Garage Olimpo, (1999)

“Sansür Tartışması Yok, Tahakküm Var!”

Eylül ayı ile birlikte her geçen yıl daha çok sansür tartışmaları gölgesinde seyreden film festivalleri başlıyor. Sinema yazarlarına göre bu gölgeler tartışmadan çok tahakkümün varlığını anlatıyor!

Sonbaharın gelişiyle birlikte, Türkiye’de film festivalleri sezonu da başlıyor. Ulusal ve uluslararası birçok filmi izleyicilerle buluşturacak Altın Koza, Altın Portakal ve Ayvalık Film Festivalleri ödüllü yönetmenlerin, yeni yeteneklerin eserlerini zengin bir programla sunmaya hazırlanıyor.

Seyir Derneği tarafından Ayvalık Belediyesi işbirliğiyle 17-22 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde 2024 Cannes Film Festivali’nin ödüllü yapımları ilk kez izleyiciyle buluşacak. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali de yönetmen ve senarist Ferzan Özpetek’in jüri başkanlığında 5-12 Ekim tarihlerinde düzenlenecek. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin jüri başkanlığı Nuri Bilge Ceylan üstleniyor. Festival 23-29 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek.

Geçen yıl Altın Koza’da Necla Demirci’nin “Kanun Hükmü” filmini programdan çıkarması sansür tartışmalarına neden olmuş, alınan karar “sanatsal ifade özgürlüğüne açık bir tehdit” olarak yorumlanmıştı. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), geçen yıl iptal edilen 60. Antalya Film Festivali’ne yönelik sansür uygulamaları ve belediyenin özür dilememesi nedeniyle bu yıl festivalde jüri göndermeyeceklerini duyurdu.

Türkiye’de film festivalleri, belediyeler, vakıf ve dernek gibi kuruluşlar tarafından düzenleniyor, ancak siyasi müdahaleler ve finansal sorunlar, festivallerin tam anlamıyla bağımsız olabilmesini engelliyor. Özellikle son dönemde sansür tartışmaları, festivallerin içerik ve karar alma süreçlerinde özgür hareket edemediklerini gösteriyor. Uluslararası alanda rekabet edebilmek ve prestijli bir festival oluşturmak için, festivallerin özerkliğinin korunması ve finansal sürdürülebilirliğin sağlanması gerekse de daha atılması gereken çok fazla adım var. Biz de bu adımların atılmasının önündeki engelleri ve festivallerin içinden geçtiği süreci sektörün içinden isimlere sorduk. Uluslararası Antalya  Altın Portakal Film Festivali Festival Sanat Direktörü Deniz Yavuz, Altyazı Aylık Sinema Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel, gazeteci ve sinema yazarları Olkan Özyurt (10Haber), Gizem Ertürk (Medyatava) ve  yönetmen/yapımcı/senarist Serpil Altın yanıtladı. 

‘Sanatın Can Suyu Özgürlüktür!’

Türkiye’de film festivallerinin bağımsızlığı ne ölçüde sağlanabiliyor, festivaller ülke siyasetinden nasıl etkileniyor?

FIRAT YÜCEL: “Festivallerin büyük çoğunluğu Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle gerçekleştirildiği ve bakanlığın ilgili sinema kurumları bürokrat ağırlıklı olduğu için herhangi bir bağımsızlıktan söz etmek mümkün değil. Ayrıca birçok köklü festivalin hâlâ yerel yönetimler tarafından düzenlendiğini, dolayısıyla seçimlerle birlikte değişen belediye yönetimlerine tabi olduğunu görüyoruz. Festivallerin programlarından tutun, hangi konukların davet edileceğine, jürilerine kadar bakanlık ve yerel yönetim kıskacı altında şekillendiriliyor. Geçen yıl Altın Portakal’daki Kanun Hükmü vakasının açıkça gösterdiği sponsorların, özellikle de büyük sermayenin en az devlet organları kadar etkili olduğu organizasyonlardan bahsediyoruz. Böyle bir tabloda herhangi bir bağımsızlık ya da özerklikten söz edilemez. Ülkede Gezi Direnişi gibi büyük bir toplumsal vaka gerçekleşmiş, 2014 Altın Portakal sansüründen beri festivaller Gezi’yle ilgili belgesel göstermekten çekiniyor, ülkede Soma oluyor, Suruç oluyor, 10 Ekim oluyor, Cizre oluyor, darbe girişimi oluyor, deprem oluyor, İliç oluyor, festivaller bu konularda siyasi söz üreten film göstermekten çekiniyor. Çoğu zaman herhangi bir bakanlık ya da belediye müdahalesi bile olmadan, festivaller kendi rızalarıyla film ayıklıyor, yani sansürle birlikte bir çeşit otosansür de işin içinde. Örneğin son on yıla baktığınızda, özellikle de bakanlık desteği alan festivallerde LGBTİ+’ların verdiği mücadeleye temas eden film göremezsiniz, Kürtlere yaşatılanlarla ilgili siyasi söze sahip film göremezsiniz, ya da İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı günden beri feminist hareketin içinden üretilmiş film göremezsiniz. Bu gibi filmler ancak bakanlık desteği almayan, belediye ya da sponsorlara tabi olmayan daha küçük festivallerde gösterilebiliyor.”

