Yeni kişisel serginiz “Evsel Şeyler”, Haliç Sanat Fener Evleri’nde açıldı. Sergi, mekân ile, malzeme ve geçmiş ile bugünün estetiği arasında kurduğu bağlarla benim dikkatimi çekti, ancak her şeyden önce başlıktaki vurgu bana çok özel geldi. İlk olarak serginin başlığındaki bu “evsel şeyler” ne(ler)dir? “Evsel Şeyler”, nasıl bir düşünce ile gün yüzüne çıktı?
Birçok işimde ya eve gönderme yapan düzenlemeler yapıyorum ya da evlerdeki süs eşyaları üzerinden yeni ifadeler kuruyorum. Sergideki işler evde karşılaşmaktan hoşlandığımız süs eşyaları veya ürünlerden bazılarını yeni bir anlam ve ifade olanağı için kendine temel alıyor. Tabaklardaki süsleri veya biblo mantığıyla ürettiğim heykelcikleri yeni içerikleriyle görüyoruz. Ev benim için rahat ve güvende olmayı temsil ediyor. Hatta barınmanın ötesine geçirip sığınak gibi ele alıyorum. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz durumlara ilişkin cümleler kurmaya kalktığımda evi ve ifade ettiklerini anlatıya eklersem son resmin daha bütüncül olacağını düşünüyorum.
Seramik, yağlı boya, kâğıt gibi farklı malzemelerle ürettiğiniz ve ilk kez bu sergi aracılığıyla görülebilen çeşitli işleriniz söz konusu. Malzeme konusunda esnek davrandığınızı söylemek mümkün. Peki farklı malzemelerle çalışmak, bir işi seramikle üretirken diğer bir iş için kâğıt tabanlı çalışmak sizi nasıl etkiliyor/besliyor? Bir sanatçı olarak malzemenin sizdeki yeri nedir?
Ulaşmak istediğim anlam için malzemenin anlatıyı destekliyor olması çok önemli. Sergide iki adet duvar kâğıdı rulosu işi yer alıyor. Hazır alınmış kendinden palmiye desenli bir duvar kağıdıydı ve üzerine yeniden desen boyadım. Tıpkı seramik tabaklarda süslemenin yeniden yorumlanması gibi. Yani benzer cümleleri farklı malzemelerle kurmuş oldum. Kuracağımız anlam odaklı davrandığımızda malzeme de kendiliğinden olaya dahil oluyor. Seramik malzeme olarak ekolojik bir malzeme olduğu için ağırlıklı olarak kullanmaya başladığım bir malzeme aynı zamanda tarihsel olarak taşıdığı arka plan ve sıradanlığı ona ekstra ilgi duymamı sağlıyor.
Mekân, işlerin gösterileceği alan, şüphesiz bir sanatçı ve sergi için en önemli meselelerden birisidir. Haliç’teki Fener Evleri bu anlamda tarihi, mimarisi ve bulunduğu alan itibariyle iddialı ve görkemli yapılar. Böyle bir alanda serginin büyüsünü mekân ile birleştirmenin hem kolay hem de birçok zor yanının olduğu düşünülebilir. Sergiyi planlarken mekân ile nasıl bir bütünlük gözettiniz? Mekânın büyüsü ile serginin hissi sizde nasıl birleşti?
Sergide Fener Evleri1 benim için çok katmanlı bir iletişime sahipti. Uzun yıllar önce bambaşka gerekçelerle inşa edilmiş sonra âtıl kaldığı bir dönem olmuş ve bugün renöve edilerek sergi mekânı olarak hayatına bambaşka bir şekilde devam ediyor tüm bu sürece ait bilgiler görsel olarak size geçiyor. Bu çok katmanlılığı anlamlı buldum ve ev sahipliğinden hoşlandım. Bu küçüklükte olup da kubbeli ve kalem işleriyle süslenmiş (neredeyse tek odalı) olması ve zamanla etrafından yolların geçip arada bir ‘ada’ gibi kalması çok etkileyici. Sergide seramik işlerin varlığı ve bu işlerin yer yer tarihsel ortaklıkları işaret etmesi mekanla sergiyi ilk elden arkadaş kılıyor. Ayrıca birbirinin söylediklerine de izin verdiklerini düşünüyorum. Her mekânın bir kimliği elbette var ve bu sergiyi farklı bir mekânda görseydik yeni anlamlar oluşabilirdi ancak “Evsel Şeyler” sergisi ile Fener Evleri 1 talihli bir buluşma gibi görünüyor bana. Ayrıca sergi adı üstünde ev eşyaları üzerinden bir diyaloğu hedeflerken mekânın bağımsız, müstakil, yalıtılmış, dönüştürülmüş vb. bir evde yer alması anlamını pekiştiriyor katmanlarını çeşitlendiriyor diye düşünüyorum.
