Feride Çiçekoğlu, Uçurtmayı Vurmasınlar romanını 30 yıl önce yazmıştı, bu süreçte başka kitapları çıktı ama şimdilerde raflarda yerini alan roman Milföy ve Arkadaşları, Çiçekoğlu’nun 30 yıldan sonra yayımlanan ilk romanı. Çizimlerini Senta Urgan’ın yaptığı kitabın arka kapağında Uçurtmayı Vurmasınlar‘ın kahramanı Barış’la bu kitabın kahramanı Milföy’ün ruh ikizi olduğu saptaması ise çok yerinde. Milföy bir köpek, bu romanda hikâyesini okuyacağınız önce sahiplendirilmiş sonra sokağa terk edilmiş sonra ise Ayşegül tarafından sahiplendirilmiş ve Feride Çiçekoğlu’nun hayatına girmiş bir köpek.
Ayşegül ve Milföy’ün hikâyesi gerçek. Hayvanların haklarının hiçe sayıldığı bu coğrafyada; ormanlara çöplere terk edilen canların, can yerine sayılmayıp dövülen, tekmelenen, öldürülen sokak hayvanlarının başına gelen her şeyin sorumlusu ise bizlerden başkaları değil. ArtDog İstanbul ekibi olarak Feride Çiçekoğlu’nun kitabı Milföy ve Arkadaşları’nın hikâyesine odaklandık ama sadece yazarı Feride Çiçekoğlu’na değil romanın ve hayvanların kahramanı Ayşegül’e de söz verdik. Elimizden gelse Milföy’e de sorardık ama neyse ki Feride Çiçekoğlu romanda her şeyi Milföy’ün ağzından anlatmış ve öyle güzel anlatmış ki okuyanın kalbine, ruhuna şefkatle dokunuyor ve unuttuklarımızı yeniden hatırlatıyor adeta.
Feride Çiçekoğlu: Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesi Ne ki Hayvan Hakları Karnesi İyi Olsun?
30 yıl sonra yeni roman. “Uçurtmayı Vurmasınlar”dan sonra kitaplarınız yayımlandı ama roman olarak “Milföy ve Arkadaşları” geldi. Ne oldu da Milföy’ü yazdınız?
Hem kendi hayatımda hem kendi dışımda zor bir zamandı geçtiğimiz mayıs ayı. İnsanlara inancım hasar gördü ve hayvanlara sığınmak istedim. O sırada Cemil Kavukçu’nun “Hav Hav Kardeşliği” kitabı ile benim “Uçurtmayı Vurmasınlar” kitabımın yeni baskıları yayınevinden çıkarken yolunu şaşırıp benimki ona, onun kitabı bana gelmişti. Bir solukta okudum kitabı. Bende mi bir köpek hikâyesi yazsam dedim, her sabah kıyıdaki köpekleri besleyen Ayşegül ve köpeği Milföy’le tanıştım ve hikâyelerini dinledim.
Siz Feride Çiçekoğlu olarak hep insanları ve onların hikâyelerini anlattınız, şimdi Milföy’le birlikte hayvanları anlatıyorsunuz ama aslında insanları, insanlığın geldiği noktayı anlatıyorsunuz. Hırslı, çoğalan, yaşama arsızı olan; doğayı, besin zincirini, dünyayı bozan insanları…
Evet, tam dediğiniz gibi… İnsanlar olarak biz beceremedik. Belki onlara bakıp hatırlarsak masumiyetimizi geri kazanabiliriz. Hayvanlara, çocuklara ve doğayla iç içe yaşayan ne yazık ki artık pek azalmış olan insan topluluklarına. Ağaca dokunmak, dalga sesi dinlemek, bir kuşun uçuşunu izlemek… Hepimizin geçici olduğunu, hayata ve mala arsızca yapışmanın üstelik mutluluk da getirmediğini fark etmek. Gaye Su Akyol’un pek sevdiğim şarkısını sıkça dinledim o karanlık günlerimde: “İstikrarlı hayal hakikattir; ölüm var hayat… bir rüyadır.” O rüyayı hiçbir anını kaçırmadan yaşamak, hayal kurmaktan hiç caymamak… “Uçurtmayı Vurmasınlar”ı yazdığım aynı ruh haliyle, kısacık bir zamanda yazıverdim “Milföy ve Arkadaşları”nı. Sonra başıma yine yıldızlar yağdı. Aynen otuz yıl önce olduğu gibi. Hayatta tek sefer bile öyle bir mutluluk yaşadığım için kendimi şanslı sayardım. Meğer ikincisi de mümkünmüş: İstikrarlı hayal kurarsak eğer.
Romanda “dolanmayan bir dil” görüyoruz; basit, olduğu gibi gelen ve romana konan bir dil…
Roman dilini hiç aramadı desek yeridir. Milföy ve arkadaşlarıyla tanıştıkça onların anlayana konuştuklarını fark ettim. Bana duyduklarımı yazmak kaldı.
Sokakta yaşayan, sokağa atılan hayvanlar; katledilen, zulmedilen hayvanlar. Bugün yönetimlerin yapıp etmelerini, Türkiye’nin hayvan hakları karnesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan hakları karnesi ne ki hayvan hakları karnesi iyi olsun? Ama hayal kurmaya devam: İstikrarlı hayal hakikattir!