DENİZ YAVUZ:  “Siyasetin kültürel etkinlikleri ve sanatsal aktiviteleri Türkiye’de çoğunlukla araç olarak kullandığını görüyoruz. Özellikle, zaman zaman sanatçıların bireysel performansları ya da bir sanat eserinin popülerliği kültür ve sanat kavramlarını edilgen sulara itmektedir. Duygularla şekillenen, hayal gücünün, insanlığın en özgür olduğu ifade alanlarının, sanatın öncelikle siyasetten etkilenmeden yaşamlarımızda olması en ideal model. Doğrudan siyasete bağlı kurumların, belediyelerin ya da bakanlıkların maddi gücüyle gerçekleşen kültür, sanat festivalleri teorik olarak bağımsız değildir ve maddi imkanları sağlayan yapılara da bağımlı olması zarardan çok fayda sağlar. Mühim olan bu tür siyasi yapılarla sanatçıların, erbapların ve zanaatkarların ortaya koydukları eserleri halk ile buluşturmada kullanılan yolların ve ifade biçimlerinin bağımsızlığıdır. Sanatın can suyu özgürlüktür. Özgürce ifade ortamlarının yaratılması, fikirlerdeki çeşitlilik festivallerin arkasındaki maddi yapılarca -türü ne olursa olsun- sağlanmalıdır. Türkiye uzun soluklu festivallerin gerçekleştiği bir ülkedir ve bu etkinliklerin yapıları seçimlerle değişen siyasi iradelerin tahakkümünde olsa da çoğunlukla hepsinin periyotları sürdürülmektedir. Yıl yıl yapısal değişiklikler, düzeltmeler ve düzenlemeler büyük uğraşlar sonucunda sağlanır. Sanatın bürokrasiden, siyasetin de sanatçılardan, kuratörlerden, yönetmenlerden öğrenecekleri ve birbirlerini dinlemeleri gereken birçok başlık bulunuyor. Sacın bir diğer ayağı olan toplumla, halkla ilişkiyi doğru kurabilmek adına diğer iki ayağın uyumu ve uzunluğu önemlidir.”

SERPİL ALTIN: “Türkiye’de film festivallerinin bağımsızlığı maalesef sağlanamıyor. Köklü ve uzun süredir yapıldığı ifade edilen film festivallerimizin büyük bir kısmı belediyelerimizin finanse ettiği festivallerimizdir. Diğerleri ise belli kurumların kendi eş, dost filmlerini gösterime seçerekhatta ödüllendirerek ya da kişisel çıkarlarını önemseyerek organize ettiği festivallerdir. Tabi ki bunların dışında parmakla sayılabilecek kadar dürüst olan festivallerimiz de var. İlk cümlelerimde belirttiğim üzere devlet desteği alan ya da fonlanan festivaller de siyasetin güncel durumuna göre etkileniyor. Üst makamlardan gelen bir yazıyla, fonların kesilmesi tehdidiyle bir gece ansızın filmler listeden çıkarılabiliyor. Parasal gücü elinde tutan o dönemin iktidarları film festivallerinin dizginlerini elinde tutuyor.”

