Söyleşilerimizde kimi sanatçılarımız bağımsız olmayı sanat üretiminde özgürlükle özdeşleştirirken kimi sanatçılarımız fon eksikliğinin ve koleksiyonerler, fuarlar gibi etmenlere bağlı katı bir sanat ekosisteminin olduğu coğrafyalarda sanatçının bir galeriye bağlı olsun olmasın özgür olmadığından söz etti. Sizin düşünceniz nedir? Kendi sürecinizden söz edebilir misiniz?
Aslında bağımsız sanatçı tanımını, “sanat üretiminde herhangi bir dayatmaya boyun eğmeden, piyasa dinamiklerinin şartlarına uymak adına kendisinden beklenen şekilde –ve olmadığı haliyle– üretim yapmadan, sanat ekosisteminin içinde yer almak adına kendi özgür söyleminden vazgeçmeden, fikirlerini geliştiren ve yapıtlarını gerçekleştiren sanat üreticisi” olarak yapmak isterim. Bağımsız sanatçı tanımının karşılığı her ne kadar ilk planda “galeri temsiliyeti olmadan çalışan sanatçı” olarak görünse de söyleşide daha önce yer almış diğer sanatçılara da katılmamak mümkün değil. Çünkü bazı durumlarda kurumların desteklediği sanatçılar bile kurumun yapısıyla şekillenebiliyor ya da şöyle söylemek mümkün: kendisinden bekleneni vermek adına kendini yeniden şekillendirebiliyor.
“Benzer Anahtar Kelime ve Tanımları Kullanan, Manifestoları Birbirine Benzeyen Büyükçe Bir Güruh, Beraberce Aynı Sözleri Söyler Hale Geliyor.”
Kurumlar kendi anlayışına yakın olan sanatçıyla işbirliği yapmak ister, bunu kabul ediyorum ama özellikle kariyerinin başındaki sanatçılar destek almak adına belli bir şablon üzerinden kendini var etmeye ve üretimlerini hedef kurum tarafından talep göreceğini düşündüğü hale dönüştürmeye o kadar hazırlar ki neredeyse sanat üretmenin tanımı değişmeye evriliyor bu noktada: İçinde bulunduğumuz dönemi genel geçer popüler yöntemler ve materyallerle ifade eden, benzer anahtar kelime ve tanımları kullanan, manifestoları birbirine benzeyen büyükçe bir güruh, beraberce aynı sözleri söyler hale geliyor. Bu arada kurumun yerine koleksiyoneri de koymak mümkün, “belli bir koleksiyona girmek için koleksiyonerin topladığı yapıtlara benzer yapıt üretmeye çalışan genç sanatçı” da aynı dinamikle hareket ediyor.
Demek istediğim şu aslında: maddi bağımsızlık söz konusu olduğunda tabi ki bağımsız sanatçı kendi seçimlerini yapmakta özgür gibi görünüyor ancak yine de var olmayı istediği bazı mecralarda bulunması, o mecranın şartlarına uymasına bağlı olarak gerçekleşebiliyor. Ben de o noktada aynı yere varıyorum: Tam olarak özgür üretim yapmak mümkün mü? Çok bileşenli ve çok aktörlü böylesi bir alanda, aslında bir açıdan sanatçı – küratör – sanat yazarı – galerici – sanat alımlayıcısı – koleksiyoner hep beraber deviniyoruz. Tabi ki bu sistemin bileşenlerini birbirinden tam olarak ayrıştırmak mümkün değil ancak sanatçının sağlam zeminini oluşturarak gerçekten içselleştirdiği konular ve yöntemlerle üretim yapması, onu bu ortamda özgürleştirecek tek yol diye düşünüyorum.
