Bağımsız Sanatçı Olmak: Yoksunluk mu Özgürlük mü? – Leyla Emadi - ArtDog Istanbul
Leyla Emadi

Bağımsız Sanatçı Olmak: Yoksunluk mu Özgürlük mü? – Leyla Emadi

“Bağımsız Sanatçılar” söyleşi dizimizin bu haftaki konuğu Leyla Emadi. Sanatçıyla bağımsızlıkla özgürlük ilişkisinden, çağdaş sanatın gelişiminden ve baskı unsurunun sanata etkilerinden söz ettik.

//

Bağımsız sanatçı olmak içinde zorluklar barındırsa da bundan önceki söyleşilerimizde çoklukla üretimde özgürlükle özdeşleştirildi. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Sizin süreciniz nasıl gelişti?

Sanatta veya üretimde özgürlük bana göre; dönemler, kişiler, kurumlar ve iktidarlara rağmen sanatçının kendi varoluşsal mücadelesinin bir yansıması olarak kalabilmek ve bu tutumu koruyabilmekten geçer. Lakin içinde bulunduğumuz bu kapitalist sistemde benim ‘özgür sanat/sanatçı’ hayalim polyannacılıktan öteye geçemiyor tabi ki… Dolayısıyla özgür sanatçı/bağımsız sanatçı ya da sanatın ne kadar özgür olduğu konuları bu konjonktür çerçevesinde ancak ele alınabilir.

01-IST
01 IST M

Her özgürlüğün kendine özgü bedelleri vardır ve maalesef sanat piyasasındaki herkes ister istemez zincirin halkaları misali bu bedellerle birilerine bağlıdır. İster bağımsız sanatçı ya da art dealer olsun ister galeriye bağlı sanatçı ya da galerici olsun, isterse de büyük kurumlara, bankalara ait yapılar olsun, günün sonunda herkes birine hesap vermek zorunda kalıyor. Bunu hiyerarşik bir taraftan söylemiyorum; arz talep, politik konumlanmalar ve ekonomi üçgeni içinden bakarsak her şekilde bu bağımlılık görünür oluyor.

“Bu Özgürlüğün Hemen Yanında Ağırlığını Hep Hissettiren Olumsuzluklar Bagajı da Var.”

Bu koşullar altında incelersek bağımsız sanatçı kavramı biraz ironik kalıyor ama bir galeri temsiliyeti olan sanatçıya nazaran tabi ki üretimde, sergilemede, mekân seçiminde ve hatta satışında bir nebze de olsa daha özgür olunabiliyor. Bu özgürlüğün hemen yanında onunla kol kola yürüyen ve ağırlığını hep hissettiren olumsuzluklar bagajı da var. Üretimlerini sergileyecek mekân ya da galeri bulmak, serginin tanıtımını, davetini, basımını üstlenmek, satış oluyorsa parasal konuları konuşmak (bence pazarlık aşaması bir sanatçının en zorlandığı alan) kime sattığını derinlemesine araştırmak gibi uzayan bir liste ile karşı karşıya kalıyor bağımsız sanatçı.

“Rantistan”, 2023.

Benim sürecime dönecek olursak tüm bu yukarıda bahsettiğim konuları yıllar içinde çevremdeki arkadaşlarımdan ve kendi yaşanmışlıklarımla deneyimledim. Kendimi bildim bileli bağımsız bir sanatçı olarak üretiyorum. Okuldan mezun olduğumdan beri, yani 21 yıldır hiçbir galeri temsiliyetim olmadı. Zaman zaman bazı galerilerle ortak karma ve solo sergiler tabi ki yaptım, beraber çalıştığımız o zaman diliminde işlerin bazen ne kadar kolay çözülebildiğini, oturmuş bir sistemi olan galeriye bağlı bir sanatçı olma fikrinin o kadar da kötü gelmediği hissini yaşamışlığım vardır ama günün sonunda teraziye koyduğumda hep kendimle kalma halinin bana daha iyi geldiğini fark etmişimdir.

“Galeri Temsiliyetine Girecek Olursam Zihinsel ve İdeolojik Olarak Aynı Paralellikte Bir Yapının İçinde Ancak Var Olabilirim.”

Bu durum bundan sonrası için de böyle devam edecek gibi büyük bir cümle kuramam elbette ama yaş aldıkça da kişinin bireyselliği daha öne çıkıyor. Dolayısıyla bir gün bir galeri temsiliyetine girecek olursam, sanat üretimimden önce kişisel olarak benimle duygusal, zihinsel ve ideolojik olarak aynı paralellikte bir yapının içinde ancak var olabilirim diye düşünüyorum.

“40 yıllık kahve hatrının bittiği yerdeyim”, 2021.