“Siyasi İklim Değişime İzin Vermedi”

OLKAN ÖZYURT: “Türkiye’de bir belediyelerin düzenlediği bir de vakıf, dernek ve kimi kurumların düzenlediği film festivalleri var. Belediyelerin düzenlediği festivaller (Antalya, Adana) uzun yıllar belediye başkanlarının kararlarıyla şekillendi. Dolayısıyla öyle ya da böyle siyasetin gölgesinde hatta başkanların kişisel tavırlarıyla gerçekleşti festivaller.”

“2000’li yıllarda artık belediyelerin düzenleyici olması sanatsal içeriğin ve kararların profesyonel ekiplerle yapılması gerektiği anlaşıldı. Bunun hayata geçirildiği yıllar oldu. Festivallerin birden çehresi değişmişti o zaman. Ama ülkenin siyasi iklimi, siyasi kutuplaşma bunun sürmesine pek izin vermedi. Merkezi iktidarların baskısı, belediye başkanlarının sürekli müdahale etmesi festivallerin profesyonel ekipler elinde bir kişilik kazanmasına engel oldu. Ve bu süreç hep tekrarlanıyor. Hal böyle olunca festivaller özerk alanlar olamıyor.”

“Vakıf, dernek ve kurumların düzenlediği festivaller ise daha bağımsız ve kişilikli görülebilir. Belli bir amaç, ilke çerçevesinde yol alıyorlar. İstanbul Film Festivali, Gezici Festival, Ankara Film Festivali bu festivallere örnekler. Fakat bu festivaller de yasal olarak Kültür Bakanlığı’nın çizdiği çerçeve içinde hareket etmek durumunda. Bakanlık elindeki enstrümanlarla istemediği bir filmin gösterimini engelleyebiliyor. Dolayısıyla festivaller istese de istemese de ülke siyasetinden uzak düşemiyor.”

“Büyük Festivallerin İtibarları Zedelendi!”

GİZEM ERTÜRK: “Belediyelerin düzenlediği film festivallerinin bağımsızlığından söz edebilmek ne yazık ki çok zor… Belediyelerin ekonomik olarak festivallere bir güç sağladığı bir gerçek ancak keşke sadece maddi destekçi olarak kalsalar. Ne yazık ki belediyelerin bağlı olduğu siyasi partiler direkt ya da dolaylı yoldan festival vizyonuna sirayet ediyor. Bu yüzden ülkemizin sinema hafızasında önemli yer edinmiş büyük festivallerin ne denli itibarlarının zedelendiğine yıllar içinde defalarca şahit olduk. Bu sene büyük festivallerin adlarına yakışır şekilde geri dönüşlerine şahit oluyoruz. Umarım bu sene rüzgar tersine döner. Belediye sadece ekonomik destekçi olarak bir adım geride kalır. Sanat ve özgürlük ön plana çıkar.”

Film festivalleri organizasyonlarında karşılaşılan finansal sıkıntılar neler? Bu sorunlar festivallerin sürdürülebilirliğini nasıl etkiliyor?

OLKAN ÖZYURT: “Film festivalleri ciddi bir finansal kaynakla düzenleniyor. Belediyelerin düzenlediği festivallerde ana bütçe belediyelerin kasasından çıkıyor. Bir belediyenin görevleri arasında festival düzenlemek var mı derseniz var. Çünkü yerel yönetimlerin bir görevi de toplumun kültürel ihtiyacı karşılamak. Ama her belediye başkanı değişimi festivaller yeniden dizayn ediliyor. Hem de baştan sona. Bir birikim, gelenek oluşamıyor. Dolayısıyla festivaller kurumsallaşamıyor. Bazen de belediye başkanları düzenlememeyi tercih edebiliyor. Mesela Adana uzunca bir süre düzenlenmedi. Bursa’da İpekyolu Festivali vardı artık yok. İşte geçen yıl Antalya iptal edildi. Kamuoyu baskısı olmasaydı belki de bu yıl Antalya düzenlenmeyecekti. Yani festivallerin sürdürülebilir olması gibi bir durum söz konusu değil.”