Her birimiz uzun ve belirsiz bir yola çıktığımızı kabul ederek bu maceraya atılmalıyız aslında. Gerçi ülke dinamikleri oldukça sabit ve garantili görünen iş ortamlarını bile neredeyse hiçbir mecraya sunamıyor, ancak sanat üretimini kendine ifade aracı olarak kabul eden ve tüm hayatını sanat üzerinden kurmaya/kurgulamaya karar vermiş sanatçının işi biraz daha zor. Hepimiz dönem dönem ek işler de yaparak sanat üretimimizi kendimiz finanse etmeye ve bu yolda vazgeçmeden ilerlemeye çalışmışızdır. Benim sürecim akademi öncesi lisede fen sınıfı öğrencisi olup akademide resim sınavına girdiğimde başladı diyebilirim. Oldukça büyük bir dönüm noktası sayılabilecek bu karar benden önce ailemi endişelendirdi, sanatçı olarak nasıl var olacak ve kendime iyi yaşam şartları sunacaktım?
Sanırım uzun yolu seçtim, benim de öğrenciliğim sonrasında ders verdiğim ve yine sanata dair birkaç başka ek iş yaptığım dönemim oldu ancak üretimimi hep bir önceki üretimimin finanse etmesi gerektiği gibi bir noktada ısrarlı oldum ve galeri temsiliyetim olduğu dönem dışında bunu da kendi başıma istikrarlı bir biçimde başarmaya çalıştım. Bu süreçte motivasyonumu düşürecek çok örnek yaşanmıştır, zaman zaman günlük basit ihtiyaçlardan bile feragat etmeyi gerektirecek, konfor alanı yaratamayacak ve sürekli kalp çarpıntısıyla hem geçim hem de kabul görme endişesi yaratan çokça örnek. Ancak inandığım ve samimiyetle üretebileceğim işleri de özgürce gerçeğe döndürecek yol da buydu. Şu an –her zaman belirsizliklere gebe olsa da– geldiğim noktada, yapıt üretimi ile kendimi finanse ederek ve işlerimin içeriğinden, üretim yöntemlerimden taviz vermeden var olmayı gerçekleştirdim gibi görünüyor ama dediğim gibi bu kaygan bir zemin.
Dağınık bir soru olacak, şimdiden özür dileyerek soruyorum. Bağımsız sanatçılar söyleşi dizisini yürütürken aldığım yanıtlar beni sanatçının bağımsız olmayı seçip seçmemesinden ziyade sanat ortamı hakkında daha derin, sisteme dair kaygı uyandıracak konuları düşünmeye itti. Buradan sizin de göndermede bulunduğunuz Zygmunt Bauman’ın “sahte karşılaşmalar”ı (false encounters) geldi aklıma. Bu bağlamda siz nasıl değerlendiriyorsunuz sanat ortamını?
Tam da bahsetmeye çalıştığım şey bu aslında. Sergi başlığım olarak Bauman’dan ödünç aldığım bu kavram; sergideki işlerimde kentteki yaşamı imliyordu ancak sanat ortamı da bunun bir mikro örneği olduğuna göre benzer yapıları gözlemlememiz mümkün. “Sahte Karşılaşmalar Alanı”, kullandığım şekliyle kentin sosyolojik anlamda maskeli hale gelmiş bireylerini anlatan bir tanımdı. Bauman’ın 1960’larda bahsettiğinin üzerine, sosyal medya yoluyla kendini var eden, “-mış gibi” yapan, kendi gerçekliğiyle yüzleşmeden, kendini idealize ettiği şekliyle –avatarıyla– tanımlayan, apatik hale gelmiş, kısa hafızalı ve “öteki”ne tam da temas etmeden yaşayıp giden kent insanı tanımını eklemiştim. Şu noktada sanat ortamıyla ilişkisi kuruluyor aslında: Yine de biz sanat ortamında üretim yapanlar, her halükârda birbirimizle iletişim halindeyiz –ki bu iyi yanı, ancak gruplaşmalar olduğunda veya galericilerle iletişim söz konusu olduğunda, yine iletişimde araya mesafeler giriyor. Birimizin yaşadığı bir deneyim, diğeri tarafından dikkate alınmayabiliyor –ki bu durumda ikinci sanatçı da benzer sıkıntıyı yaşayabiliyor. Bazen bazı kurumların fonlarına veya burslarına “zaten verilecek kişiler belli” diye düşünerek başvurudan vazgeçmek, belli küratörlerin belli sanatçıları olması ve bazı kurumlarda yine sadece belli sanatçıların sergilenmesi, sanatçıların bu diğer bileşenlerle ilişkisini sekteye uğratıyor ve hatta umut kırıcı oluyor.