Sergi, ana hatlarıyla tek bir kubbe altına yayılmış genişçe bir odada gerçekleşiyor. Dolayısıyla her bir iş kendi başına bir anlama geldiği gibi bütüncül bir bakışta tıpkı bir enstelasyon gibi de görülebilir. Bu işleri ve sergiyi bütünlüklü kılan/yapan özel bir mesele bana kalırsa. Serginin yerleşimi, eserlerin gösterimi, kurulum gibi aşamalarda nasıl bir düşünce ile hareket ettiniz?
Son günlerde Yürümenin Felsefesi adlı bir kitap okuyorum. Kitabın bazı bölümleri, bu konuda düşündüklerim ile kitapta karşılaşmak üstelik daha açık, net ve katmanlı cümlelerle durumun ifade edilmiş olması beni çok etkiledi. Kitapta yürümeye başladığımızda ebediyetin huzuruna çıkmaktan bahsedilen bölümden özellikle etkilendim. Doğaya ve kent dışı güzergahlara bisikletli veya yaya olarak gitmek benim için bir gereklilik olarak başlamıştı. Bu süreç sonunda “Standby*”sergisini hazırladım. Sergide üç uzaklaşma durumuna işaret ediliyordu. Birincisi bisiklet ile doğaya katılmak ve o esnada çektiğim fotoğraflardan ürettiğim manzara resimleri. İkincisi hiçbir yere gitmeden sadece uyuyarak bir süreliğine uzaklaşmayı işaret eden uyuyanlar portreleri. Üçüncüsü ise kent içindeyken başımızı yukarı kaldırdığımızda gördüğümüz ve artık sizle gösterge olarak konuşmaya başlayan bulutlar, küçük bulut resimleri olarak sergiye eklendi. Her ihtiyaç sebebine de işaret ettiğinden hem gösterdiği hem göstermeden içerdiği anlam umuyordum ki işin içindeydi. Beni bu uzaklaşma ihtiyacı fazlasıyla ilgilendiriyor. Hem uzaklaştığımız şeylerden duyduğumuz rahatsızlığı içeriyor ve ona işaret ediyor hem de doğaya gittiğimizden aslında neyin parçası olduğumuzu gösteriyor. Örneğim bulutlar bana basitçe ve nazikçe bambaşka bir süreklilikten bahsediyor. “Evsel Şeyler” sergisinin yerleşimi ve kurulumu aşamasında da uzun zamandır olduğu gibi bu hisler çerçevesinde hareket ediyordum.
“Evsel Şeyler”de bir yandan sizin alışık olduğumuz üretim pratikleriyle gerçekleştirdiğiniz işler yer alırken öte yandan yenilikçi, yakın dönem eserleriniz de yer alıyor. Özellikle seramik işler, asırlardır evlerde kullanılan çanak çömleğe dair dokunuşlarınız dikkat çekici. Bu noktada seramik işleri yaparken nasıl bir yol takip ettiniz? Seramik üzerine nasıl çalıştınız?
Seramik belleği çok yoğun ama bir o kadar da olağan bir malzeme. Teknik olarak öğrenmek zorunda olduğum çok şey var ancak o teknik bilgiler rahat hareket etmemi engellesin istemiyorum. Kırık yada hatalı denebilecek bir sonuç da bir sürü anlam içeriyor. Bazen üretim sürecini olması gerektiği gibi ilerletirken bazen bunu bozuyorum. Seramik ile çalışırken onun tarihsel belleği kendini hatırlatıyor ama odağımdaki konu için elverişliliklerini ön planda tutmayı tercih ediyorum. Yapmaya girişmek üründen bile önemli hale geliyor. Tabakların desenlerini değiştirmek ya da gereç olarak kullanımını öncellemeden onu yapıta dönüştürmek ile ilgileniyorum. Kusursuz olmaları ve yapılırken oluşan bir hatanın giderilmesi gerekmiyor. Bu noktada tekniksel gelenekten ayrıldığım söylenebilir. Doğrudan şekillendirdiğiniz çamuru pişirerek dayanıklı hale getiriyor olmanız ve ekolojik yapısı harika.
Aslında seramik eğitimi almadım. Bir kursa giderek ana hatlarını öğrenmeye çalıştım ve araştırarak ilerliyorum.