SERPİL ALTIN: “Dernek ve vakıfların düzenlediği festivaller ise tamamen kendi kaynaklarını yaratarak ayakta kalmaya çalışıyor. Seyirciler, kültürün önemli olduğunu düşünen sponsorlar taşıyıcı kolonlar. Elbet Kültür Bakanlığı destek oluyor ama zaten bu bakanlığın görevi. Bu festivallerin de işi zor ama hiç olmazsa inatçılar. Bu inatla sürdürülebilir olmaya çalışıyorlar.”

“Ülkemizde film festivallerinin çoğu devlet desteği ya da belediye bütçeleriyle düzenleniyor.Az önceki sorunuzla paralel olarak siyasi bir değişiklik ya da istekle ertesi yıl aynı festivali bulamama ihtimalimiz çok oluyor. Hatta belki de bu sebeptendir ki birincisi yapılan film festivali sayımız yüzlerce iken, yetmişincisi, seksenincisivb için hiçbir festival ismisayamıyoruz.

Bir festivalin sürdürülebilir olması finansal olarak bağımsız olabilmesi ile gerçekleştirilebilir inancındayım.”

“Yurt Dışında Konuk Ağırlamak Zorlaştı”

GİZEM ERTÜRK: “Festival organizasyonlarında karşılaşılan en büyük finansal sıkıntıların başında yurt dışından film almak ve konuk ağırlamak geliyor. Döviz çok arttığı için herhangi bir ülke için sembolik kabul edilebilecek bir telif ücreti TR ye çevrilince dev fiyatlar çıkabiliyor. Tasarruf tedbirleri kapsamında festival bütçeleri de çok düşürüldü. Dolayısıyla yurt dışından bir konuk getirmenin (özellikle ulaşım) bedeli çok yüksek olduğu için sponsorsuz hareket edilemez hale geldi.”

Türkiye’de film festivallerinin uluslararası alanda rekabet edebilirliğini arttırmak için ne tür düzenlemeler yapılabilir?

OLKAN ÖZYURT: “Her festival kendi sınıfındaki festivalle rekabet eder. Antalya hep Cannes gibi olmak ister ama farklı sınıflarda festival bunlar. İstese de rekabet edemez! Uluslararası alanda ciddiye alınan festivalimiz İstanbul Film Festivali. Ama bu festivalimiz de Cannes, Berlin ve Venedik ile rekabet halinde değil. Çünkü onun da sınıfı farklı. Burada asıl mesele rekabet etmek değil zaten. Nitelikli ve ilkeli bir şekilde festival düzenlemek. Bunu yaptığınız vakit zaten uluslararası alanda saygın hale geliyorsunuz.”

İlginizi çekebilir:  “Phaselis’te Yaşananlar Olası Kültürel Mirasa Açıkça Bir Müdahale”

SERPİL ALTIN: BİR ZAMANLAR GELECEK: 2121 filmimin uluslararası festival yolculuğu sırasında Türkiye’deki film festivallerimizin herhangi bir değeri olmadığını yaşayarak görmek benim için çok üzücü bir deneyimdi. Türkiye film sektörünün önemsediği yüksek ökçeli ödüllerin dağıtıldığı film festivallerimizi Dünya Sinema Endüstrisi maalesef tanımıyordu. Bu da filmlerin Dünya çapında tanıtım ve satışını yapabilmek için maalesef sıkıntılı bir durum yaratıyor. Diğer bir deyişle ülkemizde ödülleri toplayan filmlerin üreticileriyle festival yöneticileri birbirini ağırlıyor.

Türkiye’de film festivallerinin uluslararası alanda rekabet edebilirliğini arttırmak içinyapılması gereken en önemli düzenleme; filmlerin uluslararası satışı ve tanıtımının yapılabileceği market organizasyonlarının yapılmasıdır.”

60. Antalya Altın Portakal Film Festivali sansür tartışmasının ardından iptal edilmişti.

Cannes Olacağız Derken…

GİZEM ERTÜRK: “Hatırlarsınız bir dönem Antalya Film Festivali’nde Cannes Film Festivali olma düşüncesiyle ulusal yarışma kaldırılmıştı. Sonuç olarak o yıl ne Cannes olabilmişti festival ne de Antalya… Bence en önemlisi kendine has olmak. Misal Ayvalık Film Festivali; abartısız, gösterişten uzak ve mütevazi haliyle hem iyi bir festival hem de uluslararası standartta olmayı başarabiliyor. Bir de vizyon ortaya koymak en önemlisi.”

