Modernitenin geçmişten günümüze dek beraberinde getirdiği travmaların devam etmekte olduğu bir zaman diliminde, insan ruhuna uygun biçimde düzenlenmemiş toplum tasarımları içerisinde yaşıyoruz.
Farklı küresel politikalar adı altında yeni tip sömürgeciliğin başka biçimlerde hayat bulması ve sürdürülmesine karşı duruş olarak düşüncelerin ve bilginin liberalleşmesine de tanıklık ediyoruz. 11 Haziranda başlayan Berlin Bienali’nin 12. edisyonu Still Present!, kolektif travmaların yarattığı hasarları görünür kılarak iyileştirmeye dair sunduğu önermeyle 6 farklı mekan ve 82 sanatçı, siyasi aktivist ve yayınların katılımıyla ile 18 Eylül’e kadar görülebilecek. Irkçılık, faşizm, kolonyal şiddet, sermaye istismarının sürdürülmesi ve yeni tip sömürgecilik anlayışı gibi kavramlar bienalin temasını oluşturuyor.
Küratör Kader Attia ve 5 kişiden oluşan artistik direktörlük ekibi; sanatı bir direniş ve onarım aracı olarak kullanarak, Attia’nın kendi sanat pratiğinde de sıklıkla yaptığı gibi anlatının aracılığıyla izleyiciyi diyaloglar kurarak farklı bağıntıları takip etmeye davet ediyorlar. Bu anlamda bienalin ‘politik ve katılımcı’ kurguda olmasına yönelik yapılan değerlendirmelerinin doğru olduğu söylenebilir. Bazı yapıtları birkaç gün aralıkla yeniden ziyaret ederek tekrar gözden geçirmek ve sindirmek gerekliliğinden bahsetmek doğru olur. Çoğu zaman işlerin bütünsel olarak söylemi fiziksel ve kolektif travmanın tanımlanması ve görünür kılınması; sömürgecilik kavramına katkıda bulunanları gün ışığına çıkarma durumu etrafında toplanıyor. Gerçek kriz anlarında nasıl gerçek liderler ortaya çıkıp kolektif olarak deneyimlediğimiz bu ‘olağanüstü hal’i bertaraf etmemizi sağlıyorsa, mevcut durumda sanatçıların bu gizli görevi üstlendiği mesajını alıyoruz. Bienal bu bağlamda sistemin içine hapsolmuş ve makineleşen ruhlarımız için birlikte önemsemenin yollarını aramaya davet ediyor.
Bienalin mekan seçimi de 12. edisyona özel, geçmişte istihbarat merkezi olarak kullanılan Stasi Merkezi Yönetim binasının dahiliyetiyle değişmiş. Bu mekanda Hasan Özgür Top’un bir sorgu odasında kurgulanmış, özne olarak kendisinin yer aldığı The Fall Of A Hero isimli videosu yer alıyor. Sanatçı popüler kültür ürünü olarak sıkça karşımıza çıkan oyun “Klanların Çarpışması” anlatısı üzerinden İslam devletlerinin imaj yönetimi stratejisine ne denli sıkı sıkıya bağlı olduğunun üzerinde duruyor. İslami yapıların dini ikona ve sembollerine ya da anıtlarına politik güdülerle yapılan hiçbir değerlendirmeye açık olmadığını ifade ediyor. Batıda sinema endüstrisinde kahramanlık konulu fantastik filmlerin vazgeçilmez Trajan isimli tipografisi İslam devletlerinin propaganlarında sıkça kullandığını, videoda delil niteliğindeki arşiv çalışmalarıyla ilişkilendirerek izleyiciye sunuyor. Hasan Özgür Top’un bu eseri Stasi’ye ait istihbarat merkezinde kriminal bir inceleme yapıyor ve bir gizemi çözümlüyormuş hissiyatına kapılmanıza neden oluyor.