“Kişi”, kişinin dünyadaki yeri/konumu, varlığı ve hayata dair yaklaşımı, serginin üzerine kurulu olduğu temel düzlemlerden. Sergideki birçok işin insan-doğa ilişkisinin kökenini aradığı, kişi üzerinden hayata, dünyaya ve zamana dair birçok sorgulama geliştirdiği söylenebilir. Bu sergide insan-doğa ilişkisini nasıl bir zemin/temel üzerine inşa ettiniz? Kişi ve kişinin dünyadaki yeri, sergide kendisine nasıl bir yer buldu?
Dünyanın genel akışı içinde kayıt altına alınan durum değerlendirmeleri ve tarihsel ifadeler kaçınılmaz olarak genelleme yapmak durumunda olabilir ama ben hep kayıt dışı gibi görünen bireysel yaşamlara ve etrafımızda şekillenen akışların içinde yer almanın hissettirdiklerine odaklı oldum. Bu bakışla ürettiğim işlerin kişisel akışımın notları gibi zamanla parça parça birikmesini önemli buldum. Böylece giderek işlerimi bir kişi örneği olarak birikmiş görsel notlar olarak bile adlandırabilirim. Doğa ile kurduğumuz ilişki daha doğrudan olmalı çünkü insanı onun bir parçası olarak görüyorum. Endüstri toplumu dışsal bir hız ve yeni gerçeklikler dayatıyor.
Kendimi doğada bütünlenmiş hissediyorum ama bu aslında iki anlamlı. Yani dağda bir kulübede yaşamımı geçirmek için bir girişim içinde değilim. Doğada bütünleşik hissetmek akışı anlamlandırmaya çalışırken en öze temele yakın olmak ile ilişkili sanıyorum. Yani kentli olarak doğadayız ve o süreklilik hem tanıdık hem kentin olumsuzluklarını unutturuyor. Sanırım anlam ararken doğanın kendisine değil de doğanın imgesi üzerine inşa oluyor düşünceler.
İnsan temsillerinde doğrudan kendiniz ve yakın çevrenizden yola çıkıyorsunuz. Peki bu durum işlerinizle kendiniz, kendi sorgulamalarınız ve hayata yaklaşımınız arasında bir iç içelik sundu mu size? Burada bir tür özdeşleşme ve kişisel bir sorgulamadan söz edilebilir mi?
Bir durumu ifade etmeye çalışırken kendi üzerimden harekete başlıyorum. Büyük cümleler yerine kişisel değiniler gibi ve diğerlerinin adına konuşmak yerine ortaklıkları dile getirmem söz konusu. Üstelik bir kişi örneği olarak kendimden hareket etmek kaçınılmaz aslında. Her üretimim izleyen ile kurulacak iletişimi hedefliyor dolayısıyla kişisel sorgulamadan söz edilecekse bile bununda ortaklaşma içermesi gerekiyor, hepimize dokunmaya doğru yol alması gerekiyor. İşlerim ve hayata yaklaşımım paralellik içinde ilerliyor ancak sanatın konusu olabilecek olanlar iletişimi odağına alarak görünür hale geliyor diye düşünüyorum.
Son bir soru olarak insan figürleri ile bitkisel motiflerin birbirleri ile harmanlanmasını sormak istiyorum. Kent-doğa çatışması da insanın kendisini bulması/yitirmesi de bu işler üzerinden okunabilir. Öte taraftan bu konu seramikten kâğıda farklı şekillerde sıçrayan, tekrar eden, form değiştiren de bir konu. Kent ile doğa, insan ile dünya bu eserlerde nasıl bir çatışma veya özdeşleşme, iç içe geçme veya birbirini itme hâli kurar?
Sanırım kent ve doğayı çatışma içinde tariflemeye insana göre olmayan uygulamalar ile karşı karşıya geldikçe fabrika ayarlarını anımsama girişimi olarak bakılabilir. İşlerdeki insan figürünün bitkisel motiflerle iç içe geçmiş halleri ihtiyaç duyulan duru özü, imgesel olarak arkaik saf ve temizi ve onun sağlayacağı sağaltıma ihtiyaç duymamızı ifade ediyor. Bu ihtiyacı duyurmak eksik olanı ve yoksunluk çekilen şey üzerine düşünmeyi de sonrasında getirecektir. Tüm anneler iyidir düşüncesine benziyor biraz. Doğada bulduğumuz cevaplara ihtiyacımız olduğunu düşüyorum.