Uzun soluklu ve uluslararası prestije sahip bir film festivalinin oluşturulabilmesi için hangi adımlar atılmalı?

FIRAT YÜCEL: “Tüm bu soruların cevabı özerkleşmede yatıyor. Sıkça söylendiği üzere devletten, özel sermayeden ve yerel yönetimlerden bağımsız, yani var olmak için bunların desteğine muhtaç olmayan özerk yapılar inşa edilmeli. Ödül miktarlarını artırma, çok konuk, çok lüks otel, tanınmış ünlü isimleri ülkeye getirme gibi “prestij” üretme biçimlerinin sürdürülmesi, festivalleri devlet ve sermayeye daha da tabi kılıyor. Festivallerin amacı bir kere rekabet ve uluslararası prestij elde etmek olmamalı. Bu kavram setiyle festival düzenlenmez; bu gibi yanıltıcı, kapitalist düzene tabi hedefler festivalleri daha da bağımlı kılacaktır. Festivaller önce sansür ve otosansürden kurtulmanın yollarını aramalı.”

OLKAN ÖZYURT: “Elimizde iyi örnekler var: İstanbul Film Festivali, Gezici Festival, Ankara Film Festivali… Amacını iyi belirlemiş, ilkelerini somutlaştırmış, amaç ve ilkeleri doğrultusunda yol alan festivaller her zaman hem saygı görüyor hem yoluna sağlam adımlarla devam ediyor. İstanbul Film Festivali kendi kulvarında gayet prestijli bir festival. Ciddi bir birikimi var. Uluslararası alanda tanınan ve bilinen bir festival. Yine Gezici Festival de amacı doğrultusunda Türkiye’de çok özel işler yaptı. Sineması olmayan birçok şehre sinema kazandırdı. Sinema kültürünün yaygınlaşması yıllarca uğraştı ki başarılı da oldu. Ankara Film Festivali biraz da 12 Eylül’ün karanlığını delmek için yola çıktı aynı kararlılıkla devam ediyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 27 yıldır yapılıyor kendi alanında gayet saygın bir festival. Yani festivalleri düzenleyenleri rahat bıraksalar zaten onlar işlerini gayet iyi yapıp festivalleri prestijli hale getiriyorlar.

SERPİL ALTIN: Uzun soluklu ve uluslararası prestije sahip bir film festivalinin oluşturulabilmesi için finansal bağımsızlığın en önemli adım olduğunu düşünüyorum. Belli bir zümreye ve siyasi desteğin varlığı festivallerin prestijine gölge düşürüyor. Bunun dışında özellikle ulusal yarışmalarımızın jürilerinin tamamının uluslararası jürilerden oluşturulması hem adaletli bir seçimi hem de uluslararası düzeyde bilinirliği sağlayacaktır.”

“Uluslararası Sıfatının İçini Doldurmak Gerek”

GİZEM ERTÜRK:” Öncelikle festival yönetiminin alanında yetkin, sinema içinde yoğrulmuş, sanatı seven, her türlü sansürün karşısında duran ve kişisel hırs ve çıkarlar yerine festivalin geleceğini düşünen insanlardan oluşması gerekiyor bana kalırsa. Yurt dışındaki festivalleri, filmleri, sinema sanatının gelişimini yakından takip edilmesi de çok önemli. Her festivale uluslararası sıfatını koymak moda oldu ancak önemli olan bu kelimenin içinin nasıl doldurulduğu…”

Son dönemde yaşanan sansür tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