Sanatçı yaptığımız görüşmede eserini ve Berlin Bienali ile olan ilişkisini şöyle yorumluyor: “ 12. Berlin Bienali’ne sinmiş konulardan biri Arap Baharı adı verilen süreçte MENA olarak isimlendirilen geniş bölgede yaşananlardı. Hatta belki Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgal edilmesinden ya da 11 Eylül 2001 saldırılarından bugüne kadar yaşananlar demek daha doğru olabilir. İşlerin önemli bir kısmında yüzyılın ilk çeyreğinde yaşananların belgelenmesine ve tarihsel bir bakış açısıyla ele alınmasına yönelik bir kaygı görüyorum. Yirminci yüzyılda; 11 Eylül saldırılarından sonra gelen belirsizlik ve çalkantı dolu dönemden bugün için elimizde kalanlara bakınca ekolojik yıkım, göç,denetim ve gözetleme,açlık ve küresel kirli politikaların yapısal değişikliğe uğradığını görüyorum. Ne demek istediğimi daha da detaylandıracak olur isek;dijital teknolojilerin tahmin edilenin aksine özgürlük ve sivil örgütlenme değil, daha fazla gözetleme ve denetleme olarak geri dönüyor.Soğuk Savaş rejimlerinin ardından gündelik yaşamlarındaki ihtiyaçları karşılayamayan bölgeler ile karşılaşıyoruz.Düne kadar yalnızca süper güçlere ait olduğu düşünülen emperyal ve irredantist politikaların bugün orta sikletli rejimler tarafından da uygulanıyor oluşu ve liberal demokrasilerin ikna kabiliyetini ve samimiyet zırhını yitirdiğini düşünüyorum.
Bienalde yer alan Bir Kahramanın Düşüşü isimli işim de az önce sıraladığım başlıklarla biçimlenen bu dönemin en karakteristik fenomenlerinden biri olarak görülebilecek İslam Devleti isimli örgütün yayınladığı propaganda materyalleri üzerine. İş, geçen yüzyılın sembol kurumlarından biri olan Stasi’nin Berlin’deki eski karargahında sergileniyor. Kompleks şu anda bir müze. Burada sergilenen işlerin istihbarat ve gözetleme mefhumlarıyla güçlü alakalarının yanında, bienalin buradaki ayağını Stasi müzesine günümüzden bir katkı, geçen yüzyılla kurulan bir diyalog olarak görüyorum.”
KW Institute of Contemporary Art’da bir diğer Türk sanatçı Nil Yalter’in Exile is a Hard Job isimli yerleştirmesini görüyoruz. Portekiz ve Türkiye’den kadınların ve ailelerin fotoğraf,video ve poster kolajdan oluşan yerleştirme sürgünde yaşamanın ne anlama geldiğini sorusuyla izleyiciyi karşı karşıya bırakıyor.
Bienalin bir diğer mekanı Hamburger Bahnhof müzesi ise Haubrok Koleksiyonu ve Nationalgalerie desteğiyle hazırlanan sergiler ile bienal yapıtlarının yer aldığı uzun koridorla beş bölüme ayırılmış. Burada; Lawrence Abu Hamdan’ın Air Conditioning isimli video yerleştirmesi göze çarpıyor. Abu Hamdan’ın hukuki analiz ve görselleştirme yoluyla dil ve konuşmadaki çelişkili durumları, dinlemenin politikası üzerinden eleştiriye açıyor. Air Conditioning yapıtında Birleşmiş Milletler Dijital Kütüphanesi’nden (United Nations Digital Library) derlediği, İsrail uçaklarının Lübnan üzerindeki 15 yıllık gözetleme kayıtlarıyla çalışıyor. Giderek yayılan atmosferik şiddet görünür kılınıyor. Abu Hamdan’a Lübnan halkının büyük bir bölümünün duyma kaybı ya da kalp rahatsızlığına neden olan bu görünmez savaşı gün yüzüne çıkarmasıyla ilgili ne düşündüğünü sorduk: “Üzerinde çalıştığım diğer araştırmalardan farklı olarak Air Conditioning, ses analizine değil, veri madenciliğine ve son 15 yılda Lübnan’a giren her İsrail jet ve drone’unun mevcut tek arşivini oluşturmaya dayanıyordu. Bu jetlerin geçişindeki birincil deneyim; yukarıdan gelen tehdit edici bir ses olmasına rağmen, oldukça hızlı bir şekilde uzaklaşıp gitmeleri olur. Benim işimde bu savaş uçaklarının bireysel ve geçici deneyiminden ayrılmak istedim.Bunu tekil bir strateji, birleşik bir deneyim ve katı bir zaman bloğu olarak göstermekti. 8.5 yıllık toplam uçuş süresine sahip 22.111 uçak olduğunu biliyoruz. Bu sesleri ise artık korkutucu değil, başlı başına bir işgal biçimi olarak duyuyoruz. Artık gökyüzündeki o sesleri duymuyoruz ama başımızın üstünde bir gökyüzü oluşturduklarını görüyoruz.”