Galeriler, galerinin büyüklüğü ve geçmişine göre şekillenen belirli bir koleksiyoner portföyü ve dışarıdan sanat simsarları (art dealer) ile çalışıyor. Sanat tüketimini gerçekleştiren bu kitlenin seçimlerinin sanatçının üretiminin ya da galerinin sanatçı seçiminin üstünde de etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu soruya hem evet hem hayır diye cevap verebilirim. Aslında sorunun cevabi yukarda bahsettiğim sorunsallarla bağlantılı fakat konuyu şekillenme/şekillendirme özelinde ele alacak olursak üç farklı taraftan gözlemlenebilir. Henüz sanat kariyerine yeni başlamış bir sanatçı adayını şekillendirmek bir galeri ya da koleksiyoner için daha olasıdır. Sanatçı adayı da çoğu zaman bunda bir beis görmez çünkü bir var olma mücadelesi ve görünürlük telaşı içerisindedir. Bu doğrultuda galerinin ya da sanat alıcısının seçimlerine göre üretimini evirebilir. Olgunluk döneminde ya da adını markalaştırmayı başarmış bir sanatçı için ise bu durumun pek mümkün olmadığını düşünüyorum.

“Bazen ‘Ismarlama İş’ Cangılına Düşülüyordur Mutlaka, Orası da Ayrı Bir Çıkılmaz Çukur! Ona Hiç Girmeyelim…”

Galeriler zaten kendi sanat görüşlerine ve müşteri portföylerine yakın olan sanatçılarla çalıştıkları için sanatçılarının üretimlerinde radikal bir değişiklik yaptırımından bahsedemeyiz bence. Bu aşamada sanatçısını koruyan kollayan bir galeridir diye düşünmek isterim. Bazen “ısmarlama iş” cangılına düşülüyordur mutlaka, orası da ayrı bir çıkılmaz çukur! Ona hiç girmeyelim… Üçüncüsü ise, galerilerin ya da art dealer’ların bünyelerine yeni katacakları sanatçıları seçerken, dediğiniz gibi, sanat tüketimini gerçekleştiren, “alıcı” dediğimiz o kitlenin seçimlerine ve isteklerine göre şekillendikleri doğrultusunda okunabilir.

Kök – Sahre Sergisi, 2024.

Bu konuda herhangi bir istatistik yapılmamışsa da gözlem olarak koleksiyonerlerin enstalasyon, video gibi medyumlara daha az; bunlardan ziyade daha çok tuval ya da kâğıt üstü çalışmalara yöneldiğini söyleyebiliriz. Galerilerinse özellikle fuarlarda öne çıkardığı işler de koleksiyonerlerin tercihleriyönünde –ya da belki de tersi: galerilerin seçimi koleksiyonerlerin tercihini belirliyor. Bu medyumların çoğunda üretim gerçekleştiren bir sanatçı olarak sizce bu durumun nedeni nedir?

Aslında bu durumun günümüzde değiştiğini düşünüyorum. Son on yılda ülkemizde bile video, dijital sanat ya da enstalasyon alımının çok fazla olduğunu biliyorum. Elbette ki tuval ya da kâğıt iş kadar her eve girebilen işler değiller ama bunun da sebebinin yerleşik ve hâkim sanat anlayışının hâlâ tarihi müzelere girmiş, kitaplara konu olmuş sanat eserlerinin tuval, boya, kâğıt ve kalemle üretilmiş olmasından ileri geldiğini düşünüyorum.

Sanat Algısı Ve Okur Yazarlığı, Çağdaş Sanatı Anlama, Algılama Ve Sindirme Aşamalarına Geçtikçe Tuval Resmi Ya Da Kâğıt İşlerin Ötesinde Bir sanat Dünyası Olduğu Da Kanıksanacaktır.

Sanat algısı ve okur yazarlığı, çağdaş sanatı anlama, algılama ve sindirme aşamalarına geçtikçe tuval resmi ya da kâğıt işlerin ötesinde bir sanat dünyası olduğu da kanıksanacaktır. Nitekim günümüzde bazı koleksiyonerler, müzeler sadece video ya da enstalasyon işler üreten sanatçıların eserlerini topluyorlar. Bence böylesine bir ayrışma içerisinde eser toplamak muhteşem bir akıl.

Diğer taraftan; bir galerinin içinde ya da fuar alanındaki kısıtlı metrekare içerisinde bir enstalasyona yer vermek mekânsal olduğu kadar, lojistik ve bütçesel olarak da zorlayıcı olabiliyor. Koleksiyoner için de aynı durum geçerli aslında çünkü çerçeveli bir resmi, küçük bir heykeli ya da tuvali yerleştirmek, korumak daha olanaklıyken bir enstalasyonu ya da videoyu sergileyebilmek için birtakım çabalar ve fedakârlıklardan geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla fuarlarda gerçekleşen kurulumlar koleksiyonerin isteğine göre mi belirleniyor yoksa galeriler mi koleksiyonere alacağı eseri empoze ediyor sorusunun cevabı tüm bu koşullar sonucunda “Hepsi.”