FIRAT YÜCEL: “Aslında ortada bir tartışma yok, tahakküm var. Tartışma olabilmesi için festival yönetimlerinin sinemacılarla birlikte hareket etmesi, onlarla birlikte sansürle mücadele etmesi gerekir. Ancak o zaman sansürü tartışmaya başlayabiliriz. Festivaller bunun yerine bakanlıkla, belediyeyle, sermayeyle masaya oturuyor, onlarla pazarlık yapıyor, onlarla birlikte karar alıyor. Ancak Kanun Hükmü vakasında olduğu gibi, iş işten geçtikten sonra sinemacıları arkasına almayı akla getirebiliyor. Kanun Hükmü gibi onlarca sansür vakası yaşandı bu ülkede, kimsenin haberi bile olmuyor. Bunun sebebi şu: Sinema festivali yapıyorlar ama sinema emekçilerini mümkün olduğunca kendinizden uzak tutmaya çalışıyorlar. Aman duymasınlar olay çıkar, aman onlar karışmasın bakanlık kızar gibi bir mantıkla festival düzenlenmez. Bu bırakın bağımsızlığı, şeffaflığı da ortadan kaldırıyor, ama aslında bundan da öte sinema emeğinin iradesini ortadan kaldırıyor. Sinemanın işçilerinin, yani sinemayı üreten kadın, erkek ve LGBTİ+’ların devreden çıkarıldığı bir tabloda büyük şirketlerle devletin popkorn yasaları icat ettiği, festivallerin bakanlık ve sermayeyle pazarlık içinde gerçekleştirildiği bir tahakküm düzeni oluşuyor.

“Örneğin Muhittin Böcek geçen yıl “Kanun Hükmü” sansüründen sonra sinema sektörüyle buluştu, ne oldu, ne duyduk, ne gibi bir tartışma yaşandı? Bilmiyoruz, bir açıklama dahi yapılmıyor. Aradan bir yıla yakın süre geçti ve sanki tüm bu buluşmalar yaşanmamış gibi, ben yaptım oldu gibi bir yaklaşımla karşılaştık. Düşünün, ülkenin en büyük film festivalinin devlet ve sermayenin tehditleri sonucu düzenlemediği  bir yılın ardından yeni bir festival yönetimi oluşturulmuş ve bu yönetimin sinema örgütleriyle, sendikalarıyla, dernekleriyle, emek bileşenleriyle buluşup buluşmadığı bile bilinmiyor. Bilinmiyor çünkü sinemanın festivallerini sinemanın emekçilerini devreden çıkararak düzenlemeye çalışıyorlar. Bu sadece Türkiye’yle ilgili bir sorun da değil; Filistin eylemlerine, sinemacıların ve sinema örgütlerinin taleplerine cevap veremeyen, bunun yerine işbirlikçi devlet ve özel sermayeyle hizalanmayı tercih eden çokça Avrupa festivali gerçekleşti geçtiğimiz yıl. Türkiye’de biraz daha karikatür, abartılı versiyonlarını yaşıyor olabiliriz, ama sinema üreticilerinin siyasi iradesinden bağımsız; ödül, prestij, beğeni, sponsorluk gibi neoliberal mantığın dayattığı mekaniklerin peşinde festival düzenleme alışkanlığı esasında tüm kapitalist dünyanın sorunu.”

DENİZ YAVUZ: “Sansür bütün dönemlerinde kabul edilemez. Özellikle sanatta engelleme, üstünü kapatma, görmezden gelme, yasaklama, kaldırma, göstermeme gibi kavramlar kötüdür. Sanatın öncel amacı iyileştirmektir. İnsanlığın günlük hayhuyunda, mecburiyetlerinde, anlamsız ve duygusuz uğraşları arasında sanat sürekli huzuru ve dinginliği vaat eder. Zarar vermez. Hangi sanat dalını seçerseniz seçin, nasıl bir eserle karşılaşırsanız karşılaşın sonuç hep katkıdır… İşte bu yüzden sanat özgür kalmalı ve sanatla, sanatçıyla toplum ve halk arasındaki bağı kurmaya gayret gösteren bütün iradelerin gözetmesi gereken en önemli unsur, özgür sanat alanlarıdır. Herhangi bir bireyi, bir canlıyı, bir topluluğu, doğayı rahatsız etmeyen bütün sanat eserlerinin toplum ve bireylerle buluşmasını engellemek kabul edilemez. Hukuksal olarak bir manisi olmayan, insan sağlığıyla barışık, çocukların gelişimine olumsuz etkisi olmayan, doğayı ve hayvanları kısacası yaşama saygılı her içeriğin özgür ifade alanlarını bulması şarttır.”