Hamburger Bahnhof’ta aklımızda yer edinen diğer sanatçılar ve yapıtlarden bir diğeri ise Afrika diasporasını Fransa’da opera sahnesine taşıyan Jean Philippe Rameau’nun bestesiyle aynı ismi taşıyan Clement Cogitore’nin The Amorous Indies isimli videosu. Videoda farklı etnik köken ve cinsiyetlerden dansçıların mükemmel müzikalite eşliğinde atışmalarına tanıklık ediyoruz. Alex Prager’ın yaşadığımız toplum tasarımları içerisinde gün geçtikçe bireyselleşmenin yarattığı katmanları ortaya koyan dev ölçekli Woman Now ve Crowd isimli fotoğrafları da dikkat çekici. Bireyler arasındaki tedaviye muhtaç kopukluğa, kamusal alandaki yabancılaşmış kimselerin bir aradalığında ortaya çıkan suni imaj üzerinden bakıyoruz. Uzun koridorun sonuna geldiğimizde Jean-Jacques Lebel’ın ABD askerlerinin Irak işgali esnasında Saddam ordusuna uyguladığı türlü işkence ve tacizin görüntüleri yer alıyor. Gerçek bir katastrofi örneği olarak tanımlanabilecek bu dev ölçekli görüntüler, labirent mantığında kurgulanmış ve direkt yollardan ‘o’ sahnelerin içindeymişçesine bir hisse kapılmanıza neden oluyor.
Bienalin eser yerleşiminin yoğun olduğu mekanların ikincisi KW Institute for Contemporary Art’ta ekolojik arşivlere tanıklık etmeyi hedefleyen, Londra’da yaşayan ve üreten Susan Schuppli’nin Freezing Deaths& Abandonment Across Canada isimli videosu yer alıyor. Dünya ile ilgili karmaşık etkileşimleri arşivleyen ontolojik üretimleriyle Schuppli, insan olmayan varlıklar ve makinesel ekolojiler olan ‘maddi tanıklar’ kavramı üzerine çalışıyor. Video, Kanada polisinin Saskatoon yerlilerini sebepsizce tutukladıktan sonra ıssız yerlerde öldürücü soğuğa terk etmelerini konu alıyor. Yerlilere uygulanan bu vahşetin ismi Starlight Tours olarak biliniyor. Schuppli ikinci video yerleştirmesinde ABD-Meksika sınırında göçmenleri hedef alan gözaltı merkezlerini mercek altına alıyor. Bu videoda Sınır Koruma Kuvvetleri’nin (US Customs and Border Protection) göçmenleri sığınma taleplerinden caydırmak üzere dondurucu soğuk hücrelere hapsettiğini gösteren termal kamera görüntülerine tanıklık ediliyor.
Still Present! duygu alanının sanat yoluyla geri kazanılabileceğine dair yönelttiği eleştirel bakış açısıyla 2022 yılının içerik bakımından en kuvvetli uluslararası sanat etkinliklerinden biri. Şüphesiz bienalin, dekolonyal süreçte devam eden kolektif travmaları iyileştirmenin farklı yollarından geçtiğiyle ilgilenmesi ve bunu çok çarpıcı biçimde yapması bu duruma neden olarak gösterilebilir. Bienali’nin 12. Edisyonu Still Present! kolektif travmaların yarattığı hasarların ancak görünür kılınarak, ifşa edilerek mümkün olan en rahatsız edici çarpıcılıkla iyileştirebileceğine dair bir öneri sunuyor. Özgür ifade alanının genişlemesi ve bilginin liberalleşmesinin bu yoldaki en önemli adımlardan birisi olduğunun da altını çiziyor. Bienal 18 Eylül 2022 tarihine kadar devam edecek…