“Duvarların Dili Olsa”, 2022.

Yalnızca sanatta değil gündelik hayatın her alanını etkileyen biçimlerde baskının görünür olduğu iki coğrafyayı yaşama, gözlemleme fırsatınız oldu. Sanatın baskı ortamında şekilleniş biçimleri, baskının araçları, bir yandan da sanatçının buna karşı geliştirdiği yaratıcı biçemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Baskı” kelime anlamı olarak negatif bir anlam taşısa da aslında sınırlarımızı zorlayarak yeni ifade biçimleri bulmamıza, göremediğimiz başka pencerelerin de var olduğuna ve karanlığın içindeki ışığa ulaşmamıza olanak sağlayan “güdü” olarak tanımlayabilirim.

“Tüm O Baskılara Rağmen Sanatla Varlık Göstermeyi Bir Nevi Direniş Olarak Görürüm Hep.”

Evet baskı altında olmak o esnada hiç de iyi hissettirmiyor, hareket alanını kısıtlıyor ama başka bir versiyona geçişi fişekleyen anarşist bir tarafı var. O yüzden tüm o baskılara rağmen sanatla varlık göstermeyi bir nevi direniş olarak görürüm hep. Bu direniş kimi zaman psikolojik kimi zaman da sosyolojik olabilir, fark etmez –sanatçı için her şekilde bir dışavurum gerektirir.

İran’dan bahsedecek olursam, 1979 yılından beri bitmeyen bir baskı ve zulüm ile karşı karşıya kalan yüzlerce sanatçı, sinemacı, yazar ve çizer bir şekilde seslerini duyurmayı başarıyorlar. Mesajlar direkt verilemese de yıllar içerisinde yaratıcı biçimlerle kendilerini var ettiler. Halılara işlenen sembollerle, resimlerine yerleştirdikleri metaforik ya da ironik imgelerle, filmlerindeki şiirsel dille sansüre ve baskıya karşı mücadele ettiler. Bugün bu mücadele hâlâ devam ediyor.

“Negatifliği Ya Da Baskıyı Ateşleyici Olarak Kullanırsak, Tam Da Nazım’ın Dediği Gibi ‘Bir Direniştir Yaşamak’ Dizesinin Hakkını Vermiş Oluruz.”

Tabii ki benim için de bu iki ülkenin arasında kalmışlık hali uzun zaman için çok zorlayıcıydı. Baskıyla başa çıkmaya çalışmak Sisifosun kayaya taşı çıkarma çabası kadar çoğu zaman anlamsızlaşıyordu. Yıllar içerisinde kendime ve geçmişime dönüşlerimle aslında bu baskıların olumlu tarafında kalmam ve hayatıma getirdiği ve getirebileceği zenginlikler üzerinden ilerlemem gerektiği farkındalığına ulaştım diyebilirim. Çünkü negatif duyguda kalmak insanı hissizleştiren bir şey bence; tersine o negatifliği ya da baskıyı ateşleyici olarak kullanırsak, tam da Nazım’ın dediği gibi “bir direniştir yaşamak” dizesinin hakkını vermiş oluruz.

Leyla Emadi

Leyla Emadi (d.1977, Ankara) 1995’te Los Angeles Pierce Collage’da 3 Boyutlu Sanat ile başladığı sanat hayatına, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde devam etti. 2006’da aynı üniversitede “Sanatta Malzeme Kullanımı ve Kapı Temalı Resimler” başlıklı yüksek lisans tezini tamamladıktan sonra kendi atölyesinde çalışmalarına devam etti. Halen aynı üniversitenin Sanatta Yeterlilik programında “Karakter Yapıları ve Travmanın Sanatçı Bireyler Üzerindeki Etkisi’” başlıklı tez konusunu üzerinde çalmaktadır.

Sanatçı yurt içi ve yurtdışında birçok sergi ve fuarda yer aldı.

Çalışmalarında; bireyin bağlı olduğu cinsiyet, din, siyaset, ideoloji ve kalıplaşmış düşünceleri travma çatısı altında psikolojik ve sosyolojik altyapıyla ele almaktadır.

 

 

Previous Story

Gülçin Aksoy’un Ardından “Aklımda Bir Şey Vardı”

Next Story

Hitay Vakfı Sanat Yarışması Başvuruları

0 0,00