SERPİL ALTIN: “Sansür hiçbir sanat dalı için kabul edilemez. Sanatta ve basında sansüre karşı çıkmadığımız, eleştirmediğimiz noktada ifade özgürlüğümüzün ve yaşam şekillerimizin de kontrol altına alınmak istenmesi an meselesidir. Hangi sebeple olursa olsun SANSÜR kelimesinin hayatımıza girmesine izin vermemeliyiz. Geçtiğimiz yıllarda ülkemizde film festivallerinde liste dışına alınan filmlere karşı sansür uygulanmıştır. Tartışmaların varlığı farkındalığı arttırmıştır.”

“Algı Perdelerini Belgeselciler Yırtıyor”

OLKAN ÖZYURT: “Sansür Türk sinemasının başının belası. Upuzun Yeşilçam döneminde sinemamızın her şeyini sansür belirledi. Sonraları bununla iktidarlar da yüzleşti ama karar vericiler sansür alışkanlığından vazgeçemiyor. Karar vericiler, siyasi elitler kendi dar bakışlarıyla insanların nasıl filmler izlenmesi gerektiğini belirlemek istiyor. Onlar için kötü olan, ayıp olan, tehlikeli olan bizim için de kötü, ayıp ve tehlikeli anlamına gelsin istiyorlar. Bu mümkün değil tabii. Bir ailede bile üç kişi aynı düşünmüyor.”

“Bir de siyasi elitler sinema filmleri aracılığıyla toplumsal meseleleri anlatmak isteyen sinemacıların sesini kısmak istiyor. Bu her zaman böyleydi denilebilir. Ama eskiden iyi ya da kötü hukuk sistemi devreye girerdi. Siyasilerin bu tür hamlelerini hukuk sistemi savuşturabilirdi. Şimdi hukuk sistemi yürütmeden bağımsız karar alamadığı için siyasilerin verdiği kararlar hemen uygulanır oluyor.”

“Hakkını teslim edelim sinemacılar her zaman toplumsal gelişmeleri hızlı okuyabildiler. Çünkü ayakları toplumun içerisinde. Son yıllarda festivallerdeki sansür krizlerinin belgesel filmler nedeniyle çıkması da tesadüfi değil. Sürekli yaşadığımız gerçeklikle aramıza bir algı perdesi giriyor. Gerçeklik geleneksel medya, sosyal medya aracılığı ile manipüle ediliyor. Mesela belgesel sinemacılar bu perdeyi yırttığı için hedefteler. Onlar yaşadığımız dönemdeki gerçekleri işliyor filmlerinde. İktidarlar da ancak festivallerde kendilerine alan açan belgeselcilerin ortaya koyduğu bu gerçeklerin görülmesini istemiyor. Ki bu sansürün bir ayağı. RTÜK, yıllar sonra hortlayan Muzır Kurulu dizilerden kitaplara sürekli bir yasaklayıcı tavır içerisinde. Tarih bu yasaklamacı tavrın bir işe yaramadığını defalarca doğruladı. Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı Türkiye’de Sinema Tarihi’nin Sansürü kitabı var. Ama bu kitabı yayınlayan bakanlık geçen yıl Antalya’da ilerleyen yıllarda bu kitabın sayfaları arasına girecek bir karara imza atmaktan çekinmiyor işte.”

“Sansür Kaosa Sebep Olur”

GİZEM ERTÜRK: “2024 yılında hala sansür kelimesinden söz etmek bile kalbimi kırıyor. Bir gerçek var sansürlenen her şey kaosa sebep olur… Serbest, özgür ortamlarda her düşünce çiçek açar ve kendi yerini bulur. Sansür festivalleri geriye götürmekten ve geleceğine zarar vermekten başka bir işe yaramıyor. Bu noktada herkesin öz eleştirisi de yapması gerekiyor. Statüsünü korumak, belirli bir zümreye yaranmak için sansüre ses çıkarmayanlar bir gün kendilerini onların yerinde bulacaktır. Yazılı olmayan kuraldır bu…”

Previous Story

Furnishings & Design Istanbul’da İleri Dönüşüm Maratonu

Next Story

Chris Calvet’le Yazı, Beden ve Kaligrafi Üzerine

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.