“Bir Noktada Durum Sanatsal Pratiği, Üretimin Niteliğini Aşıyor, ‘Sanatçı’ Nesnel Olarak Sistemin Talep Edilir ve Sunulur Nesnesi Haline Geliyor.”
Bu durum sanat fuarlarının parlak yüzü olan gösteri kısmında da devam ediyor. Galeri sistemini ve sergilenmeyi geçtim, kapalı davetlerde bile bunun örneğini görmek mümkün. Orada bulunmak isteyen ve sisteme dahil olamayan sanatçılar ve davet almış olan, kendini hali hazırda kabul ettirmiş olanlar. Bir noktada durum sanatsal pratiği ve üretimin niteliğini, onaylanmasını aşıyor, “sanatçı” nesnel olarak sistemin talep edilir ve sunulur nesnesi haline geliyor. “Sahte Karşılaşmalar”, bu arz talep içeriğinin boşaltılmasıyla görünür hale geliyor.
Bir galeriye bağlı olmadan birçok galeri ve kurumla iş birliği hâlinde çalışmalarınızı yürütüyorsunuz. Kavramsal çerçeve sanat pratiğinizle örtüştüğünde sanatçılarla iş birliği içinde katıldığınız birçok grup sergisi de mevcut. Bu gibi birliktelikler sanat üretiminizi nasıl etkiliyor?
Yukarıda kaldığım yerden devam edersem: kolektif üretimin ve bir arada olmanın değerini teslim eden sanatçılar, bu noktada tekrar motivasyon kazanabiliyorlar. Anlamlı, kavramsal bir çatı altında bir araya incelikle gelen işler, hem nitelik anlamında sanatçıyı ve sanat ortamını yükseltiyor hem de görünürlük anlamında güçlü bir yapı ortaya koyuyor.
“Bağımsız Sanatçı Tavrı, Kolektif Üretimler Esnasında Çok Besleniyor Diye Düşünüyorum.”
İş üretmeye başladığım yıllardan beri kolektif yapılanmaların sihrine inandım. Karma sergi mantığıyla değil, ortak konular üzerinden etkileşimle iş üreten, tartışan ve sergileyen böyle yapılar her zaman çok ciddi gelmiştir bana. İçinden geçtiğimiz dönemleri irdeleyen tüm tez ve kitaplarda da böyle yapılanmalar üzerinden yakın sanat tarihimiz anlatılır. Bağımsız sanatçı tavrı, kolektif üretimler esnasında çok besleniyor diye düşünüyorum. İster maddi destek alsın ister almasın, sanatçının kendi üretim pratiğini oldukça özgür olarak gerçekleştirdiği ve ortaya koyduğu kolektif yapılanmalar ve projeler sanırım benim en çok heyecan duyarak yaklaştığım mecra. Bir galeri ile yapılan anlaşmada sanatçının da galericinin de maddi olarak bir beklentisi oluşuyor –ki bu sistemin devam edebilmesi için anlaşılır bir durum. Ancak kolektif üretimler ve inisiyatiflerin çatısı altında maddi kaygı değil deneysellik ve iletişim ortaya çıkıyor.
