zorundayız ama zaman kazanmak için de sisteme adapte olmak gerekiyor. Sisteme adapte oldukça da özgürlüğünden ödün vermeye başlıyorsun.

Burada yapılması gereken en önemli şey, sürdürülebilir bir sistem kurmak. Sisteme karşı bir sistem oluşturarak, prodüksiyonel ve yönetimsel anlamda işleyen bir mekanizma yaratmak, verimliliği artırıp minimum zaman harcayarak bu sistemi işler hale getirmek ve kazandırdığı kapital ile sanatsal projeler için zaman, imkân ve hareket alanı yaratmak. En ideal senaryo bu gibi görünüyor. Fakat yine de sistemin içinde denge kurma mücadelesi kaçınılmaz bir gerçeklik.

İdeal bir sanat ortamında bağımsız bir yeni medya sanatçısının, deneyim odaklı işler üretirken; tasarım, üretim, sergileme ve finansal sonuç aşamalarından hangi adımları geçmesi gerekir? Şu anki sanat ortamımızda durum nedir?

Bu oldukça geniş bir soru. Tam anlamıyla ideal bir senaryodan emin değilim ama bu aşamalarla ilgili bazı önerilerimi ve çıkarımlarımı paylaşabilirim.

Tasarımda olabildiğince hype yaklaşımlardan ve klişelerden kaçınmak, kavramsal altyapıya önem vermek, sürekli tekrara girmemek, yani varyasyon üretmekten kaçınmak, mütevazı olmak, artist olmamak, yaptıklarından sürekli şüphe duymak, sanatsal olanla tasarımsal olanı ayırt edebilmek, sadece estetiğe veya tekniğe takılıp kalmamak, teknofetişist olmamak, yaptığın teknik veya estetik denemeleri büyük projeler gibi lanse etmemek, üretimlerinle soru sorabilmek, bir söylevin ve derdinin olması, yarattığın sanatsal dilin gerçekten bir şey söyleyebilmesi.

Candaş Şişman
Refraction, 2019, Kinetic light installation. Fotoğraf: Serhat Özdemir.

Olabildiğince disiplinlerarası bir bakış açısıyla yaklaşmak, üretimde çok disiplinli bir şekilde çalışabilmek ve farklı disiplinlerle ilgili ufak deneyler yapabilmek, farklı disiplinlerden uzmanlaşmış insanlarla kolektif şekilde çalışabilmek, bu anlamda prodüksiyon ve yönetime de ağırlık vermek, birçok farklı yol ve yöntem deneyerek gidilmesi gereken yolu bulabilmek, son teknolojik gelişmeleri takip etmek, özellikle yapay zeka alanından faydalanabilmek ve bunu bir üretim ortağı gibi görebilmek, hibrit düşünmeye çalışmak, olabildiğince farklı kaynaklardan gözlem yapmak.

Sergileme için sürekli alışılmadık alanlar ve mekânsal deneyimler üzerine düşünmek, mekânı algısal bir katman olarak görmek ve projelerin bir parçası haline getirmeye çalışmak, alternatif sergileme biçimleri üzerine kafa yormak, farklı insan duyularını farklı enstrümanlar olarak görebilmek, geleneksel yaklaşımlar ile deneysel yaklaşımları bir araya getirmekten çekinmemek.

Finansal olarak sanatsal üretimler için alan açabilecek sistemler ve mekanizmalar üzerine düşünmek, proaktif olmaya çalışmak, sadece teklif gelmesini beklememek ve adım atarak başvurularda bulunmak, yapılan projeleri sistemin beklentisine uygun şekilde doğru aralıklarla paylaşarak görünür olmaya çalışmak ve bu sayede açılan kapıları iyi değerlendirmek gerekiyor. Fakat sosyal medyada paylaşım çılgınlığı yapıp spam haline gelmemek, üretimleri bir mal gibi pazarlamamak (bkz. NFT), etik bir perspektifle minimum ödün vererek varoluşsal bir denge tutturmaya çalışmak.

Türkiye’deki durumla ilgili önceki sorularda yeterince açıklama yaptığımı düşünüyorum.

Candaş Şişman

Sanat, tasarım ve teknoloji etrafında disiplinlerarası deneyimler üreten Nohlab’in kurucularından olan Candaş Şişman ayrıca görsel-işitsel performanslar üreten işbirliği platformu NOS’un kurucularındandır. Son yıllarda ise çeşitli üniversitelerde, soundart üzerine dersler vermektedir.  2007’den bu yana Prix ARS Electronica Mansiyon ödülü ve Japon Medya Sanatları Festivalinde jüri özel ödülünü alan Candaş Şişman, Venedik Mimarlık Bienali, ARS Electronica, TEDX, TodaysArt ve FILE gibi birçok önemli festival ve sergiye katılmıştır.

Previous Story

Trump’ın Kültürel Müdahalesine Sanatçılardan Direniş

Next Story

Pera Müzesi’nden 20. Yıl Sergileri

0 0,00