Ayşegül Uğur: Türkiye’de Reva Görülenler Karşısında Derin Bir Utanç İçindeyim
Ayşegül Uğur’un dünyası bol neşeli, bol tüylü ve bol üzüntülü. Aynı gün içinde araba çarpmış bir köpeği kliniğe götürüp ağlarken, bir yandan bir yavru kedinin şapşal bir hareketine kahkahalarla gülüyor. Evde 12 kedisi ve bir köpeği Milföy var. “Aslında tabii kedileri toplasan 3 tam kedi yapıyor, birinin patisi yok, diğerinin gözü yok, öbürünün kuyruğu yok” diyor. Sabah güne Milföy ile beraber sahildeki ve parktaki sokak arkadaşlarını besleyerek başlayan Ayşegül’le Milföy’ü ve bu coğrafyada hayvanlara reva görülenleri konuştuk.
Siz ve Milföy bir kitabın, bir romanın kahramanı oldunuz… Okuyan herkese çok iyi gelen iki kahramansınız artık, ne hissediyorsunuz?
Genel anlamda çok büyük bir mutluluk hissi var içimde kitapla ilgili. Diğer yanım çok üzgün, çünkü Milföy 13 yaşında. Artık yaşlı bir kız o. Bu kitaptaki anıları yaşayacak kadar bir zamanımız bir daha olmayacak. Neyse bunu unutmaya çalışıyorum, kitapla ilgili içimde kıpır kıpır muhteşem bir heyecan var çünkü kim okursa, sokak köpeklerine karşı saf bir gönül gözüyle bakacaktır ve onların kocaman kalbindeki o limitsiz sevgiyi görecektir diye düşünüyorum. Tek bir kişi bile okurken, köpeklerin neler yaşadığını, asla hak etmedikleri zorluklar karşısında bile içlerindeki sevgiyi, saflığı sakladıklarını anlasa, o zaman onlar da kendi hikâyelerinin birer kahramanı olacaklar. Çoğu kişi, satın alma sahiplen sloganından bile bihaber.
Bu kitap umut ediyorum ki okuyanlara bu sloganı, iliklerine kadar yaşatacak. Köpek, binlerce yıl önce evcilleşmiş ve evrimini maalesef insanı sevmek üzere tamamlamış bir tür. Bu denli büyük ve köklü bir sevgiye nankörlük yapıp, köpeği sadece kullanıp, işi bitince fabrika atığı gibi yok etmeye çalışmak bence bizim evrilemediğimizi gösteriyor. Binlerce yıldır, sürülerimizi korumuş, evimizi korumuş, savaşta en ön saflarda kullanılmış, avcıların sağ kolu olmuş, körlere rehberlik etmiş, mayınları tespit etmiş, uyuşturucu kaçakçılarını yakalamış, bombaları bulmuş, depremde hayat kurtarmış bir canlıya, şu an Türkiye’de reva görülenler karşısında derin bir utanç içindeyim. Bu kitap, işte insan köpek dostluğunun bir kanıtı. O yüzden çok değerli, isimler önemli değil. Bu bağ, bu dostluk bu kitabı farklı kılan şey.
Türkiye’de hayvan haklarıyla ilgili yasal düzenlemelerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de yasal düzenleme maalesef hayvan düşmanlarının yaptıklarını meşru kılmak için yapıldı adeta. Mesela şu yasaklı ırk saçmalığı. Ceza insana değil, masum hayvana kesiliyor. Gelişigüzel köpek üretimi ve bundan köşeyi dönmek hala serbest, vergi bile vermiyor illegal üreticiler. Hayvanlara karşı işlenen suçlar hiçbir şekilde gerekli cezayı almıyor, dolayısıyla caniler gittikçe daha da korkusuz hale geliyor. 5199 no’lu yasada 6. madde her gün çiğneniyor. Belediyeler bunun için bırakın cezayı ihtar bile almıyor. 6. madde der ki, sokak hayvanları kısırlaştırma ve tedavi hariç yaşadığı sokağından alınamaz, barınaklara kapatılamaz.
Peki toplumunuz sokakta yaşayan hayvanlara karşı yeterince vicdan sahibi mi?
Bu bölgesine göre çok değişen bir şey. Şunu gözlemledim, eğitim seviyesi yüksek semtlerde sokak hayvanlarına karşı vicdan çok daha fazla. Kırsal kesimde ise istisnalar elbette vardır ama çoğunluk zalimlik derecesinde vicdansız. Hem köpekler açlıktan ölmek üzere hem de en ufak bir ekmek bile çalsa tüfekle vurulması bile çok olası. Bir de şunu gözlemliyorum, ben çocukken sokak hayvanlarına ne şimdiki gibi bir ilgi ve sevgi vardı, ne de şimdiki gibi bir düşmanlık ve zulüm. O zamanlar sokak hayvanları sokağın sıradan bir sakiniydi. Şimdi toplum bu konuda karpuz gibi ikiye ayrılmış durumda maalesef…
https://www.instagram.com/cicekogluferide/
https://www.instagram.com/canyayinlari/