İlk dahil olduğum yapı Anadolu yakasındaki bir grup sanatçıdan oluşan 216 idi, beraber çok güzel projeler yaptık, hepimize de katkısı olmuştur. İşlevimizi aynı yararlılıkla sürdüremediğimizi düşündüğümüz anda 216’yı bir nevi feshetmiştik. Sonrasında halen büyük bir heyecanla parçası olduğum KRE Kolektif ve pandemi esnasında online bir mecrada varlığını sürdüren, sonradan fiziksel mekâna taşıdığımız ve sanatçılar arası etkileşimle işlevini gerçekleştiren “çevrimiçi40dakika” geldi. Çevrimiçi40dakika’da hem birbirimizin üretimine cevap oluşturmak hem de hayat ve sanat üzerine konuşabilmek, kısıtlandığımız o günlerde vaha gibiydi, bir yandan da dahil olan çoğu sanatçı belki de üretim skalasına ilk kez kullandığı materyallerin dışına çıkarak deneysel bir üretim alanı ekledi. KRE’de ise yatay yapılanmayla her birimizin sırayla projelerini gerçekleştirdiği, birlikte okumalar yaptığımız ve bireysel işlerimizin yanı sıra üzerinde çalıştığımız konuya / kavrama dair ortak işler ürettiğimiz, mekân bulmaktan malzeme tedariğine, sergi yazısından teknik çözümlemelerine kadar beraber çabaladığımız bir yapı ürettik. Hatta destek için kurumların fonlarına başvurup kabul edilmediğimiz de oldu, kendiliğinden heyecanımıza ve sürecimize dahil olmak isteyen kurum ve kişiler de oldu. Bütün bunlar hep özgür üretimimiz ve bağımsız yapımızı korurken gerçekleşti. Bu arada bağımsızlar.org da heyecanla dahil olduğum bir yapı. Açık Radyo’da yayın yaparken önce konuk sonra da ev sahibi olarak var olduğum oluşum, tüm Türkiye’deki bağımsız ve kolektif üretimlerin bir arşivini oluşturuyor. Sanırım kolektif yapılanmalar ve sadece sanat üretimi, çözümlemesi ve iletişim adına bir araya gelen sanatçılar arasında olmak bende lokomotif etkisi yapıyor. Birlikten hem güç doğuyor hem de satış kaygısıyla değil sadece sanatsal sebeplerle bir arada olmak, yapıtta da kendimde de hep olmasını dilediğim içtenliğe bir kapı açıyor.
Hayalinizde bir sanat ortamı canlandırsaydınız bu nasıl olurdu? Siz kendinizi o ideal sanat ortamında nasıl konumlandırırdınız?
Sanırım hayalimde canlandırabileceğim ideal sanat ortamı hayalde kalacak gibi. Çünkü tüm sanat ortamı bileşenleri tam olarak aynı beklentide olmadıkça birbirlerinin isteklerine ters düşerler gibi geliyor. Sistemin yürümesi için kurumların, galerilerin, sanat basınının, sanat yazarlarının, küratörlerin ve sanatçıların yaşayabilmesi ve koleksiyonerlerin de bilinçli şekilde bu sistemi desteklemeye devam etmeleri gerekiyor. Aslında birçok ülkede olduğu gibi kurumlara ve sanatçılara devlet desteğinin hayalini kurabilirdim ama dayatmacı ve şekillendirici olmadıkça bunu dileyebilirim.
“Birbirinin Beklentilerini Anlayan, Baskı Kurmayan Ve İşbirliği İle Yükselecek Dürüst Bir Sanatçı-Galerici Birlikteliği Herkesin Hayali.”
Sanatçı tarafından ifade etmek istersem de; kendimizin hem sponsoru, hem nakliyecisi, hem iletişimcisi, hem temizlikçisi, hem motivatörü hem de geri kalan gerekli her şeyi haline gelmeden, sanat üretimi kısmına odaklanmayı dilerdim. Tabi ki karşılıklı birbirinin beklentilerini anlayan, baskı kurmayan ve işbirliği ile yükselecek dürüst bir sanatçı-galerici birlikteliği de istisnasız herkesin hayali gibi geliyor bana. Böyle bir yapıyla karşılaşana kadar bağımsız sanatçı kalmaya devam edeceğim gibi görünüyor.